Libya'daki siyasi süreç Suriye'de de tekrar eder mi?

Dr. Murat Aslan, Libya’daki siyasi süreci değerlendirdiği yazısında, bunun Suriye’de de mümkün olup olmadığını muhasebe ediyor.

Dr. Murat Aslan’ın Star Açık Görüş Eki’nde yayımlanan yazısını (4 Nisan 2021) bazı tespit ve değerlendirmeleri itibariyle tartışmaya açık gördüğümüzü belirtmekle birlikte aşağıda ilginize sunuyoruz:

Libya siyasi süreci Suriye için model olur mu?

Libya örneğinde sorunun bölgesel etkileri ve Türkiye ile Rusya'nın Akdeniz doğusunda yeni bir çıkış noktası elde etme olasılığı ABD Avrupa doğrusalını kaygılandırdı. Suriye'de Rusya'nın Esed rejimi ve ABD'nin PKK/PYD üzerinden askerî varlıklarını vekâlet yoluyla tesis etmiş olması; Avrupa'nın meseleyi Japonya kadar uzak bir diyar olarak algılaması, siyasi çözümde gönülsüzlüğe neden oldu. Libya'da varılan uzlaşma neden Suriye'de başarılamadı? Nihayetinde iki kriz bölgesinde de aktörler aynı. Bu soru için akla gelen ilk yanıt Türkiye'nin Libya'da devreye girmesi ve oyunun kurallarını değiştirmesi. ‘Kendine övgü' olarak nitelendirilebilecek bu söylem aslında bir vakıa.

Libya ve Suriye Ortadoğu coğrafyasında son yılın en çok konuşulan iki sorunu olarak ortaya çıktı. İki mesele yan yana konduğunda 'kendine has' benzerlikler ve farklılıklar dikkate çarpıyor. Esasen bir karşılaştırma yaparak iki soruna yönelik genellemeler yapmak mümkün. Aynı coğrafyanın farklı köşelerindeki iki ülke 'başarısız' devletlerin dönüşüm sancılarını anlamaya katkı sağlayabileceği gibi gözlemlenen sorunlar, yaşanan süreçler, taraf olan aktörler ve uluslararası toplumun tercihleri gibi farklı parametreler üzerinden karşılaştırmalı bir analize tabi tutulabilir.

Ayrıca bu iki ülkenin birisinde yaşanan siyasi, güvenlik veya çözüm ile ilgili gelişme diğerine model olabilir.

Krizi tahrik potansiyeli

Suriye'nin normalleştirilmiş, donmuş ancak düşük profilde devam eden bir çatışma olduğu bilinmekte. Güvenlik ortamını şekillendiren devlet veya devlet dışı aktörler ile uluslararası örgütler, görünürde doyum noktasına ulaşmış Suriye'de, her an krizi tekrar tahrik edecek bir potansiyele sahip. Diğer bir ifadeyle krizin momentumu kontrollü bir şekilde istendiğinde artırılabilmekte, gerekli görüldüğünde yavaşlatılmakta. Nitekim Rusya ve Rejimin, geçtiğimiz iki hafta içinde roket ve füze saldırılarıyla Suriye kuzeyinde ekonomik faaliyetlerin yürütüldüğü alana yapmış olduğu saldırılar dikkat çekici.

Saldırılarla Rusya ve Rejim, Suriye'de varlık gösteren farklı aktörlere aynı anda birçok mesaj verdi. Rusya, Rejime askerî desteğini net bir şekilde ifade ederken; ABD'nin Sezar Yasası ile Rejime yönelik yaptırımına meydan okudu. Türkiye'ye ipler elimde, Suriyelilere 'bensiz olmaz', PKK/PYD'ye ABD'ye bu kadar bağlanma mesajı verdi. Ayrıca insani yardımların hangi sınır kapılarından yapılması gerektiğine yönelik tavrıyla da uluslararası topluma meydan okuyor. O halde Suriye'de 'doymuş' değil, bir süreliğine dondurulmuş ve geçici bir durum tecrübe ediliyor.

