Yıldıray Oğur’un konuyla ilgili bugünkü Karar’da (14 Ocak 2018) yayınlanan yazısı öyle:
Kanaat Notuyla Tutukluğun Devamına
Hüseyin Çapkın, 1971’de polis olmuş, 1984’te il emniyet müdürlüğüne getirilmiş, 47 yıllık bir polis, 34 yıllık bir emniyet müdürüydü. 17/25 Aralık operasyonları onun İstanbul Emniyet Müdürü olduğu dönemde yapıldı. 17/25 Aralık’tan sonra görevden alındı. Eylül 2016’da tutuklandı, iki ay sonra tahliye edildi. Haziran 2017’de tekrar tutuklandı. Hakkında düzenlenen iddianamede “Anayasayı ihlâl", "Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ve TBMM'ni ortadan kaldırmaya teşebbüs" ve FETÖ üyeliğiyle suçlandı ve üç kez ağırlaştırılmış müebbet hapsi isteniyor.
Şahin Alpay, 1960’ların sonundan itibaren Maocu hareketin içinde yer almış, 1980’den sonra sosyal demokrat bir çizgiye kaymış, Cumhuriyet, Milliyet gazetelerinde çalışmış, ünlü Entelektüel Bakış sayfasını yönetmiş, 2002’den sonra da Zaman gazetesine yazılar yazmış 74 yaşında bir yazar. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra diğer eski Zaman yazarlarıyla birlikte tutuklandı. Hakkında 3’er kez ağırlaştırılmış müebbet isteyen iddianamede delil olarak 17/25 Aralık döneminde Zaman gazetesinde yayınlanmış altı köşe yazısı gösteriliyor.
17/25 Aralık sürecinin tezgahlandığı İstanbul Emniyeti’nin müdürü olarak müebbetle yargılanan Hüseyin Çapkın’la, 17/25 Aralık’a destek veren altı köşe yazısı nedeniyle müebbetle yargılanan Şahin Alpay, mahkemede çok benzer ifadelerle kendilerini savundular.
Çapkın“17 Aralık’a kadar FETÖ’nün ne tür bir çılgınlık yapacağını kimsenin bilmesi mümkün değildi. Bundan sonra bile çılgınlık sınırı tahmin edilemedi ki 15 Temmuz yaşandı” dedi.
Şahin Alpay ise “15 Temmuz darbe girişimini lanetliyorum. Bu nedenle Zaman’da yazdığım için de pişmanlık duyuyorum. Bu hareketin karanlık yüzünü göremediğim için fena halde yanıldım” dedi.
Ama mahkemeler her ikisinin de tahliye taleplerini sürekli reddettiler.
Ta ki 18 Aralık 2017 gününe kadar.
O gün Çapkın’ın yargılandığı davanın duruşmasında tanık olarak kürsüye eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar çıktı. Çapkın için "Son derece mazbut, muhafazakar ve dürüst bir insandır. Mesleki anlamda da fevkalade başarılı hizmetleri oldu. Hakkında hiçbir olumsuz duyumumuz olmadı. Benim tanıdığım Hüseyin Çapkın böyle alçaklıkları art arda sergileyen bir örgüte müzahir olacak bir yapıya sahip değil” dedi.
Bu kefaletten bir gün sonra Hüseyin Çapkın tahliye edildi.
Bir ay sonra, 11 Ocak 2018 akşamı ise Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru hakkını kullanan Şahin Alpay ve Mehmet Altan’ın tutuklu yargılanmasında “hak ihlali” olduğuna kararı verdi. Karar mahkemenin sayfasında yayınlandı. Ama yargılandıkları mahkeme her ikisinin de tahliye taleplerini reddetti.
(Anayasa Mahkemesi’nin yargılamanın esasına girdiği eleştirilerini anlamak da zor. Uzun tutuklulukla ilgili bireysel başvuruda esasa girmeden ihlal olup olmadığı nasıl anlaşılabilir? Bu karara şerh koyan Sezer dönemi atanmış mahkeme üyelerinin de oy verdiği 2013’teki Balbay kararında da, benzer kararlarda da esasa girilmişti.
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/12/20131213-10.pdf.
