Lübnan’da Şiî Sünnî gerginliği

Serdar Demirel

Ortadoğu’da Şiî nüfuzunun artmasından şikâyet eden Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır’ın bunu önlemek için beraber hareket ettiği,

Lübnan’da siyaseten Sünnî toplumunu temsil ettiğe kabul edilen Başbakan Saad Hariri’yi destekledikleri ve Hariri üzerinden Hizbullah’ı zayıflatmaya çalıştıkları bir vaka.
İran ve Suriye’nin de müttefik olduğu, Hizbullah’ı destekledikleri bir sır değil. İki zıt kampta yer alan bölge güçleri epeydir Lübnan’da destekledikleri gruplar üzerinden niyâbeten bir savaş yürütmekteydiler.
Bu kutuplaşma Hizbullah lideri Hasan Nasrullah’ın meydan okumasıyla çok tehlikeli bir aşamaya gelip dayandı. Bunun sebebi de, 2005 yılında malûm suikastla katledilen eski Başbakan Hariri’nin ölümünü soruşturan, Birleşmiş Milletler Lübnan Özel Mahkemesi’nin gelecek günlerde açıklanması beklenen iddianamesinde, Hizbullah’ı suçlayacağı ve lider kadrosundan önemli isimlerin mahkemeye çıkarılmasını isteyeceği iddiası.
İşte Hasan Nasrullah buna meydan okudu ve hiç kimseyi teslim etmeyeceklerini açıkladı. Bir alarmdı bu. Şiî Sünnî toplum kesimleri arasında bir iç savaş çıkma sinyalini vermişti. İsrail’in böylesi bir savaşı çıkartmak için Mahkeme üzerinde sahip olduğu nüfuzu seferber etmiş olması da komplonun boyutuna işaret etmektedir.
Bu gelişmeler Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdülaziz Al Suud ve Suriye lideri Beşşar Esad’ı Cuma günü Lübnan’a gelmeye zorladı.
Hariri’nin öldürülmesiyle Lübnan’dan çıkarılan Suriye’nin bu ziyareti hem sembolik anlamda hem de ilerideki etkileri açısından önemlidir. Suriye uluslararası sistem içine çekiliyor. Buna Türkiye’nin de önemli katkılar sunduğunu görüyoruz. Suudi Arabistan ve Suriye yakınlaşmasını da bu minvalde görmekteyim.
Kral Abdullah’ın, geçen yıl Ekim ayında Şam’ı ziyaret etmesi, sonrasında Kral Abdullah ve Esad arasında yaşanan mektup trafiği, bu yıl Mart ayında Şam’da gerçekleştirilen Suriye-Suudi Arabistan Karma Komisyonu toplantısında imzalanan gümrük, ticaret, ekonomi ve çifte vergilendirmenin önlenmesi gibi işbirliği anlaşmaları hep bu kabilden.
Bu iki ülkenin liderlerinin gelecekte bütün bölgeyi etkisi altına alacak gerilimli günlerin tansiyonunu düşürmek üzere Lübnan’a gelmesi ve olası bir çatışmanın tarafları üzerinde baskı oluşturmaları Şiî ve Sünnîlerin ortak maslahatının icabıdır.
Çünkü her iki devlet de Şiî Sünnî gerginliğinin bütün Ortadoğu’ya yayılma istidadı taşıdığını gâyet iyi biliyor. Özellikle de Suud tarafı kendi içinde yaşayan ve petrol yataklarının üzerinde mukîm olan Şiî kabilelerden biliyor bunu.
Korkuyor. İran’daki Şiî yönetimin bölgede yaşayan Şiîleri nasıl heyacanlandırdığını tâ devrimin ilk yıllarında görmüştü. Bu heyecanı kontrol edebilmek için bütün dünyaya selefilik çıkarma hamlesini başlatmıştı, tabiî anti Şiîlik üzerinden. Bedava kitaplar basıp dağıtmıştı. Şiîlere reddiye içeren kadîm kitaplar tahkikli veya tahkiksiz basılıp piyasaya alelacele sürülmüştü.
Bugün kanlı sonuçlarını gördüğümüz Pakistan’da vücut bulmuş Şiî Sünnî çatışmasının temelleri o günlerde atılmıştı. İran tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen bir bombalı saldırıyla öldürülen meşhur âlim İhsan İlahî Zahir’in Şia’yı tekfir eden etkili vaaz kasetleri ve kitapları Arap dünyası başta olmak üzere birçok Müslüman ülkede tesadüfen popüler olmamıştı.
O günlerde İran da Suud karşıtlığını en az o sertlikte bir zeminde sürdürmüş, ideolojik argümanlarını Vahabi aleyhtarlığı üzerine kurmuştu. Böylece Vahabiliğe karşı duyarlı olan Sünnî dünyanın önemli bir kesimini tarafsız kılmayı hedeflemişti. Etkili olan “Suudi-Amerika” kavramsallaştırması da İran’ın literatüre bir hediyesiydi. İran ideolojik savaşında Vahabilik karşıtı her kesimden yararlanmayı bilmişti.
Öyle ki; Osmanlı ulemâsı tarafından Vahabiliğe karşı yazılmış küçük risaleleri bile İngilizce’ye tercüme edip Tahran’da basmış ve dünyanın muhtelif köşelerinde ideolojik savaşının bir aracı kılmıştı. Kitapların Osmanlı dönemi alimlerine ait olduğu özellikle vurgulanmıştı. Ama o kitapların nerede basıldığı yazmıyordu. Bu kitaplardan birkaçını Tahran Üniversitesi’nin dibindeki bir kitapçıdan satın almıştım.
Bugün Ortadoğu’da yaşanan Şiî ve Sünnî kamplaşmasında bu iki devletin dünkü ideolojik kapışmasından büyük izler vardır. Tekrar bir kısır döngünün içine girilmemesi adına, bölge ülkelerinin bu tür siyasi ittifak arayışlarına girmeleri desteklenmelidir. Yalnız bu yapılırken İran tecrit edilmemelidir. Yoksa başlatılan hamle akim kalmaya mahkûm olacaktır.

VAKİT