Fikirler, idealler ve duygular akıl tarafından kontrol altında tutuldukları müddetçe insana katkısı olan, faydası ve bereketi olan melekelerdir. Aklın bu melekeleri kontrol altında tutabilmesi için de sağlıklı çalışması gerekir. İşte bunun için de Vahyin aydınlığında bir akıl fikirleri, idealleri ve duyguları kontrol edebilir.
Asabiyet olarak tanımlanan taraftarlık ve biz bilinci de ancak bu kontrol ile anlamlıdır. Asabiyetten %100 kurtulmak imkansızsa da asabiyeti ehlileştirmek ve hatta olumlu bir ilişki ağına köprü yapmak ta mümkündür. Aile bağları, etnik kimlik, dini mensubiyet, bir mezhepten olma, herhangi bir fikir ekolüne, cemaate tabi olma, erkek ya da kadın olma gibi aidiyet içeren her türlü ilişki-kimlik ağı ancak ve ancak Vahyi ilkeler ışığında sağlıklı düşünebilen salim aklın kontrolünde rahmet olurken bu kontrolden bağımsızlaştığında ise fitne olur.
Türkiye’de yaşanan İslamcılık deneyimi de benzeri asabiyye ağlarıyla örülüdür. Dediğim gibi asabiyye tek başına kötü olmadığından bu ilişki ağlarını yararlı toplumsal kurumlara da dönüştürebiliriz ama böyle olmadığında fitne odakları halini de alabilirler. Daha da somutlaştırırsak, Türkiye İslamcılığı gerek dayandıkları kökenler ve fikirler dolayısıyla parçalı bir yapı arzetmektedir. Genel söylemin ayrıntılarında gizli olan bu farklılıklar ise yaşanan kimi olaylardaki yavır ve tepkilerde kendini açığa vurmakta, bu olaylar bizim daha uzağımızda yaşanan ama ilişkide olduğumuz havzalarda olduğunda bu daha bariz gözlemlenir hale gelmektedir.
Irak işgali ve 11 Eylül saldırısı gibi iki önemli olayda bu asabiyet daha da gözlemlenir hal almıştır. Şiilik, Sünnilik, Selefilik, Tasavvufçuluk gibi asabi bağlar asabiyetçiliğe dönüşmüş, adalet, sevsek dahi hata yapana karşı olmak sevmesek dahi haklının yanında yer alma sorumluluğu mezhep, meşrep ilişkilerine feda edilir olmuştur.
Irak konusunda daha önce yazdığımız bir makalede bu durumun Irak işgali ve sonrasında nasıl yaşandığına değinmiştik.
Şimdi ise bahsettiğimiz asabiyye/grupçuluk eğiliminin nasıl bilinçaltlarından açığa çıktığını Lübnan’da gözlemleyebiliyoruz.
Nedir Lübnan’da olan? İsterseniz kısaca hatırlayalım:
Lübnan 80li yıllarda İsrail tarafından işgal edilir.
Bu yıllarda İran’ın silah ve organize desteğiyle Lübnan’da İslami direniş örgütlenir ve karşı atağa geçer. Öncelikle ABD savaş gemisine düzenlenen tarihi saldırıyla 250 civarında ABD askeri öldürülür ve ağır darbe alan ABD Beyrut’tan çekilir.
İsrail, Güney Lübnan işgalini Hizbullah’ın örgütlediği direniş sonucu son vermek zorunda kalır ve çekilir.
Lübnan’da ABD yanlısı bir tavır alan 14 Mart cephesi İsrail ve ABD ile yakın ilişkiler kurar buna karşılık ise Hizbullah İsrail-ABD ikilisine karşı Suriye ve İran ile yakın ilişkiler kurar. Temmuz 2006’da İsrail Lübnan’a saldırır ve tekrar işgal etme operasyonuna başlar. Hizbullah’ın direnişi neticesinde hezimete uğrar. Bu saldırı sırasında dahi işgal güçleriyle işbirliğinden kaçınmayan Hariri’nin Müstakbel partisi ve diğer 14 Mart cephesi liderleri Hizbullah’ın silahsızlandırılması için çaba gösterir. Hiçbir zaman Sünnilerle çatışmayan ve tek savaşın İsraille yapılması gerektiğini ifade eden Hizbullah’a karşı İsrail-ABD yandaşı Hariri laik yapısına rağmen Sünniliğin muhafızlığına soyunur. Bu sırada uzun soluklu bir cumhurbaşkanlığı krizi yaşanır. Hizbullah öncülüğündeki ABD-İsrail karşıtı güçler Beyrut’u kuşatır ve ABD-İsrail işbirlikçisi Hariri grubunun merkezlerine saldırır. Beyrut’un kontrolünü ele geçiren Hizbullah kısa bir süre sonra kontrolü devlet güçlerine teslim eder.
