HAKSÖZ-HABER
Basın dünyasında Masa başında sağa sola ahkam kesen ve söyledikleri slogandan öteye geçmeyen isimleri eleştiren Yayla, bunların kesinlikle liberal bir kimlikle tanımlanmayacağının altını çizmiş. Yayla, homojen ve hiyerarşik olmayan liberal camianın ise % 80- 85'inin de AKP'ye oy verdiğini vurguladıktan sonra bu camianın AKP'yi tercih etme nedenlerini açıklamış.
***
Atilla Yayla / Yeni Şafak
Türkiye'de liberallerin siyasî tavrını ve tercihini medyada görünürlüğe sahip Hasan Cemal, Cengiz Çandar gibi kıdemli gazeteciler üzerinden anlamaya ve değerlendirmeye çalışmak anlamsız, zira bu isimler liberal değil. Bazı liberal fikirleri ve talepleri seslendiriyorlar ama ne ciddiye almaya değer bir liberal birikimleri var ne de şimdiye kadar herhangi bir şekilde liberal etiketine sahip çıktılar. Bu şahıslar, daha ziyade, 1960'ların modası modernizm düşüncesine bağlı seküler tipler. Mehmet Altan'ı da bir liberal olarak hesaba katmak yanlış. Onunla liberalizm üzerine verimli ve derinliği olan bir tartışma yapmak imkânsız. Hemen her söylediği sloganlardan ve spot sözlerden ibaret. Bol bol tekrar yapıyor, aralarında ispatlanmış korelasyonlar olmadan vakalar arasında ilişkilendirmeler kuruyor ve temel mantık hatalarından sakınamadan farklı cinsten şeyleri karşılaştırmaya çalışıyor. Kazara altını çizdiği doğru değerlerin felsefî alt yapısından ve açılımlarından da bihaber. Üstelik, kendisini, nasıl oluyorsa, 'Marksist liberal' diye adlandırıyor. Ahmet İnsel ve Murat Belge gibi neososyalist, Ertuğrul Özkök gibi neofaşist isimlere liberal etiketi yapıştırılmasına ise sadece gülmek gerekir. Bana göre, medyada, kendine liberal demeyen, hatta zaman zaman toplu liberal etiketiyle yukarda saydığım kimseleri eleştiren Yıldıray Oğur, Melih Altınok, Markar Esayan, Etyen Mahçupyan, Kurtuluş Tayiz ve Fuat Uğur benzeri isimler onlardan çok daha liberal.
Liberallerle ilgili bir analiz yapmak gerekiyorsa hem etiketi bizzat kullanan hem de liberal fikirlerden haberdar, liberalizm hakkında genel olarak ve spesifik konulara ilişkin okuma ve düşünme faaliyeti gerçekleştirmiş kişilere dönmek lâzım. Sanıyorum ki, Türkiye'deki liberallerin sayısı, iyimser bir tahminle, azamî üç bin civarında. Bu insanlar homojen ve hiyerarşik bir bütün teşkil etmiyor. Bu yüzden, liberallere bir otoritenin şu veya bu partiye oy verin veya vermeyin talimatı göndermesi imkânsız. Böyle biri yok ve hiç olmayacak. Türkiye'deki liberaller arasında en çok tanıdığı olan benim. Buna rağmen benden veya başka birinden böyle bir talimat-telkin çıkmayacağı gibi çıksa bile genel kabul görmeyecektir. Nitekim, seçimler öncesinde, başka bazı isimlerden farklı olarak, şu veya bu partiye oy verme yahut vermeme çağrısı yapmadım. Yapılan çağrıların da sıfıra yakın bir etkisi olduğu kanaatindeyim.
Türkiye'yi en çok dolaşan ve en fazla sayıda liberali yüz yüze tanıyan bir kişi olarak liberallerin seçimlerdeki tercihleriyle ilgili kesin olmayan ama gerçeğe yaklaşma ihtimali kuvvetli tahminler yapabilirim. Bence Türkiye'deki tüm liberallerin aşağı yukarı %80-85'i AK Partiye oy verdi. Bu tercihin ana sebebi demokraside seçimle gelenin seçimle gitmesi ilkesine, demokratik meşruiyete ve şeffaf siyasete verilen önemdi. Sanırım liberaller karşılıklı parti analizlerinde AK Parti'nin performansına ikinci derecede önem atfetti. Gezi olayları ve otonom yapılanmanın operasyonları diğer pek çok insan gibi liberalleri de amaçlananın tersi istikametinde etkiledi. Bunlar olmasaydı AK Parti'ye oy veren liberallerin sayısı kesine yakın bir ihtimalle daha az olurdu.
Geriye kalan liberallerin oyları üç parti arasında dağıldı: CHP, BDP ve LDP. CHP'ye oy verenler, bunun, otoriterleştiğini düşündükleri AK Parti'yi frenlemeye, belki de iktidardan uzaklaştırmaya katkıda bulunacağına inandı veya bunu umdu. Bu yüzden, AK Parti'nin karşısındaki en büyük alternatif olarak CHP'ye yöneldi. Yani, CHP'yi, en azından şimdilik, tümüyle onaylamaktan ziyade daha acil bir tehlike olarak gördüğü bir gelişmeye karşı bir tür çare olarak düşündü.
BDP'ye oy veren liberaller bunu hem AK Parti'yi sınırlama hem de Kürt hareketinin canlılığını koruyup BDP'yi çözüm sürecinde bir ana unsur olarak sahada tutma arzusuyla yaptı. Gerek BDP'ye gerekse AK Parti'ye oy verenlerin çoğu BDP'nin pozisyonunu korumasından ve Güneydoğu'daki illerin mahallî idaresinin AK Parti'nin eline geçmemesinden memnuniyet duydu. Aynı kişiler AK Parti'nin bölgede bir ana siyasî güç olarak belirmesini de iyi karşıladı. Bunun sebebi bu partinin çözümün diğer kanadını teşkil eden yapı olacağına inanmalarıydı.
Sayıları çok az olduğu için liberallerin seçimler üzerinde genel seviyede herhangi bir tesirinin bulunması hayal. Bu yüzden, liberallerin siyasî tercihlerinin etkisini abartması yersiz ve anlamsız. Zaten liberal teorinin kendisi siyasete mesafelidir ve hangi partiye oy vermiş olursa olsun liberallerin partilerle özdeşleşmekten uzak durmaları beklenir. Bu demektir ki, bugün şu veya bu partiye oy vermiş olmaları liberallerin gelecekte de aynı partilere oy vereceğini göstermez. Kimi ilgilendirir bilmem ama, meşhur deyişle, liberallerin oyu 'çantada keklik' değil. Tabiî bu benim algılamam ve okumam, fiilen ne yapacağını neticede her liberalin kendisini bilir