Tunus ve Mısır'da halk devrimleri, bugüne kadar dünyada demokratikleşmenin tümüyle dışında kalan Arap dünyasında yeni bir çığır açtı.
Hemen bütün Arap ülkelerinde gençler, özgürlük ve demokrasi talebiyle sokağa dökülüyor, otoriter rejimler gösterileri bastırmak için şiddeti arttırmaktan çeşitli tavizlere kadar uzanan önlemlere başvuruyor. Arap dünyasında esen özgürlük rüzgârının esintisini, Çin bile ensesinde hissediyor.
Arap halklarının uyanışının merkezi şimdilerde Libya. Libya halkı, 1 Eylül 1969'da bir askeri darbeyle iktidarı ele geçirmesinden bu yana zalim bir kişisel diktatörlüğü sürdüren Albay Muammer Kaddafi'ye karşı ayaklandı. 15 Şubat'taki kitle gösterileriyle başlayan ayaklanma bir iç savaşa dönüşmüş durumda. Kaddafi, "42 yıldır iktidardayım; artık yeter, bırakıyorum" diyeceğine ve Tunus'ta Ben Ali ve Mısır'da Mübarek gibi fazla uzatmadan çekip gideceğine, isyanı bastırmak için tanklarını ve uçaklarını, ülkenin doğusundaki Bingazi'de toplanan isyancıların üzerine sürdü.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 18 Mart'ta sivil halkı Kaddafi'nin uçaklarının saldırılarına karşı korumak amacıyla Libya hava sahasını uçuşa kapalı bölge ilan etti. Son birkaç gündür ABD, İngiltere ve Fransa, BM kararı üzerine ateşkes ilan ettiğini söylemesine rağmen tank ve toplarıyla Bingazi üzerine saldıran Kaddafi'nin kuvvetlerini etkisiz hale getirmek üzere hava saldırılarını başlattı. Ne yazık ki, bu saldırılarda sivillerin de zarar gördüğüne dair haberler var. Arap Birliği, bu yüzden kaygılı. Başbakan Erdoğan haklı: Ne yazık ki Kaddafi, yapması gerekeni yapıp iktidarı devredeceğine, "işi bu noktaya getirdi..."
Ankara, Libya'ya NATO müdahalesine karşı çıktı ama Güvenlik Konseyi kararına destek verdi; derhal ateşkes ilanı ve dışarıdan askeri müdahale olmaması için çağrı yaptı. NATO işe girecekse şartları olduğunu söylüyor. Genelde doğru bir tutum takındı. Bu tutum Libyalı muhaliflerin talepleriyle uyumlu: Bir yandan Batılı savaş uçaklarının Kaddafi'nin ordusunu etkisiz hale getirmesini destekliyor, bundan ısrarlı olunmasını istiyor, bu takdirde Kaddafi'yi devirebileceklerini söylüyorlar; öte yandan, bilinen ve haklı nedenlerle (yani Libya'nın yeni bir Afganistan ve Irak'a dönüşmemesi için) Batılı koalisyonun bir işgal hareketine girişmesine kesinlikle karşı çıkıyorlar. (Bkz. The Guardian, 20 Mart.)
Batılı müttefiklerin Güvenlik Konseyi kararıyla başlattıkları operasyonun, Libya halkını savunmayı mı yoksa Kaddafi'nin devrilmesini mi hedeflediği tartışılmakta. Kaddafi gitmeden Libya'nın istikrara ve özgürlüğe kavuşamayacağı muhakkak olduğuna göre, bu tartışmanın fazla bir anlamı yok. Muhakkak ki operasyonun en olumlu sonucu, Kaddafi'nin en kısa sürede, daha fazla kan dökülmeden iktidarı terketmesini sağlamak olabilir.
Operasyonun, en azından Fransa için en olumsuz sonucu ise, Başkan Nicolas Sarkozy'nin çökmekte olan siyasi kariyerini kurtarması olur. Hatırlanacağı üzere Tunus'ta halk ayaklanması başlamasından kısa süre sonra, 18 Ocak'ta, Fransa Dışişleri Bakanı Michelle Alliot-Marie (herhalde Sarkozy'nin bilgisi dâhilinde) Tunus diktatörü Ben Ali'ye isyanı bastırma konusunda yardım önermiş; skandal 27 Şubat'ta istifasıyla sonuçlanmıştı. Sarkozy bugünlerde, Libya halkının Kaddafi diktatörlüğüne karşı korunmasında kararlı adımlara öncülük eden "dünya lideri" rolünü oynuyor.
Bu rolün (daha dün Tunus diktatörüne arka çıkan tavrını unutturup) Sarkozy'nin Fransa halkı nezdindeki kredisini arttırabileceğinden, gelecek yıl yapılacak başkanlık seçimlerini kazanmasını sağlayabileceğinden söz edilmekte. Son yoklamalara göre Sarkozy'nin oy oranı gerek Sosyalist Parti'nin, gerekse ırkçı Ulusal Cephe'nin gerisinde, üçüncü sırada geliyor. Popülaritesinin yükselmesine en büyük engeli ise, partisinden biri kendisine söylemiş: "Politikaları pazarlayabiliriz, ama Başkan'ı hayır..." (Jonathan Freedland, The Guardian, 21 Mart.)
ZAMAN