AİHM’den çıkan ihlal kararlarında da esasa giriliyor. Mahkemenin daha önce can Dündar hakkında verdiği kararla Dündar’ın kaçmasını sağladığı iddiası da safsata. Dündar hakkında yurtdışı çıkış yasağı koymayan mahkeme. Tahliye olduktan sonra 4 ayda beş kez yurtdışına gidip ülkeye dönmüş. En son gidişinde ise (darbeye 10 gün kala) kalmış. )
Peki, 17/25 Aralık’ı yapan komiserlerin amiri Hüseyin Çapkın’ı tahliye eden, ki haklı bir karar bu, mahkemeler, o 17/25 Aralık üzerine sadece yazı yazmış, 533 gündür tutuklu yargılanan 74 yaşındaki Şahin Alpay’ı neden tahliye etmemekte ısrar ediyor?
Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararına göre “prediyabet, koroner arter, hiperlipidemi, hipertansiyon, hiperürisemi, multinodüler guatr, uyku apnesi, kalp damarlarında ve beyne giden damarlarda tıkanıklık rahatsızlıkları bulunan, geçen hafta anjiyo geçiren Şahin Alpay’ın hakkında tutuklu yargılandığı iddianamedeki iddialara bakalım.
İddianamede, Şahin Alpay için üç müebbete gösterilen tek delil Zaman gazetesinde Aralık 2013 ile Mart 2014 tarihleri arasında yayınlanmış altı adet köşe yazısı. İddianamede bu altı köşe yazısı dışında aleyhte başka hiçbir delil yok. Bu altı yazıdan en yenisinin tarihi de 29 Mart 2014. Yani henüz Hüseyin Gülerce’nin Zaman’da yazdığı zamanlar bunlar. Ve daha başka isimlerin...
İddianamede aynı davadan yargılanan Şahin Alpay, Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan Mümtazer Türköne’ne için suçlama şu: “...medya organlarında görev yapan köşe yazarlarının; başlıklarının ve yazılarından seçilen kısımların 'cımbızla çekilip' alınmadığı, konjonktürel ve tarihi perspektifle bakıldığında bu yazılardaki ifadelerin 'mecaz' ya da 'metafor' olarak izah edilmeyeceği, genel olarak operasyonların ve arınma sürecinin devam ettiği dönemlerde kaleme alınan yazılarda Hükümete sadece muhalefet yapılmadığı veya eleştiri yöneltilmediği; görünürde suç unsuruna rastlanılmayan yazılarında dahi basın ve ifade özgürlüğünün sınırlarını aşarak devlet yetkililerinin ve kurumlarının haklarını ihlal niteliğinde ifadeler kullandıkları ya da ön hazırlık niteliğinde yazılar yazdıkları...”
Ama “Görünürde suç unsuruna rastlanılmayan” yazılarda bile suç unsuru bulan iddianamede Şahin Alpay’ın üçer müebbet istenen altı yazısından dördünün sadece başlıkları vardı.
Neyse ki Anayasa Mahkemesi, kararında üç müebbet istenen bu altı yazıyı tek tek bulup incelemiş. Aynı dönemde başka gazetelerde de benzerleri çıkmış, 17/25 Aralık operasyonlarına destek veren ve hükümetin tutumunu eleştiren yazılar bunlar. (Bugün değil, o gün güçlü oldukları günlerde bu sütunlarda da sık sık eleştirdiğimiz yazılar.)
http://www.kararlaryeni.anayasa.gov.tr/Content/pdfkarar/2016-16092.pdf
21 Aralık 2013 tarihli "Din Savaşıymış", 28 Aralık 2013 tarihli "Erdoğan ile Batı Arasında", 8 Şubat 2014 tarihli "Evet, suç da ceza da şahsidir", 1 Mart 2014 tarihli "Bu millet bidon kafalı değildir" ve 29 Mart 2014 tarihli "Çıkar yol Erdoğansız hükumet" başlıklı yazılarla ilgili savcılığın ortak suçlaması epey müphem: “algı mühendisliğine katkıda bulunmak.”
24 Aralık 2013 tarihli "Cumhurbaşkanı Seyirci Kalamaz" başlıklı yazı içinse başka bir suçlamada bulunmuş savcı: “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yaşananlara seyirci kalmaması gerektiğini vurgulayarak kurumlar arasında çatışma yaratmayı hedeflemiştir.”
Yani bugünkü gazetelerde cuma namazı çıkışı 11. Cumhurbaşkanı Gül’ün yaptığı açıklamaları kaleme almış bütün yazarlara yapılabilecek bir suçlama bu.
