Libya’da Partiler Kanunu

Ahmet Varol

Arap dünyasında halkları demir yumrukla yöneten dikta rejimlerinin devrildiği ülkelerde siyasal sistemlerin yeniden şekillenmesi için çabalar sürüyor.

Bu biraz zaman alacak ve bazı tartışmaları da beraberinde getirecektir. Bu aşamada belki devrimler etrafında komplo teorileri üretenler yerine göre iddialarına dayanak çıktığı rahatlığıyla “dememiş miydik?” diye hayıflanırken, büyük beklenti içinde olanlar da “yine hayal kırıklığına uğradık” karamsarlığıyla başlarını öne eğme huzursuzluğuna kapılacaklar. Oysa her ikisinden de uzak durup, yenilerin “masum” kategorisine sokulamayacağı için yanlış yapabileceklerini hatta bazen büyük hatalara düşebileceklerini ama gerçekleştirilen devrimlerle sarsılmaz sanılan zulüm rejimlerinin devrildiğini, bugün onların yerine en azından hukuku ve adaleti önceleyen bir yapılanma çabası olduğunu gözden uzak tutmamak gerekir. Buradan hareketle doğruları onaylayıp destekleyerek, yanlışlara ise itiraz edip düzeltilmesi için uyarıda bulunarak, yıkılan zâlim dikta rejimlerinin yerine âdil hukuk düzenlerinin hâkim kılınması için coğrafi sınırları aşan bir ortak bilinç oluşmasına katkıda bulunabiliriz.

Siyasal parti İslâmî camiada hâlâ tartışılan bir konudur. Biz bu tartışmanın ayrıntısına girmeyeceğiz. Şu kadarını hatırlatalım ki hakkında kesin şer’î hüküm bulunmaması sebebiyle üzerinde ihtilaf olan konularda tercihlerimizi kendi içtihadımız sayıp başkalarının içtihatlarını reddetsek dahi dayandığı gerekçelerin şer’i boyutuna saygı duyarak itidal düzeyinde kalmalı, tekfir ve tadlile varan ifrattan uzak durmalıyız.

Dikta rejimlerinin devrildiği ülkelerde kurulan yeni sistemler siyasal partileri halkın yönetime katılması ve onu denetlemesi için bir sivil örgütlenme biçimi olarak kabul ediyor. Dolayısıyla siyasal partilerin çalışma biçimlerinin ve riayet edecekleri kuralların belirlenmesi amacıyla yasal çerçeveler çiziliyor. Bu doğrultuda Libya’da da bir siyasal partiler kanunu hazırlandı ve bu günlerde onun tartışması yapılıyor.

Diktatör Kaddafi döneminde rejim sosyalist olarak tanımlandığı halde siyasal partiye izin verilmiyordu. Şeklen halkın seçtiği temsilcilerin yer aldığı bir Genel Halk Kongresi vardı ama üyeleri tamamen Kaddafi’nin manifestosuna göre belirleniyordu.

Halkın yönetime katılma ve onu denetleme metodunda siyasal partiyi bir sivil örgütlenme biçimi olarak kabul eden geçici yönetimin açıkladığı partiler kanununun en çok konuşulan ve tartışılan sınırlaması da din temelli parti kurulmasına yasak koymasıdır.

Libya Geçici Ulusal Meclisi’nin İslâm şeriatının yasamada temel kaynak olduğunu duyurmasından sonra partiler kanununda “din” temelli siyasal parti kurulmasına yasak getirmesinin çelişki oluşturduğu ve bunun geniş çaplı tartışmaya yol açacağı dile getirildi. Bazılarına göre de belki böyle bir yasak Batı’nın dikte ettiği laik sistemin dolaylı yoldan hâkim kılınması için başvurulan taktiktir.

Biz böyle bir sınırlamanın amacının laik sistemi oturtmak olacağı kanaatinde değiliz. İslâm şeriatını yasamanın ana kaynağı ilan eden ve tüm yasalarda onun hükümlerinin ölçü kabul edilmesini isteyen bir organın laik sistemi hâkim kılma amacı taşıyacağını sanmıyoruz.

Partiler kanununda kabile, aşiret veya din temelli siyasal parti kurulması yasaklanıyor. Ama partilerin kabile ve aşiretlerin meşru haklarıyla yahut şer’î hükümlerin uygulanmasıyla ilgilenmelerine, bu konudaki hüküm ve kurallara muhalif uygulamaların üzerine gitmelerine yasak konmuyor. Çünkü başlangıçta İslâm şeriatı yasamada bir ana kaynak olarak kabulleniliyor.

Bununla birlikte Libya halkının yüzde yüze yakın oranda Müslüman olduğu dile getirilirken böyle bir sınırlama konmasını tamamen yersiz ve gereksiz görüyoruz. Çünkü böyle bir sınırlamaya ancak partilerin kendilerini belli bir dinî unsurun siyaset alanındaki temsilcisi olarak ilan etmeye kalkışmalarından kaynaklanacak ayrışmalar riskinin bulunması halinde ihtiyaç duyulabilir. Libya’da kabileler ve aşiretler açısından böyle bir riskten söz edilebilir ama din açısından böyle bir ihtimal yok. Yasağın partilerin dinî alanda faaliyetine, toplumu dinî yönden bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışmalarına katılmasına engel oluşturması da şeriatın ana kaynak sayılması ilkesiyle çelişki oluşturur.

YENİ AKİT