“Madem ki Türk’üz, Türkçe Konuşacağız” mı Dediniz…

Yavuz Bahadıroğlu, Yeni Akit’teki köşesinde yayınlanan yazısında “Öz Türkçe” adı altında Türkçenin Arapça ve Farsçadan arındırılarak İslam’dan koparılması çabalarının yol açtığı çelişkilere dikkat çekmiş.

Yavuz Bahadıroğlu’nun konuyla ilgili bugünkü (2 Mayıs 2018) yazısı şöyle:

Nece Konuşuyoruz?

Rahmetli tarihçimiz İsmail Hâmi Danişmerd,“Biz Türkçe değil, Çıtakça konuşuyoruz ve anlaşamıyoruz” derdi.

Ardından da şunu ilave ederdi:

“Hiçbir millet kendi diline bu kadar zulmetmedi!”

***

Geçenlerde büroma geliyorum. Araba radyosu açık (Moral FM değil ama). Genç bir ses, anlatmak istediği tüm güzellikleri yalın bir “süper” kelimesiyle anlatıyor…

“Süppeerrr yaa!..”

“Amma süpper yaaa!..”

“Yemin ederim çok süpper yaaa!”

Başka tık yok…

Hâlbuki bu “yabancı” kelimenin yerine bir düzine Türkçe kelime kullanmak mümkün…

Yoklayalım mı hafızamızı?..

“Güzel…”

“Çok güzel…”

“Harika…”

“Harikulâde…”

“Muhteşem…”

“Mükemmel…”

“Âlâ…”

“Aliyyül âla…”

“Pek lâtif…”

“Rânâ…”

“Revnak…”

Ve “süper” yerine kullanılabilecek en az beş kelime daha…

İnsan ne kadar çok kelime bilirse, içinden geçenleri o kadar rahat ifade edebilir. İçinden geçenleri rahat ifade edebilen bir insanın ise kavga etmesine hiç gerek yoktur. Kavga, içinden geçenleri ifadeden âciz insanların harcıdır!

Çünkü kelimelerle muhatabını dövemeyen, yumruklarıyla döver: Ağzını-burnunu kırar! Ama ne zaman “Türkçemiz” üzerine bir şeyler yazsam, “şeddeli cehalet”in hışmına uğruyorum. Bunlardan biri yazımın altına güya “yorum” yapmış. Şöyle diyor: “Osmanlıca konusu kapanmış bitmiştir.Türk’üz ve mümkün oldukça Türkçe konuşacağız… Osmanlıca konuşsak hangi milletle anlaşacağız? 1922sayımında Anadolu’da Osmanlıca’nın zorluğu yüzünden okur-yazar oranı yüzde 3 bile değildi. Sen hâlâ Osmanlı’ya özlem duyuyorsun.”

Peki de muhatabına “siz” deme nezaketi bile gösteremeyen Bay Çokbilmiş,hangi kelimelerle “Türkçe” konuşacaksınız? 1800’lerde Türkçe’de ve İngilizce’de yüzer bin kelime (sözcük diyordunuz galiba) vardı. Meşhur RedhouseLügatı’nı hazırlayan Sir James William Redhouse (1811-1892), “doksan bin Türkçe kelimeyi bulduğunu, kalan on bin kelimeyi de zaman içinde bulup yayınlayacağını” söylemişti, ama ömrü vefa etmemişti. Onun eksik bıraktıklarını Şemseddin Sami tamamladı.

Aradan geçen zaman içinde İngilizce 120 bine çıkarken, Türkçe otuz bine geriledi. O “Arapça’dan”, bu “Farsça’dan” diye kelimeleri katlettiniz! Yerlerine “İngilizce”, “Fransızca”, “Lâtince” ve “Uydurukça” kelimeler doldurdunuz. Türk Dil Kurumu her ay “yeni kelimeler listesi” yayınlayıp “kelime icadı”nı sürdürüyor.

 “Recep, Şaban, Ramazan” şeklinde giden ay isimlerini-zamanın ibadetle irtibatını koparmak için-değiştirdiniz. Bari Türkçeleştirseydiniz, ama hayır! Şöyle bir durum ortaya çıkardınız:

Ocak: Şükür ki, Türkçe (ateş yakılan yer, ev); Şubat: Süryanice; Mart: Latince;  Nisan: Süryanice;  Mayıs: Latince; Haziran: Süryanice; Temmuz: Sümer ve İbranice; Ağustos: Latince; Eylül: Süryanice; Ekim: Türkçe (tarlaların sürülüp ekildiği ay anlamında); Kasım: Eski Türkçe; Aralık: Türkçe’deki “aralık”kelimesinden geldiği rivayet edilir.

“Türkçe” zannettiğiniz gün isimlerini de buyurun lütfen:

Pazar: Farsça, Kürtçe (yani İrani dillerden); Pazartesi: “Pazar” Farsça, devamı Türkçe (pazardan sonraki gün anlamında uydurulmuş); Salı: Arapça, Farsça, Kürtçe (İrani dillerden); Çarşamba: Farsça, Kürtçe (İrani dillerden); Perşembe:Farsça, Kürtçe (İrani dillerden); Cuma: Arapça; Cumartesi: Cumadan sonraki gün anlamında uydurulmuş.

Elimiz değmişken renklerden de söz edelim mi?..

Siyah: Farsça; Kahverengi: Türkçe; Gri: Fransızca; Kurşuni: Türkçe (kurşun madeninin renginde); Kırmızı: Arapça böcek ismi; Bordo: Bordeaux: Fransa’da bir şehir; Turuncu: Türkçe (portakal rengi anlamında); Pembe: Farsça; Yeşil:Türkçe olduğu düşünülüyor; Mavi: Arapça; Lacivert: Farsça; Menekşe: Farsça; Mor: Arapça; Bej: Fransızca. Nasılmış meğer?

“Madem ki Türk’üz, Türkçe konuşacağız” mı demiştiniz, Bay Çokbilmiş?..

Eski TDK’nın neredeyse bir asır süren “sözcük uydurma” faaliyetinden sonra, Türkçe kelime bulursanız, konuşmamazlık etmeyin!

Bu bir “sadeleştirme faaliyeti” değil, “dil katliamı”ydı. Sonuç: Dilsizlik! Bunun sonucu ise, şiirsizlik, edebiyatsızlık, sanatsızlık, nezaketsizlik, kabalık, hattâ terbiyesizlik!

Eskiden argonun bile bir adabı, bir haysiyeti vardı. Mizah zekâ parıltıları saçar, kaba küfür yahut müstehcen ifadeler mizah sayılmazdı.

Çünkü eskiden zengin ve kıvrak bir dilimiz vardı. “Dil” ve “Din” konusunda son derece hassastık. Bu konularda da hassasiyetimiz kalmadı. Dili uydurmacılık, dini cehalet aldı: Dımdızlak ortada kaldık.

Bu işler ilkokulda ezberletilen sloganlarla olmuyor Bay Çokbilmiş, ilim-irfan gerekiyor.

 

Yorum Analiz Haberleri

Camiler Ermeni, Rum ve Yahudilere de satılmış
Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?