Şimdi tüm bu geçmişin üzerine Kuzey Lübnan’da bir dizi çatışma oldu. Bab-ut Tabbane ve Cebel Muhsin bölgelerinde meydana gelen olaylarda Lübnan ordusu kuvvet kullanarak yolları açtı ve gerginliğin daha da tırmanmasını engelledi.
Bu hafta direniş karşıtlarıyla Hizbullah yanlısı silahlı gruplar arasında Bab-ut Tabbane ve Cebel Muhsin bölgelerinde çıkan şiddetli çatışmalarda da 9 kişi hayatını kaybetti. Lübnan'da zaman zaman patlak veren şiddet olayları geçen ay yapılan Doha anlaşmasını tehlikeye sokuyor. Lübnan Milli Özgürlük Hareketi Lideri Mişel Aun, Trablus'ta yaşanan güvenlik olaylarının ABD'nin Lübnan için vaat ettiği “sıcak yaz” olduğunu belirtti. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı David Welch'in nisan ayında Suudi Arabistan'a yaptığı ziyaret sırasında “Lübnan'da bu yaz çok sıcak geçecek” sözüne atıfta bulunan Ulusal özgürlük Hareketi Lideri Mişel Aun, Trablus'ta yaşanan çatışmaların ABD planı olduğunu söyledi.
Peki bu durum bizim camiamıza nasıl yansıdı? Ortadaki saflaşmanın netliğine rağmen bazı “İslamcı” haber organları bu çatışmayı Sünni-Şii çatışması ya da Müslüman-Nusayri savaşı olarak lanse ettiler. Oysa saflaşma gayet netti ABD politikalarının Lübnan’daki temsilcileriyle Emperyalizme karşı direnen blok arasındaki çatışmalar mezhep savaşı olarak gösterilmeye çalışılıyordu. Peki olayları bu şekilde yansıtmak kimin işine yarıyor? Elbette ABD ve İsrail’in…
Lübnan’da meydana gelen siyasi krizin ardından, Hizbullah'ın geçici süreyle Batı Beyrut’u ele geçirip, el-Mustakbel Partisi Genel Merkezi’ni kuşatmasıyla oluşan yeni gündem Lübnan’daki Sünni İslami gruplar arasında keskin ayrışmaların meydana gelmesine neden olmuştu. Başta İslami Eylem Cephesi ve Tevhid Hareketi olmak üzere Hizbullah’a destek veren Sünni cemaatler Hizbullah’ın son eylemini “Amerika’nın ve Siyonizmin bölgeyle ilgili planına kucak açmış hükümeti yeniden doğru yola sürüklemek için yapılmış bir darbe” olarak nitelendiriyor. Her iki grup ayrıca, Hizbullah ile daha fazla işbirliği yapılmasını savunuyor.
Buna karşılık başta Selefi cemaatler olmak üzere belirli dini ve siyasi konularda Hizbullah’la uyuşmayan Sünni cemaatler “laik” olmasına rağmen hükümetle daha yakınlaşmaya ve buna paralel olarak Hizbullah’la olan ilişkilerinde daha sertleşmeye başladı. Öyle ki bu cemaatlerden bazıları kendi ifadeleriyle Lübnan’ı bir velayeti fakih devletine dönüştürmek amacıyla Hizbullah’ın yaptığı “Şii Darbeye” karşı ilk defa silahlı mücadele seçeneğine başvurdu.
