Müslüman coğrafyalarda yaşanan ve diktatörlerin devrilmesiyle sonuçlanan tarihî ayaklanmaların izlerini takip etmek maksadıyla Ulustan Ümmete Platformunun Tunus’tan sonraki durağı Libya oldu. Libya’da devrim sürecinin önemli isimleriyle gerçekleştirdiğimiz istişarelerin yanı sıra Kaddafi döneminde yaşanan zulmü gözler önüne seren bir müze öncelikli ziyaret mekânlarımız arasındaydı.
Devrim Müzesini gezerken Kaddafi döneminde kaçırılıp öldürülen bir gazetecinin resmi takıldı gözümüze. 1976 doğumlu Dait Alsazal Gozasferi adlı bu genç gazeteci muhalif yazılar yazdığı için 2005’te Kaddafi ailesinin cellatları tarafından kaçırılıp, her türlü korkunç işkencelere tabi tutulmuş. Bir yol kenarında bulunan naaşı gördüğü işkencelerin korkunçluğunu gözler önüne seriyor: Tırnakları çekilmiş, parmakları kopma derecesinde… Vücudunun çeşitli yerlerinde bıçak darbeleri var ve kafasına kurşun sıkılmış.
Müzede birlikte olduğumuz arkadaşlar bir anda göz göze geliyoruz; hepimizi hüzün kuşatmış bir haldeyken karşımızdaki duvara asılı ve yüzlerce fotoğrafın olduğu kocaman bir pankarta yöneliyoruz. Önce fotoğraftakilerin devrim sürecinde Kaddafi diktatörüne karşı meydanlara çıkan ve bunun sonucunda diktatörün paralı askerleri tarafından öldürülen Müslümanlar olduğunu sanıyoruz. Heyhat, öyle olmadığını yanımızdaki rehber arkadaştan öğreniyoruz! Pankarttaki fotoğraflar 29 Haziran 1996 Ebu Selim Cezaevinde öldürülen 1269 siyasi mahkûma aitmiş. Bu insanlar cezaevi şartlarının iyileştirilmesi yönünde talepte bulundukları ve hapishanedeki baskılara karşı çıktıkları için cezaevi avlusuna toplatılan; yukarıdan üzerlerine ateş açılarak ve asit dökülerek feci şekilde katledilen insanlar…
Kaddafi’nin emir erleri bu katliamı bir gecede yapıyorlar! Bir gecede 1269 mahkûmu alçakça, insafsızca, vicdansızca katlediyorlar!
Zalim diktatörler ne kadar da birbirlerine benziyorlar! Aynı katliamı Suriye’nin şimdiki diktatörü Beşşar Esed kendi halkına yapmıyor mu? Sırf ‘Rabbim Allah’ dedikleri için tutsak edilerek cezaevlerine doldurulan kadınlara/bacılarımıza İsrail hapishanelerinde bile yapılmayan alçaklıklar yapılmıyor mu? Beşşar’ın babası zalim Hafız Esed de tarihe Palmira (Tedmur) Katliamı diye geçen olayda tamamı İhvan-ı Müslim mensubu olan 1000 kadar Müslüman tutsağı Tedmur Hapishanesinde katletmedi mi? Bu korkunç katliamı Ahmet Emin Dağ, 2004’te İHH tarafından yayınlanan “Bilad ı Şam’ın Hazin Öyküsü” adlı kitabında şöyle aktarıyor: “Rıfat Esad’ın kontrolündeki düzenli ordudan bağımsız olarak kurulan kendi hava kuvvetlerine, istihbarat servisine ve hapishanelerine sahip olan Savunma Tugayı adındaki özel birlik Tedmur Hapishanesine helikopterlerle gelerek savunmasız tutukluları hücrelerinde katletti. Palmira katliamında tutukluların hepsi hayatını kaybetti.”
Uluslararası Af Örgütünün yayınladığı 1983 tarihli rapora göre Palmira Cezaevinde Müslüman Kardeşlere mensup 600 ila 1000 arasında tutuklu öldürüldü. Baas diktatörü Esed’in cellâtları bir gece helikopterlerle geliyorlar ve hücrelerdeki savunmasız Müslüman mahkûmları öldürüyorlar. Kaddafi diktatörünün yöntemi de aynı: Libyalı siyasi mahkûmlar avluya yığılıyor; kurşunlarla ve üzerlerine asit dökülerek vahşice katlediliyorlar.
Ebu Selim katliamı 10 yıla yakın bir süre kamuoyundan ve tabi ki tutsakların ailelerinden saklı tutuluyor. Aileler, çocukları sanki hâlâ hayattalarmış gibi her hafta görüşe geliyor, temiz elbiseler, yiyecek ve para bırakıyorlar. 10 yıla yakın bir süre bu böyle devam ediyor. Sonrasında şöyle bir söylenti çıkıyor: “Sizin gönderdiğiniz yiyecek, para ve giyecekler çocuklarınıza değil; onları öldüren cellatlara gidiyor!” Bu söylentiler üzerine mahkûm yakınları demir parmaklıkların arkasından da olsa çocuklarıyla görüşme fırsatı verilmesini istiyorlar. Yapılan ısrarlar sonucu ve bazı uluslararası kuruluşların da devreye girmesi üzerine zulüm rejimi, katliamı resmen itiraf ederek ailelerine manevi tazminat teklif ediyor. Ancak aileler tazminatı kabul etmeyerek sorumluların idamla cezalandırılmasını istiyorlar.
Libyalılar arasında anlatılan meşhur bir fıkra vardır: “Bir gün ateist bir adam Libya’yı ziyaret eder ve ziyaretinin sonrasında artık Allah’ın varlığına inandığını söyler. Adama Allah’a inanmasını sağlayan şeyin ne olduğunu sorarlar, o da ‘Eğer bir toplum çektiği onca sıkıntıya yaşadığı inanılmaz kaosa rağmen hâlâ ayakta kalmayı başarıyorsa, bunun arkasında doğaüstü bir güç olmalı!’ der.”
Burada Rabbimizin şu kelamını hatırlıyoruz: “Yoksa siz sizden önce geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gideceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluklar, öyle sıkıntılar gelip çattı ve öyle sarsıldılar ki, hatta Peygamber kendisine iman edenlerle birlikte, ‘Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?’ derdi. Haberiniz olsun Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara, 2/214)
42 yıllık diktatörlük 23 Ekim 2011’de bir kanalizasyon borusunun dibinde zalim Kaddafi’nin feci şekilde can vermesiyle son buluyor. Hiç kuşku yok ki, Baas diktatörü zalim Esed ve onun Müslüman kılığındaki şeytan dostları da er ya da geç böyle ibretlik bir akıbete duçar olacaklardır. Bu noktada Hz. Ali (ra), “Mazlumun zalimden intikam alacağı gün, zalimin mazluma zulüm ettiği günden daha çetin olacaktır.” der.
Rabbim yeryüzündeki tüm direniş erlerinin yar ve yardımcısı olsun.