İddianamede yazarları “darbeye zemin hazırlamak”la suçlayan ve lehte delil toplamayan savcıya karşı, Anayasa Mahkemesi lehteki delillere de bakmış ve Şahin Alpay’ın savunmasından bir başka yazısını kararına koymuş. Darbeden bir gün önce 14 Temmuz 2016 günü Zaman’ın devamı olarak çıkan Yarına Bakış gazetesindeki “Muhalafetin Sefaleti” başlıklı yazısı şöyle:
“Ulusalcılar' askeri vesayete dönüş çağrıları yapıyor olabilirler. Ne var ki, bu ülkede askeri vesayet uzun yıllar denendi; neticede bugün karşı karşıya olduğumuz faciayı hazırladı. Tek çıkış yolumuz otokrasiye karşı özgürlükçü ve çoğulcu demokrasi için mücadele. Bir umut hala, AKP içinde partinin 'fabrika ayarlarına' (parti programına) dönü; için başlatılabilecek bir diriliş hareketi."
Yarın yapılacak darbeyi bilen veya destekleyen bir yazarın yazısına pek benzemiyor.
(Şahin Alpay’la ilgili Anayasa Mahkemesi kararından sonra sosyal medyada dolaşan, 2015 tarihli bir FETÖ kanalında yaptığı “''Fethullah Gülen İslam dünyasının en barışçıl din adamı. Siz kim oluyorsunuz? Fethullah Gülen'e terörist diyecek kim oluyorsunuz yahu?'' dediği konuşma iddianamesinde yer almıyor. Yani mahkemede “FETÖ’nün karanlık yüzünü göremediği için duyduğu pişmanlığı” anlatan Alpay bu konuşması nedeniyle yargılanmıyor. Ayrıca herhalde “Fethullah Gülen’in gerçek yüzünü zamanında görememek” diye bir suç kimsenin işine gelmez. Her zaman bunu daha önce gördüğünü söyleyen birileri çıkabilir çünkü. Bu durumda bu konuşmanın benzerini 4 yıl önce Meclis’te Adalet Bakanı olarak yaptığı için eleştirilen Bekir Bozdağ’ın haklı savunmasını herkes kendisi için tekrarlayabilir: “Ben o konuşmayı inanarak yaptım. Şimdi yaptığım konuşmaları da inanarak yapıyorum. Çünkü o dönemde Fetullahçı terör örgütünün suç, ihanet şebekesi olduğuna dair bir bilgim yoktu. Ne zaman bir terör örgütü, ne zaman suç örgütü ve ihanet şebekesi olduğunu gördüm ondan sonra çok net konuşurum.”)
Ama darbeyi önceden bildiği ve darbeden bir gün önce de televizyonda bunu ‘subliminal’ mesaj vererek ima ettiği iddiasıyla tutuklanan, 478 gündür tutuklu yargılanan, Şubat ayındaki duruşmada hakkında istenen müebbet hapis cezasıyla ilgili karar verilecek bir başka sanık hakkında da karar verdi Anayasa Mahkemesi: Mehmet Altan.
http://www.kararlaryeni.anayasa.gov.tr/Content/pdfkarar/2016-23672.pdf
Herkesin İkinci Cumhuriyet tarifiyle tanıdığı, bildiği, bir zamanlar Star’ın başyazarlığını yapmış, Çetin Altan’ın oğlu bir ekonomi profesörü Mehmet Altan. FETÖ’cü olmadığına Mehmet Ağar bile kefil olabilir. Son 4-5 yılda yazdıkları, onlara karşı yazdıklarımız üzerine artık konuşmaya gerek yok.
Hakkındaki iddialara bakalım.
Mehmet Altan, Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak, örgüt yöneticisi ve üyesi olarak yargılanan Ekrem Dumanlı, Emre Uslu, Osman Özsoy gibi isimlerin yer aldığı 17 kişilik bir iddianamede “örgüt adına suç işlemek iddiasıyla” yargılanıyor. Haklarında müebbet hapis cezası isteniyor. Mahkemeleri Şubat ayında kararını açıklayacak.
Bu torba iddianameye üçünün sokulmasının sebebi ise 14 Temmuz 2016 günü Can Erzincan Tv’de Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın her Perşembe yaptıkları ve o hafta Ahmet Altan’ı konuk ettikleri Özgür Düşünce isimli programda söyledikleri.