Ancak el-Cemaa el-İslami (Lübnan İhvan-ı Muslimin Hareketi) gibi hükümetle muhalefet arasında tarafsız olmayı tercih eden cemaatler de çoğunluğa uyarak Hizbullah’ı daha eleştirir hale geldi. Yalnız bu cemaatlere göre Lübnan’da olan bitenler siyasi bir krizdir Sünni-Şii çatışması değildir.
Lübnan sünniliğinin tek bir temsiliyeti olmadığını görüyoruz. Sanırım Lübnan’da Ehl-i Sünnet Müslümanları temsil edecek en son isim de Laik mafya babası Saad Hariri ve onun İsrail-ABD işbirlikçisi Mustakbel hareketidir. Peki “Sünniler” diye Türkiye okuruna “yutturulan” Laik-Mafya hareketinin yanında kimler var? İşte size 14 Mart cephesi: Sosyalist Terakki Partisi, Dürzi lider Canbolat’ın partisi. Lübnan Maruni Güçleri Samir Caca tarafından yönetiliyor. Önceleri silahlı kanadı da olan Maruni ağırlıklı Hıristiyan partisi. Hatırlatalım Ca’ca, Sabra ve Şatilla katliamlarının 1 numaralı failidir. Toplum Partisi Pierre Germayel tarafından kuruldu. Laik Maruni partisi…
Evet. Tüm bu tabloya rağmen Şii düşmanlığı-Ehli Sünnet hamaseti üzerinde politika üretmek ne derece doğrudur? Hele ki Mahmud Abbas’tan hiçbir farkı olmayan onunla kendi ülkesinde aynı rolü oynayan Hariri’nin Türkiye’de propagandasını yapma talihsizliğine düşmek çok üzücü bir durum. Bu duruma örnek olarak Fadi Şamiyeh’in Müstakbel propagandası İslami kimliğe sahip bir web sitemiz tarafından Türkçeye çevirilebilmiştir. Tıpkı Hamas’ın El-Fetih güçlerini etkisizleştirmesi gibi karşı operasyonla emperyalist hamleyi boşa çıkartan Hizbullah’ın Beyrut kuşatması bu yazıda “Beyrut’ta Talan” olarak gösterilmiştir. Talancı Hizbullah olunca(!) mazlum da Hariri ve adamları oluyor tabi. Tabi bu arada Hariri ve hareketi Ehli Sünnet Müslümanlar olarak takdim edilerek aslında Hizbullah’ın Sünnileri talan ettiği gibi tamamen fitneye yönelik yayın yapılıyor. Peki kimdir Fadi Şamiyeh? Kendisi Hariri’nin gazetelerinde, Dürzilerin sitelerinde Hizbullah’a karşı mezhepçiliği yaymakla görevlendirilmiş bir kalem. Sünnilik maskesini biraz araladığınızda ABD-İsrail işbirlikçiliği, laiklik, mafyacılık, Dürzi-Sabra/Şatilla katliamcılarıyla oluşan dostluklar ortaya çıkıyor…
Son günlerde de Beyrut kuşatmasında ağır bir yenilgi alan Hariri grubu rövanç için Kuaey Lübnan’da sahneye çıktı. Lübnan’ın kuzeyinde bulunan Trablus kentinde Sa’ad Hariri yanlısı milislerle Cebel Muhsin bölgesi sakinleri arasında çatışmalar yaşandı. Öte yandan Lübnan’ın güneyindeki Sayda kentinde bulunan Aynu’l- Hilve Filistin Mülteci kampında meydana gelen patlamada Cundu’ş- Şam adlı selefi grubun bir sorumlusunun yaralandığı bildirildi. Ortaklıklar ve çıkarların nasıl ayrıştığına, kimin nereye hizmet ettiğine dikkatle bakmak gerekiyor. Şayet çoğu haber ajansı ve haber sitesine bakarsanız ortada bir mezhep savaşı var. Oysa daha yakından bakarsanız ortada ne savaşı olduğunu görürsünüz…
Lübnan’da Sünni mi, şii mi ya da hristiyan mı diye sormaktansa ABD-İsrail çıkarlarıyla uyumlu mu değil mi diye sormaktır en iyi yol…