Rusya ile birlikte ABD'nin tutumuna da bakmak gerekiyor. ABD'nin, Biden Yönetimi ile birlikte 'Amerika geri döndü' söyleminin dünya gündeminde neyi değiştireceği halen merak konusu. Rusya ile sert mücadele, Çin ile yumuşak rekabetin yapılacağı ilan edilmiş olsa da ABD yönetiminin Suriye'de tercih edebileceği strateji belirgin değil. Rusya'yı hedef tahtasına koyan ABD'nin, Suriye'de Rusya ile örtülü bir iş birliği yaptığı ve 'kuyrukların' birbirine değmeyeceği yöntemin tercih edildiği anlaşılıyor. Ancak bu stratejik 'derinsizlik' ne Türkiye'nin ne de Suriyelilerin güvenlik ihtiyaçlarına dikkat ediyor.

Avrupa'nın önceliği

Avrupa Birliği'nin önceliğini göç dalgalarını Suriye'ye komşu ülkelerde izole etme ve mültecileri (veya koruma statüsü olanları) bulundukları topluma adapte etme şeklinde özetlemek mümkün. Dolayısıyla Suriye meselesine siyasi çözüm bağlamında öncelik verildiği söylenemez. Konu geçtiğimiz hafta içinde Putin – Merkel – Macron görüşmesinde gündeme gelse de diğer meseleler yanında sadece bir başlıktan öteye geçemedi. ABD – AB uyumu ise Suriye'den ziyade küresel sorunlara odaklanmış halde. Sonuçta Avrupa Suriye'de yaşananları izleme ve toplumsal etkilerine yönelik tedbir geliştirmeyi tercih etmiş durumda.

Rusya, ABD ve Avrupa'nın farklı gündem ve amaçlara odaklanmış Suriye politikalarından bir sonuç elde etmek pek mümkün görünmüyor. Ancak Suriye gibi son on yılını çalkantı içerisinde geçiren Libya'da siyasi sürecin başarılmış olması ve 24 Aralık 2021'de seçimlerin icrasına yönelik hazırlıkların geçiş hükümetince başlatılması emsal niteliğinde. Esasen sorgulanması gereken konu, Suriye ve Libya farklı iki vaka olsa da Libya'da varılan uzlaşmanın Suriye'de neden başarılamadığı. Nihayetinde iki kriz bölgesinde de aktörler aynı.

Bu soru için akla gelen ilk yanıt Türkiye'nin Libya'da devreye girmesi ve oyunun kurallarını değiştirmesi. 'Kendine övgü' olarak nitelendirilebilecek bu söylem aslında bir vakıa. Nitekim Türkiye'nin Ulusal Mutabakat Hükümetine (UMH) destek vermesi sonrasında, ancak Hafter'in yenilgisinin tescil edilmesiyle siyasi süreç canlandı. İkinci yanıt ise uluslararası toplumun, 'meşruiyet' kelimesini bir koz olarak sahaya sürüp soruna taraf olan dış aktörleri sessizleştirmesi, iç aktörlerin ise diğer devletlere bağımlı olması nedeniyle siyasi uyuma zorlanması. Böyle bir ortam Suriye için de sağlanabilir mi? Diğer bir ifadeyle Libya'ya yönelik uluslararası toplumun yaklaşımının bir model olarak Suriye'ye uyarlanması mümkün mü? Böyle bir karşılaştırma yapmanın özellikle bulunduğumuz dönem içinde yapılmasında fayda var.

Aktif tarafsızlık

Libya'da siyasi süreci başlatan ve yöneten kişi Birleşmiş Milletler Libya Misyonunu (UNSMIL) vekaleten yürütmüş olan Stephanie Turco Williams. ABD'nin 'aktif tarafsızlık' sloganıyla yaklaştığı Libya meselesinde, Rus askerî varlığının bir özel şirket marifetiyle Libya'da Hafter'e destek vermesi ve Türkiye'nin Libya'da kendine alan açması ABD'nin siyasetini değiştirdi. ABD'li diplomat Williams, diğer devletler ve Libyalı taraflar üzerinde 'psikolojik koşullanmaya' dayandırdığı stratejisi vücut bulmaya başladı. ABD eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton'un Hafter'e 'işini çabuk bitir, sivil zayiat olmasın' mesajı verdiğinin ortaya çıkmasıyla ABD'nin Libya'da nasıl bir oyun içinde olduğu anlaşılamamış olsa da Williams süreci başarıyla başlattı ve yönetti. Ancak Williams'a Berlin Konferansının 55 maddelik kararının ve BM Güvenlik Konseyindeki uzlaşının referans olduğu bilinmekte. Diğer bir ifadeyle Williams uluslararası toplumun çözüm iradesini arkasına alarak Libyalı aktörleri uzlaşıya zorladı.