Oraya geçmeden önce, hem iddianamenin hem de Anayasa Mahkemesi’nin kararının niteliği hakkında net bir fikir sahibi olmak için, Mehmet Altan aleyhine iddianamede yer alan ve savcının önemle üzerinde durduğu bir delil üzerine Anayasa Mahkemesi’nin değerlendirmesini okuyalım.
Bu delil 2010 tarihinde başyazarı olduğu Star gazetesinde yazdığı “Balyoz’un Anlamı” adlı bir yazı:
"Balyoz'un Anlamı" başlıklı yazı ise ulusal ölçekte yayın yapan Star gazetesinde yayımlanmıştır. Anılan gazetenin FETÖ/PDY'nin yayın organlarından biri olduğuna dair iddia bulunmamaktadır. Öte yandan anılan yazının yayımı 201O yılında gerçekleşmiştir. Soruşturma makamlarının bu dönemde FETÖ/PDY'nin bir suç örgütü olduğuna ve bunun kamuoyunca bilindiğine dair bir tespit ve iddiası mevcut değildir.”
Eğer Nazlı Ilıcak da Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapsaydı, Ilıcak’ın darbeciliğine iddianamede gösterilen şu delil de mahkeme üyelerinin dikkatinden kaçmazdı:
“Şüphelinin 12 Eylül askeri darbesinden önce 1978 yılında sıkıyönetim ilan edilmesine açıkça destek verdiği, dönemin Tercüman gazetesinde yayınlanan 17/12/1978 tarihli yazısında "13 ilde sıkıyönetim yürürlüğe girdi. Huzura susamış milletimiz yürekten sesleniyor: Merhaba asker..." şeklinde söylemde bulunduğu, darbeye zemin hazırlayan medyanın önemli unsurları arasında bulunduğu.”
İddianamede Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın FETÖ ile ilişkisi için bulunan tanıklar da FETÖ’nün eski yöneticilerinden Nurettin Veren ve iddianamenin ilk bölümünde FETÖ’nün kumpasları anlatılırken yazısı örnek gösterilen Hüseyin Gülerce.
İlk tutuklama gerekçelerinde şöyle denmişti:
“...birlikte darbe çağrışımıyla subliminal mesaj içeren söylemlerde bulundukları, bu söylemler kapsamında Türkiye Cumhuriyetini ve Cumhurbaşkanını tehdit ettikleri, darbenin gerçekleşeceğini beyan ettikleri, darbe girişimini terör örgütünce fikir ve eylem birliği içerisinde olmadan bilmelerinin ve bunu bir gün önce kamuoyu algısını şekillendirecek biçimde beyan etmelerinin mümkün olmayacağı, hiçbir demokratik düzende darbe girişimini desteklemenin veya darbeyle seçilmiş hükumeti tehdit etmenin basın veya ifade hürriyetiyle açıklanamayacağı, bu şekilde darbe girişiminde bulunan terör örgütü mensubu bir asını asker şahıslarla birlikte iştirak halinde atılı suçları işledikleri anlaşılmıştır.”
“Darbe çağrışımıyla subliminal mesaj verme” iddiasındaki “subliminal” kelimesinden iddianamede vazgeçti savcılık.
Anayasa Mahkemesi ise ‘subliminal darbe propagandası yapıldı’ denen 2 saat 32 dakikalık programın, savcılık iddianamesindeki eksik dökümünü değil, kendi yaptırdığı dökümü esas alarak şu değerlendirmeyi yapmış:
“Başvurucunun sarf ettiği sözlerin içeriği ve bağlamı , anılan sözler öncesinde ve sonrasında diğer konuşmacılar ile başvurucu tarafından dile getirilen hususlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde; bu sözlerin -tereddütsüz bir şekilde- darbe çağrısı olarak nitelendirilmesi ve başvurunun bunları ertesi gün gerçekleşecek olan darbe teşebbüsünü bilerek kamuoyunu buna ha ırlamak amacıyla söylediğinin kabul edilmesi zordur. Aksi durumda kullanılan sözlere, objektif bir gözlemcinin verebileceği anlamın ötesinde anlamlar yüklenmesi sonucu doğabilir. Nitekim programdaki konuşmalarda Hükumetin iki yıl sonra yapılacak seçimlerde veya seçim öncesinde iktidar partisinden bir kısım
milletvekilinin bir başka siyasetçiyle birlikte yeni bir parti kurması sonucunda değişebileceğine yönelik öngörülerde bulunulmuştur.”
