“Ya bu akşam ya da yarın sabah operasyon başlayacak” denilse de İdlib için sadece Türkiye değil diğer tarafların da pozisyonunda birçok belirsizlik var. İlk belirsizlik örneğini Suriye’de yedi yıldır Lübnan’dan, Irak’tan, Pakistan ve Afganistan’dan toparlayıp Kudüs Ordusu şemsiyesi altında halka karşı savaştıran İran’dan verelim. İran Dışişleri Sözcüsü Behram Kasımi, İdlib’e düzenlenecek operasyona İran ordusu ve bağlı paramiliter güçlerin katılmayacağını beyan etti. Basın açıklamasında Kasımi’nin sarf ettiği vurgular öteden bu yana hiç değişmeyen klişelerden ibaretti elbette: “İran terörle mücadele için Suriye rejimine sadece danışmanlık hizmeti vermektedir.” İranlı, Iraklı, Afganlı, Pakistanlı ama hemen hepsi fanatik Şiilerden oluşan “100 bin’e yakın silahlı danışman” kan gölüne çevirdikleri Suriye’yi bir baştan diğerine yakıp yıkmışken ne olmuştu da sıra İdlib’e gelince geri durulacağı ilan edilmişti? Basra’da başlayıp bütün Irak’a yayılma istidadı gösteren İran karşıtı şiddetli protestoları yabana atmamak lazım. İlaveten Kasım ayında ikinci aşaması uygulamaya geçecek yaptırım kararlarının İran’ın içine düştüğü krizi derinleştirme ihtimalini de kenara not etmek gerek. Çünkü bu iki sıkıntılı alanda da Türkiye’yle olabildiğince yakın durarak hasarı olabildiğince azaltmayı hesaplıyor İran.
İdlib’i ezip geçerek Esed rejiminin zaferini ilan etme noktasında pek heveskâr davranan Rusya’nın da elini tutan bazı gelişmeler oldu, oluyor. Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Tahran Zirvesi’nden 10 gün sonra Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Putin’le gerçekleştirdiği görüşme iki ülke arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesine dönük bir buluşmaydı. Soçi buluşmasının hemen öncesinde Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov şu açıklamayı yaptı mesela: “İdlib'deki durum kritik. Rusya ve Türkiye'nin görüş ayrılıkları var. Bu da en üst düzeyde ciddi bir görüşme yapılmasını gerektiriyor.” İdlib’te kritik olan durum ve Rusya-Türkiye arasındaki görüş ayrılıkları neydi ki en üst düzeyde ciddi bir görüşme yapılmasını gerekli kılıyordu? Sakın kimse Rus uçaklarından atılacak füzelerin, Esed rejimi helikopterlerinden atılacak varil bombalarının, İran askerleri ve örgütlediği Şii milislerin yaylım ateşiyle öldürülecek kadın ve çocuklar hakkında endişelendiklerini filan sanmasın. Durumu kritik kılan insani endişeler değil askeri ve stratejik hesapların ters tepebileceği hatta çökebileceği endişesiydi.
Öncelikli Düşman: Devlet Terörü
Bakü dönüşünde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın özelde İdlib genel olarak da Suriye hakkında yaptığı değerlendirmeye bakarak Rusya ve İran’ın biraz olsun farklılaşmaya başlayan pozisyonunu değerlendirmek daha kolay ve makul olabilir.
İlk olarak Erdoğan’ın ağır sonuçlar doğurması yüksek ihtimal olan İdlib sürecine çözüm için iki ayrı istikameti/partneri işaretledi: Rusya ve Koalisyon Güçleri (ABD ve AB).
İkinci olarak Esed rejimini bir terör devleti olarak tanımladı tekrardan ve devlet terörüne karşı alınacak tedbirlerin önceliğini vurguladı.
Üçüncü olarak Türkiye’nin İdlib’te oluşturduğu askeri gözlem noktalarını tedbiren güçlendirmenin meşruiyetine ve zaruretine dikkat çekti.
Dördüncü husus ise eğer bir silah bırakma söz konusu olacaksa bunun bütün tarafları bağlaması gerektiğinin altını çizmekti.