Suriye meselesinde bahse konu uluslararası uzlaşının eksikliği kendini hissettiriyor ve iki vakayı birbirinden ayırıyor. Çünkü Libya örneğinde sorunun bölgesel etkileri ve Türkiye ile Rusya'nın Akdeniz doğusunda yeni bir çıkış noktası elde etme olasılığı ABD-Avrupa doğrusalını kaygılandırdı. Suriye'de Rusya'nın Esed Rejimi ve ABD'nin PKK/PYD üzerinden askerî varlıklarını vekâlet yoluyla tesis etmiş olması; Avrupa'nın meseleyi Japonya kadar uzak bir diyar olarak algılaması siyasi çözümde gönülsüzlüğe neden oldu. Krizin insani kriz bağlamında boyutu ise 'normalleştirilmiş' halde. Mülteci ve yerinden edilmişlerin dramı Rusya'nın pek umurunda değil, ABD zaten ilgisiz, Avrupa ise mülteci sorunu kadar konuyu değerlendiriyor.

Libya'da çözüm için UMH ve Hafter arasında daha önceden kurulmuş 5+5 Müşterek Askerî Komitesinden siyasi süreç için bir mekanizma olarak faydalanıldı. Aldıkları kararlar kalcı ateşkesin ve ülke içinde ulaşım serbestliğinin önünü açtı. Ayrıca Williams, Komite'nin karar almasında yaşanabilecek sorunları dikkate alarak Tobruk'taki Temsilciler Meclisini alternatif bir müzakere tarafı olarak seçti. Meclis temsilcilerini UMH ile dört farklı şehirde heyetler şeklinde görüştürmesi diplomatik kanalları etkinleştirdi. Nihayetinde Williams, sivil inisiyatif şeklinde Libya Siyasi Diyalog Forumunu teşkil etti ve siyasi süreçte kararlarını bağlayıcı kıldı. Diğer bir ifadeyle halk iradesini temsil eden 'kurucu meclis' gibi Forum'a karar alma yetkisi tanıdı. Böyle bir algıya UMH, Hafter, Tobruk'taki Meclis veya diğer devletler itiraz edemedi. Yani 'kendiliğinden' meşrulaşan bir mekanizma yaratıldı. Sonuçta Forum üyelerinin oylarıyla Geçici hükümet kuruldu ve siyasi seçimlere yönelik karar alınabildi.

Libya için tesis edilen yöntemin Suriye için kullanılması, diğer bir ifadeyle model olarak alınması bu noktada tartışılmalı. Suriye'de Türkiye, Rusya ve ABD'nin kontrol altında tuttuğu üç bölge mevcut. Siyasi çözüm için bu üç aktörün rızası ve uzlaşısı gerekiyor. Her ne kadar İran da bu aktörlerin bir parçası olarak görünse de Rusya'nın tavrı daha belirleyici. Öte yandan bu ülkelerle bağlantısı olmayan HTŞ gibi devlet dışı aktörler, DEAŞ ve PKK/PYD gibi terör örgütleri Libya – Suriye karşılaştırmasını biraz uç noktaya itebiliyor.