2 saat 32 dakikalık programda bildiğimiz görüşlerini tekrarlıyor, siyasi analizler ve tahminler yapıyorlar, hiç de yarın darbe olacağını biliyor gibi bir halleri de yok. Nazlı Ilıcak aralarda, kanalın 20 Temmuz’dan itibaren Hotbird üzerinden yayın yapacağını duyuruyor. 2019 seçimi tahminleri yapılıyor, Meral Akşener’in şansı değerlendiriliyor. Darbe iması yaptıkları söylenen konuşmalarda konu sonunda hükümeti izleyen ve harekete geçebilecek yapı olarak Ergenekon’a bağlanıyor. Ahmet Altan EMASYA, illerde askerleri mülki yetkiler veren düzenlemeleri darbelerin önünü açtığını söyleyerek, hükümeti uyarıyor.
Programın tamamının videosu için
https://www.youtube.com/watch?v=GYe1GRGQMWY
(Programda darbeyi bildikleri ya da ima ettikleri iddia edilen, sosyal medyada 1.20 saniyelik montajlı bir versiyonu dolaşan bölümün tam dökümü ise şöyle;
Ahmet Altan: Sadece aletle mi dinlediler demek istiyorum. İnsan unsuru yok mu? ... Oralarda kim olduğunu biz biliyor muyuz? ... Bu ülkenin zirvesinde bir sürü tuhaf adam dolaşıyor ... Onların kim olduğunu kimse biliyor mu? Kim onlar? Kimler? Ya sadece tamam dinlediler biliyorlar ama sadece dinleyerek mi biliyorlar? Ondan da çok emin değilim. Ama şu var: Ben seni biliyorum ben seni tanıyorum. Ne halt ettiğinin bütün kayıtları bende var. Almanya da Amerika da bunu söyledi. Burda çok tehlikeli şeyler var. Sadece iç hukukumuza göre eğil uluslararası hukuka göre de suçlar var ve bunların ne zaman gündeme geleceği ne olacağı hiç belli değil. AKP'liler için de hakikaten üzülüyorum
Mehmet Altan: Ayriyeten tabi buradan bir parantez açmak lazım, sadece teknoloji ile mi dinlediler? Yanındaki kimler dendiği vakit, yani bir devlete birisi hakim olamaz. Eğer birisi, hukuk dışı bir şekilde seçilmiş birisi, hukuka uygun olarak o devleti yönetebilir ama hukuk dışı bir anlayışı suç işleyerek bir devleti ele geçirmeye kalkacağını sanmak. Eğer o devlet var olmaya devam edecekse, bu bir gaflettir ve Türkiye Devletinin içinde de muhtemelen bütün bu gelişmeleri ş dünyadan daha fazla belgeleyen, izleyen bir başka da yapı var. Yani onun ne zaman torbadan yüzünü karacağını, nasıl çıkacağı da belli değil. Yani işte köşkü kurdum diyorsun, bu köşk de senin
Ahmet Altan: Noluyor
Mehmet Altan: Etrafındaki adamlar
Nazlı Ilıcak: Kaç masraf acaba, o kadar çünkü para yetmiyor.
Mehmet Altan: Neyi gözetliyor? Kimin adına yani? Ne zaman ne olacağı, padişah mülkün sahibi, muhalefeti yok. Bütün bu kavgalar aslında devlet içi kavgalar. Çünkü devleti ele geçirmeye kalktığın vakit; bir metabolizmayı yok etmek istiyorsun. Eee .. o metabolizmanın da kendi refleksleri var. O refleksi gösterecek unsurlar nedir? Bunları yok edemezsin. Edersen, o zaman zaten devlet ve toplum yok olur. Bu olmayacaksa etmen mümkün eğil. Peki onun unsurları ne? Gözetleyeni kimler?
Ahmet Altan: Bence burası çok tehlikeli bir yerdir. Türk Devleti çok tehlikeli bir devlettir. Çok buzul gibi, çok yavaş, çok ağır kımıldar. Ama daima kımıldar, daima hareket eder ve bir kere kayıtlarına seni aldıktan sonra bir daha seni bırakmaz. Bence AKP 'yi de Erdoğan 'ı da çoktan devlet kayıtlarına aldı . Bütün kayıtlarda bulunuyor. Ayrıca ne kadar doğru bunu bilmiyorum, bunu doğru olarak söylemiyorum fakat okuduklarımıza göre ki; ya anlamadılar Ergenekon'dan epeyce adam şu anda sarayın danışmanı olarak o Beştepe denilen yerde dolaşıp duruyor.