Beşinci husus ise bütün bunların hepsini ortak bir bağlam içerisinde değerlendiren, anlamlı kılan ahlaki ve hukuki meşruiyetin kime ait olduğunu işaretleyen şu cümlelerde belirginleşiyordu: “(Rusya ve İran) Bize diyorlar ki: ‘Bizi buraya (Esed) rejim çağırdı.’ Biz de diyoruz ki: ‘Sizi rejim çağırdıysa bizi de buraya Suriye halkı çağırdı.’ Aramızdaki fark bu. Biz rejimi tanımıyoruz, Suriye devletini tanımıyoruz, onlar tanıyor. Biz Suriye halkını tanıyoruz. Onlar bizim kardeşlerimiz. Onlar bizi davet etti, biz de bu davet üzerine gittik.”
Onlar İşgalci Ama Biz Lejyoner Değiliz
Çirkin ve bıktırıcı bir mizansene yani “Suriye’nin toprak bütünlüğü” aldatmacasına dikkat çekerken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gerçekte yaşananları Amerika’nın 22 üssüyle, Rusya’nın 5 üssüyle Suriye’yi parselasyona giriştiklerini öne çıkarması basit ve faydasız bir diplomatik çıkış sayılmamalı. Mağduriyete ve mazlumiyete olduğu kadar akrabalık bağlarına da yapılan atıfları meşru bir davete icabet ve zulme karşı duruşla şöyle destekledi: “Biz sadece Suriye halkının davetine icabet ettik. Burada bir zulüm var, bu zulmün de karşısında duracağız.”
Önce literatürü sonra da stratejiyi doğru tayin edelim. Esed/Baas rejimi bir terör devletidir. Türkiye Suriye’de halka kan kusturan terör devletini meşru görmüyor. Bu bağlamda Rusya ve İran’ın ancak bir terör devletini ayakta tutmak üzere Suriye’de bulunduğunu ısrarla vurguluyor. Rusya ve İran, Suriye’deki terör devletinin suç ortağı olarak tanımlanıyor. Amerika’ya rağmen de olsa PKK-YPG’yi bölgeden temizleme kararlılığı bir kez daha teyid ediliyor. Çözüm için teklif kısa ve net: Suriye’de yabancı olarak kimler varsa, Amerika, Rusya veya İran, Türkiye’de dâhil bu sürece; “Hep beraber Suriye’yi terk edelim. Bundan daha başka çıkış yolu da olamaz.”
Esed rejimiyle masaya oturup anlaşmak anlamsız, faydasız ve çürütücü bir tekliften ibarettir. Esed’le mücadeleyi arka plana atacak her türlü söylem Suriye halkının ve Türkiye’nin aleyhinedir. Rusya ve İran savaş mekanizmaları tarafından ortada dolaştırılan Esed rejimi kanlı bir hayaletten başka bir şey değil çünkü. İdlib’de terör örgütü yok İslami direniş örgütleri var. Heyeti Tahrir-i Şam dâhil hiçbir direniş örgütü Suriye halkına ve Türkiye’ye karşı hiçbir terör faaliyeti yürütmemiştir. “Rusya veya İran değil HTŞ’yle Türkiye mücadele etsin” söylemi bilerek veya bilmeyerek Türkiye’ye lejyoner misyonu yüklemek manasına gelir. Amerika’nın lejyoneri olmayı reddeden Türkiye işgal ve katliamlarıyla Suriye’yi yakıp yıkmış Rusya ve İran’ın mı lejyoneri olacak?
“Radikal ve Ilımlı İslam” ayrımı ve nihayet ikisini birbiriyle çarpıştırma siyaseti bölgesel ölçekte despotizmin ve küresel ölçekte emperyalizmin hegemonyasını derinleştirmekten başkaca hiç bir işe yaramadı, bundan sonra da yaramaz. Rusya’nın, İran’ın dostluğuna ve ittifakına en fazla Amerika’nın dostluğu ve ittifakı kadar güvenilir. Özelde İdlib’de genelde bütün Suriye’de Türkiye’nin asli ve nihai rolü direnişi desteklemek ve sahiplenmektir. “Radikal İslam’la mücadele” gazıyla kimsenin lejyoneri olamayız, olmamalıyız ve de olmayacağız.
Yeni Akit