Lübnan’a gelişimden sonra ilk gönderdiğim yazıda ülkeye bir istikrar ve sükûnet havasının hâkim olmaya başladığını, güvenlik konusundaki endişelere dayandırılan polisiye tedbirlerin azaltıldığını dile getirmiştim.
Fakat bununla birlikte ortaya çıkan durumun yeterince rahatlatıcı olmadığını, yeni bir kriz ihtimalinin bulunmadığını da göstermeyeceğini ifade etmiştim. Bunun hem içerden hem de dışardan kaynaklanan muhtelif sebepleri var.
Uluslararası emperyalizmin Lübnan’dan elini çekmeye niyetli olmadığı biliniyor. İçeride de geçici bir siyasi çözüm bulunmuş olmakla birlikte muhtelif siyasi akımların çizgileri, tutumları ve dışarıyla bağlantıları değişmiş değil. Biz de ortaya çıkan siyasi havanın bu çerçevede genel bir tahlilini yapmak istiyoruz.
Lübnan’ı uzun süre meşgul eden cumhurbaşkanlığı meselesi eski Genelkurmay Başkanı General Mişel Süleyman’ın seçilmesi üzerinde ittifak sağlanması, ordu mensuplarının cumhurbaşkanlığına seçilebilmeleri için emekliliklerinin veya istifalarının üzerinden iki yıl geçmesi şartı arayan Anayasa engelinin de “ulusal çıkar” hatırına görmezden gelinmesiyle çözülmüş oldu. Toplumsal çalkantıya ve bazı çatışmalara sebep olan siyasi krizin aşılması için de bir ittifak hükümeti oluşturuldu. “Ulusal Birlik Hükümeti” adı verilen bu ittifak hükümetine daha önce muhalefette olan siyasi akımlar da dâhil edildi.
Lübnan’daki gelişmeleri yakından takip eden ve bu ziyaretimizde kendileriyle sohbet ettiğimiz, basın mensubu bazı dostlarımız kurulan hükümeti bir “yamalama hükümet” olarak nitelendiriyorlar. Ortaya çıkan krizin aşılması için böyle bir yamalama yapmanın zaruret haline geldiğini fakat gerçek anlamda bir çözüm olmadığını dile getiriyorlar. Yamalama denmesinin sebebi ise çok farklı siyasi renklerin aynı çatı altında toplanmak zorunda kalmasıyla bir hükümet kadrosunun oluşturulmuş olması.
Yine aynı sebepten dolayı hükümetin kurulabilmesi ve krizin aşılması için ittifak oluştuğunu fakat muvafakât oluşmadığını dile getiriyorlar. İttifak ortak bir hükümet kadrosu oluşturulması için sağlanmış durumda. Fakat hükümet kadrosunda temsil edilen siyasi oluşumların her biri ihtilaf mevzuu olan meselelerde aynı görüş ve çizgi üzerinde ısrarlı. İhtilafların aşılması ve ihtilaf mevzuu olan meselelerde ortak tavır belirlenmesi için herhangi bir görüşme yapılmış değil. Zaten söz konusu hükümetin kurulması aşamasında bunun gerçekleştirilmesi de mümkün değildi. O durumda siyasi kriz daha da derinleşecek ve çözüm formüllerinin önü tümüyle tıkanmış olacaktı. Bu sebeple ihtilaf mevzuu meselelerin tartışılması, siyasi krizin aşılması için bulunacak formülün uygulamaya geçirilmesinden sonraya bırakıldı. Fakat siyasi akımların sergilediği tutum bu meselelerin aşılmasının çok da kolay olmayacağını gösteriyor.
İhtilaf mevzuu olan en önemli meselelerden biri direniş güçlerinin statüsü. Hizbullah, direniş güçlerinin dağıtılmasına ve silahtan arındırılmasına kesinlikle karşı çıkıyor. ABD tarafından açık bir dille desteklenen 14 Mart Güçleri ise direniş güçlerinin dağıtılmasını, silahlarının toplanmasını, sadece resmî ordunun silahlı güç olarak kalmasını istiyorlar. Bu konudaki tutumlarından vazgeçmeye de kolay kolay yanaşmayacakları anlaşılıyor.
14 Mart Güçleri’nin direniş konusundaki tutumlarının kendileriyle ilgili tarafı da var tabii. Hizbullah’a silahlı güç bulundurma konusunda ayrıcalık tanındığını iddia ediyor ve buradan yola çıkarak kendi konumlarıyla ilgili muhtelif gerekçeler ileri sürüyorlar. Ama görüldüğü kadarıyla bu konudaki tutumları büyük ölçüde ABD tarafından kendilerine telkin edilen stratejinin takip edilmesiyle ilgili. Biraz önce de ifade ettiğimiz üzere ABD bu gruba açıktan destek veriyor ve yardımcı oluyor. Onun bu destek ve yardımı karşılıksız sağlaması beklenemez. ABD’nin Lübnan’la ilgili stratejisinin ana hedefi de işgalci Siyonist devleti rahatsız eden, endişelendiren ve korkutan Hizbullah’ın askerî kanadının dağıtılmasıdır. Eğer bir siyasi akım veya ittifak bunu kendisine öncelikli amaç edinmemişse ABD’nin ona destek vermesinin ve yardımcı olmasının herhangi bir anlamı kalmayacaktır. 14 Mart Güçleri de söz konusu meselede kendilerine telkin edilen tutumdan vazgeçmeleri durumunda ABD desteğinin sona ereceğini biliyorlar. Ama bunu doğrudan kendileriyle bağlantılı gerekçelere dayandırıyorlar.
Bu tıpkı Filistin’deki Fetih hareketinin HAMAS’la diyaloğa yanaşmamasına benziyor. Çünkü HAMAS’ın reddi ve yıpratılması Abbas’a destek veren ABD’nin öncelikli amacıdır.
VAKİT