Nazlı Ilıcak: Ne faydası var böyle? Bunu niye alıyor? Bu kadar güveniyor mu hakikaten yoksa?”
***
Ahmet Altan: Ama şunun böyle korkunç tehlikeleri var, Türkiye’de gerçekleşmiş askeri darbelerin önünü açan gelişmeler her ne ise, Erdoğan bugün aynı kararları vererek o yolları teker teker açıyor. Yani şehirlerin yönetiminde mesela generallere sivillerden öncelik tanıyan bir yasa çıkarttı. İsterse general şehri yönetecek. Bu EMASYA denilen planı bir daha canlandırdı. Ayrıca sen eğer askerlerin yargılanmasını izne bağlarsan eee adam darbe hazırlığını çok daha rahat yapar. Yani kim yargılayack ki darbe yaparsa? Çok daha rahat bu işler kolay her türlü...)
Ama bütün bu ayrıntıların, delillerin, hukuki değerlendirmelerin pek çok kişi için pek bir kıymeti harbiyesi yok.
Çünkü Şahin Alpay, Mehmet Altan için hüküm iddianamelerindeki delillerden değil, onlar hakkındaki kanaatlere bakılarak veriliyor.
Kimi “şu yazısı için yargılanmayacak mı yani” diye soruyor, bazıları 17/25 Aralık- 15 Temmuz arasında aldıkları pozisyonlara kızıp hüküm veriyor, kimi taa Merve Kavakçı’yla Meclis’e geldiği günden beri Nazlı Ilıcak’a kızgın, bir diğeri İkinci Cumhuriyet dediği için Mehmet Altan’tan nefret ediyor, pek çoğu Taraf’ın manşetleri için Ahmet Altan’a öfkeli, bazıları Fethullah Gülen’i gözü kapalı övdüğü tv konuşması için Şahin Alpay’ın hapiste kalmasını savunuyor...
En az 40 yıldır Türkiye’de bir sürü konuda pozisyon almış, söz söylemiş, tartışma yaratmış, bu isimler hakkında herkesin haklı haksız bir kanaati olması doğal. Ama bu insanlar kendileriyle ilgili kanaatlerle değil, iddianamelerdeki suçlamalar ve aleyhlerine gösterilen delillerle yargılanıyorlar.
Onlarla olan fikri, siyasi kavgaların yeri bu yargılamalar değil. Ayrıca hiçbir fikri kavga savcılık eliyle kazanılmaz.
Türkiye’de hukuk alanında çok ciddi eksikler var. Ve bu eksiklerin hiçbiri Themis Hanım’ın ecnebi olmasıyla ilgili değil Alev hanım. Ama Türkiye’de hiç var olmayan bir hukuk türü var; karşı olduğumuz insanların hukuku.
Düşman olarak bellediğimiz, fikirlerini, pozisyonlarını beğenmediğimiz, varlıklarına karşı olduğumuz insanların hukuku. Neredeyse onlar insan değil, türümüzün devamı için yok edilmeleri gereken neandertaller. Onlara karşı hukuku geçtik, hiçbir ahlaki sorumluluk da duymuyoruz.
Yoksa 74 yaşında geçen hafta anjiyo olmuş, altı köşe yazısı için 533 gündür tutuklu yargılanan bir yazarın, tutuklu değil tutuksuz yargılanması gibi basit bir hakkın ülkenin en üst yargı kurumu tarafından tanınması karşısındaki bu tahammülsüzlüğün hukuken bir açıklaması yok.
74 yaşında bir yazarın 533 gün sonra tutuksuz yargılanmasını istedi diye Anayasa Mahkemesi’ni ezip geçmenin de mantıklı bir açıklaması yok.
Anayasa Mahkemesi delillere ve kanunlara bakarak kararını verirken, onun kararını görmezden gelerek tutukluluğun devamına karar veren yerel mahkemeler kanaat notlarını kullandılar.
Günün sonunda ortaya çıkan ve pek iç açıcı olmayan denklem şu oldu;
Mahkemeler için Mehmet Ağar’ın kefilliği büyüktür Anayasa Mahkemesi’nin kararından...
Bu denklemden çıkacak kanaat notu kimseye sınıf geçirmez...