Barıştan yana bir adamım ama doğrusu çok barışçı bir yapıya sahip olduğumu söyleyemem.
Bir kavgaya girdiğimde artık “şu mu olur, bu mu olur” demedim hiç, çocukluğumuzda okuduğumuz o kabadayı kitaplarındaki anlatımla söylersek, “Allah ya ona verir ya bana”, birimizden biri devrilip pes edene kadar dövüşmeyi severim.
Doğrusu şiddete, silaha da düşkünümdür.
“Silah ne kötü şey canım” diyenler bana kızacak biliyorum ama işin gerçeği silah atmaktan hoşlanırım.
Vaktimin bol olduğu zamanlarda sık sık gider atış talimi yapardım.
Kemal Tahir ağzıyla söylersek, “attığımız bize el verir.”
Hal böyle olunca bir “mafya romantizmine” düşkün olmamak da mümkün değil.
Mafyacılar tekin ve güvenilir adamlar değillerdir pek ama feodal bir terbiyeleri vardır.
Bir iki tanesiyle karşılaşmışlığım, oturup konuşmuşluğum oldu.
Artık ihtiyar bir adam olduğum, onlarla da aramda büyük bir yaş farkı bulunduğu için “raconları” gereği ihtiyarlara gösterilmesi gereken saygıyı gösterdiler hep.
İnanılmaz maceralar anlattılar.
Cesaretlerini, hayatlarını ortaya koymalarını, neredeyse “kutsal” bir yasaya dönüşmüş raconlarını, yazılı olmayan kurallarını etkileyici buldum.
Refi Cevat’ın Sayılı Fırtınalar’ını okuyarak büyümüş, “ihtisasını” mafya filmleriyle yapmış biri olarak mafyanın kendi arasındaki ilişkileri hep ilgimi çekti.
Bizim ülkemizdeki mafyacıların çoğunun “devletle” işbirliği yapmasının ise her zaman “delikanlılığa” biraz aykırı olduğunu düşündüm.
Gerçi mafyanın uluslararası tarihinde de “devletle işbirliğine” sık rastlanır, Lucky Luciano’nun Sicilya çıkartması için Amerikan devletiyle işbirliği yaptığı anlatılır ama ben işin o kısmından ziyade Luciano’nun “yükseliş” dönemlerinde yaşadığı mafya içi mücadelelerini okumaktan tat alırım.
Devlet olduğunda “delikanlılık” biraz azalır çünkü.
Bizim eski İstanbul kabadayılarının, bir koluna ceketini sarıp yangın yerlerinde hasmıyla bıçak kavgasına girdiği dönemlerin geçmişte kaldığını biliyorum elbette, artık rakibinin adamlarıyla birlikte oturduğu kahveye girip, ortalığı saran sessizlik içinde “bir sade kahve getir koçum” diyen “fırtınaların” geçmiş çağlara ait olduğunun da farkındayım.
Ama gene de hâlâ ilgilenirim mafya hikâyeleriyle.
Ne yazık ki şu anda mafyaya olan ilgim onların “delikanlılığından” çok siyasetle ilgili.
Bizim genç ve başarılı muhabirlerimizden Fırat Alkaç, Nuri ve Vedat Ergin kardeşlerin avukatlarıyla görüştü.
Karagümrük Çetesi diye bilinen grubun lideri olan bu iki kardeşin, Sabancı Cinayeti’nin faillerinden olan Mustafa Duyar’ı öldürttüğü biliniyor, kendileri de zaten bunu açıkça söyledi.
Şimdi buradaki birinci soru, bu insanlar niye Mustafa Duyar’ı vurdurdular?
Kilit soru bu.
Bu sorunun devamında ortaya çıkan sorular ise ilk soruya biraz ışık tutuyor.
Mustafa Duyar’ı öldürten bu iki kardeşin vurulacağını bildiren resmî “devlet” raporları var, devletin birimleri yetkilileri uyarmış.
Ama bu iki kardeş hasımlarından korunmamış hapishanede, tam aksine onları öldürecek olanlarla aynı hapishanede tutulmuşlar.
O dönemde, bu iki kardeşi hasımlarıyla aynı hapishanede tutan da son zamanlarda çok meşhur olan Ali Suat Ertosun.
Ertosun’a, onca resmî rapora rağmen neden bu iki kişiyi güvenli bir hapishaneye nakletmediğini sormak gerekiyor.
“Konuşmak istediğini” söyleyen Mustafa Duyar’ı öldürtenlerin de “susmasını” ya da “susturulmasını” kim istedi?
Niye bu iki kişi, hasımlarıyla aynı hapishanede biraraya getirildi?
Bu soruların cevaplarını bulmak, devletin içinde yuvalanmış “çeteleri” ortaya çıkarmak için çok gerekli.
O çeteler, devleti de toplumu da mahvettiler çünkü.
Ve o çetelerin devletin içinde böylesine hızla büyüyüp kökleşmesine Kürt savaşı yol açtı, Kürtleri “bastıracağız” gerekçesiyle devletin içinde illegal bir yapı oluşturdular.
Susurluk çetesi de, Ergenekon örgütü de böyle çıktı ortaya.
Bugün bu ülke Kürt sorununu çözer de barışı getirirse bir daha devlet içinde çeteler oluşmayacak, hukuk böylesine güvenilmez hale gelmeyecek, insanlar adalete olan inançlarını kaybetmeyecek.
Yeniden adaleti, güveni, huzuru sağlamak, devleti gerçek bir devlet yapmak için mutlaka Kürt sorununun çözümü gerekiyor.
Ama burası tuhaflıklar ülkesi.
Huzurdan, barıştan, refahtan en fazla payı alacak olan “zenginlerin” kulübü TÜSİAD, “barış” konusunda fevkalade çekimser.
Bir zamanlar “Kürt raporları” hazırlatan bu örgütün şimdiki başkanı “Kürt sorunu” bile diyemiyor, “terör sorunu” diyor.
Bu yaklaşımlarından, sorunun çözümüne yardım edemeyecekleri, devletin sağlam bir devlet olmasına omuz veremeyecekleri, hukuku sağlamlaştırmaya destek olamayacakları sonucu çıkmıyor mu?
Bu sorunun, kaosun, devletin içindeki çetelerin, mafya devlet işbirliğinin devamını mı istiyorlar?
Bu ülkenin en zengin adamlarından birini bu “kaotik” yapının öldürttüğünün farkında değiller mi?
Devlet içindeki çetelerin devamını çok mu istiyorlar?
O çeteler, onlara da dokundu.
İnanmıyorlarsa gidip Ergin kardeşlere, “siz Duyar’ı niye öldürttünüz” diye bir sorsunlar.
TARAF