Bahse konu aktörlerin siyasi çözüm için uzlaşmasında BM'nin 2254 sayılı kararı referans olarak alınıyor. Bu karar, Suriye'de; millî düzeyde güç paylaşımı, yeni bir Anayasa yazılması, terörizm ile mücadele edilmesi ve serbest seçimlerin icrası dahilinde dört farklı konu başlığının başarılmasını dikte ediyor. Ancak burada 2254 sayılı kararın farklı okumaları ile karşılaşılıyor. Örneğin güç paylaşımından her aktörün çıkardığı anlam farklı. Anayasa Komisyonu faaliyetleri Esed Rejiminin ve Rusya'nın zamana tahvil ettiği bir beyhude çaba şeklinde yürütülüyor. Terörizm kelimesi zaten tartışmalı. Çünkü Ruslar ve rejim, masaya oturup görüştüğü ve uluslararası meşruiyeti olan Suriye Millî Koalisyonu ve Suriye Millî Ordusu'nun terörist olduğu iddiasında. Öte yandan Suriye'nin aslında uluslararası toplum nezdinde meşru tek temsilcisinin Suriye Millî Koalisyonu olduğu da bilinmekte. Seçim konusu biraz daha karmaşık. Lavrov 31 Mart 2021 tarihinde Anayasa yapılmadan seçimin geçerliliğini, büyük bir ihtimalle dil sürçmesi nedeniyle, sorgulamış olsa da Esed iki ay içinde göstermelik bir seçim yapacak. Diğer bir deyimle, kendisini muhtemelen yine yüzde 99 oyla seçecek. O halde Libya modeli Suriye'de uygulanabilir mi?

Yeni bir açılım gerekli

Libya modelinin uygulanabilmesi için öncelikle uluslararası toplumun, ancak özelde Türkiye, Rusya ve ABD'nin Astana Süreci'ne benzer yeni bir açılım yapması gerekiyor. Diğer bir ifadeyle üç ülkenin ortak bir platform dahilinde görüşmesi ve Suriye meselesinin çözümü için gerçekçi bir yol haritası üzerinde anlaşması ön koşul niteliğinde. Ancak böyle bir senaryonun riskleri var. Birincisi ABD üzerinden PKK/PYD terör örgütünün Suriye'de meşru bir taraf olarak dikte edilmesi. Bu durum Türkiye tarafından kabul edilebilecek bir konu değil. İkinci risk ise İran'ın kendi askerleri ve milisleri aracılığıyla sürece meydan okuması. Son olarak ABD ve Rusya, 'istediğini elde etmiş olma' duygusuyla çözümden ziyade çözümsüzlüğü tercih edebilir.

Suriye'de kalıcı çözüm için 2254 sayılı karar istikametinde mutlaka serbest seçimlerin icra edilmesi gerekiyor. Yaz aylarında yapılması planlanan seçimler bu noktada önem kazanıyor. Esed, kendi meşruiyeti için seçimleri 'kendi anlayışıyla' icra edecek. Ancak BM veya AGİT gibi bir uluslararası örgüt himayesinde, yerinden edilmiş veya mülteci durumuna düşmüş Suriyelilerin seçimlerde oy kullanabilmesinin sağlanması çözüm yolunda önemli bir adım olabilir. Diğer bir ifadeyle Türkiye, Irak, Ürdün, Mısır veya Avrupa ülkelerinde yaşayan Suriyelilerin oy kullanmasının önünün açılması Libya'da sağlanan siyasi sürecin benzerinin Suriye'de tekrar etmesine neden olabilir. Ancak Esed Rejimi ve Rusya'nın böyle bir siyasi riske girmesi pek olası görünmüyor. Ayrıca Suriyeli muhalefetin böyle bir seçenek için hazır olmadığı da biliniyor. Ancak uluslararası toplum meşruiyet parametresi olarak 'geniş katılımlı bir serbest seçimin' yapılmasını her halükârda seslendirmek durumunda. Ancak bu seçimin bir geçiş dönemini içerecek şekilde yapılması gerekiyor.

O halde Libya'da kararlılığın uygulanabilmesi için nasıl bir zorlayıcı gücün bu aktörleri uzlaştırabileceği ve hangi parametreler dahilinde Suriye'ye taraf olan devletlerin 'bir adım' geriye çekilebileceğini araştırmak gerekiyor. Suriye krizinin, devletler üzerinde maliyeti uzlaşma istikametinde başlı başına bir itici güç. Çağa yakışmayan insani dramlara yönelik sivil toplum örgütlerinin baskısı zorlayıcı bir başka husus. Ancak günün sonunda küresel siyasetin devlerini uzlaştırmak için başarılanı emsal göstererek, başarılamayanı elde etmeye çalışmak gerekiyor. Eğer sürecin sonunda Suriye halkının iradesiyle kurulacak bir 'Suriye' kurulmak isteniyorsa -ki mutlaka bir gün kurulacak, Suriye dramına taraf olan devletlerin 'yol açmaktan' başka bir seçeneği bulunmuyor.

  

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!