Türkiye’de hemen herkes birbirini demokrat olup olmama testine tutar. Herkes ayrı telden çalar kimi askeri vesayeti kimi açıkça askeri darbeleri savunur ama herkes demokrattır. Liberal demokrat olabilir, sosyal demokrat olabilir ya da muhafazakâr, Kemalist veya sosyalist demokrasiyi savunabilir ama hiç kimse demokrasi karşıtı-düşmanı değildir. Bütün söylem ve eylemlerin, kullanılan yöntem ve hedeflerin hep demokratik felsefe ve teamüllere uygun olduğu yönünde bol bol örnekler de verilir elbette.
Demokrasi ideali yani demokratik söylem ve hedeflere matuf siyaset biçimi başından beri Batı tandanslı yaşam biçimini temel kriter aldı. Bu kökleri dolayısıyla Batı dışı ama özellikle İslam orijinli toplumlarda iktidar sınıflarının halk üzerinde tahakküm kurmasına meşruiyet sağladı.
Ahlaksızlık Teoride Başlıyor
Özellikle İslam toplumları için seçimi değil askeri darbe yönetimini tercih edilir kılan şey siyasi, iktisadi ve kültürel taleplerin Batılı yaşam biçimi ve çıkarlarıyla uyumlu olup olmamasıdır. Bu sebeple bütün toplumlar demokratik tercihlerini kullanmaya davet edilir hatta zorlanır ama laik-Batıcı hayat tarzını ikame etmek şartıyla.
Laik-Batıcı yaşamı devlet ve topluma, iktisadi ve kültürel alana hâkim kılmasından şüphe edilenlerin seçim sandığından çıkması bir anlam ifade etmez. Çünkü hepimizin çok iyi bildiği gibi “demokrasi sandıktan ibaret değildir”. Teorik tartışmalara fazla hacet yok. Batı’nın da Batı’nın Kemalist, sosyalist hatta liberal mümessillerinin de sergilediği pratik şudur: Sandık laik-Batıcı hayatı teminat altına alan bir araçsa makbul değilse gayrı meşrudur. Bizim çocukların belirleyici olduğu seçim de darbe de meşrudur.
Türkiye’nin ve bölgenin yakın siyasi tarihi neden hem teorik hem de pratik düzeyde ileri demokrasi adına sergilenen ahlaksızlıkların resmigeçididir adeta? Çünkü İslam coğrafyasında Batıcı-laik siyaset ve kültür anca silah zoruyla iktidar olabiliyor da onun için. Darbeye, askeri müdahale ve vesayete, bürokratik oligarşiye, şiddet ve dezenformasyon yoluyla toplumu kaosa sürükleyen örgütlenme mantığına karşı olmayı bir varoluş sebebi sayanların ne kadar samimi ve tutarlı olduğunu görmek için aslında birkaç gösterge yetiyor.
Gezi Parkı’ndan hareketle seçilmiş Hükümeti düşürmek üzere safları sıklaştıranlara bakınca aynılarının Mısır’daki askeri darbeyi meşrulaştırmak için de seferberlik ilan ettiğini hemen teşhis ediyoruz. Nasıl ki sol-sosyalist hareketler 28 Şubat ve 27 Nisan sürecinde iyiden iyiye Aydınlık-Perinçek çizgisinde Kemalist oligarşiye eklemlendiyse benzer bir durum Gezi Parkı vesilesiyle liberal demokrat aydınlar için söz konusu oldu.
Sadece Sol, BirGün, Evrensel Yurt gibi otoriter ve totaliter ideolojik temsiller değil Taraf Gazetesi gibi liberal demokratik temsiller de Aydınlık-Cumhuriyet çizgisinde konuşlandı. Hatta bu konuşlanma tarzı Şahin Alpay’dan, Cengiz Çandar’a, Hasan Cemal’den Murat Belge’ye değin hem Kürt sorununda hem de Batıyla ilişkilerde Hükümete ve topluma rota belirmeyi uhdesine almış “ak saçlı” liberal demokrat ağalarda baskın bir karakter haline geldi. Ancak Aydınlık- Cumhuriyet veya Sol-BirGün çizgisindeki ajitasyon ve propaganda mekanizmalarından duymaya alıştığımız “Taksim Düştü, Başbakanlık kuşatıldı, Meydan halkın, Taksim Komünü kuruldu” gibi seviyesizlikleri son zamanlarda “ak saçlı” liberal demokratlardan da duymaya başladık. Mesela Murat Belge’den bir örnek vermek istersek: “Protesto’nun bir numaralı “özne”si, “Doksan kuşağı” denen yeni gençlik… Şu anda bu gençlik Paris Komünü’nü yaratan proletarya veya yirmilerde Torino’daki proletarya gibi, geleceği işaret eden bir azınlık durumunda.” (14 Temmuz; Taraf)
Mısır’ı Neval el-Saadavi’den Okumak
Murat Belge Taksim Gezi Parkı’dan Paris Komünü’ne, Y Kuşağı ismi verilen lümpen-ulusalcı holiganlardan Torino proleteryasına sıkı irtibatlar kurarak esasen siyasal bir analiz ve sonuç koymuyor önümüze. Tersine Türkiye’deki iktidar sınıflarının bekasını teminat altına alması için eğitim sisteminin ürettiği bir kısım “cici çocuk” efsanelerden yola çıkarak şiddete teşvik ediliyor ve cesaretlendiriliyor. Ayrıca toplumun önemli bir kesimi ve onu temsil eden siyaset kurumu baskı altına alınıp vesayet altında tutulmak isteniyor.
Murat Belge gibi Cengiz Çandar’da Gezi Parkı vesilesiyle başlayan ve Mısır’daki askeri darbeyle birlikte dizginlenemez bir mantıksızlığa savrulan liberal aydınlardan biri oldu. Birkaç kez yazdık ama bu sefer karşılaştığımız manzara mantıksızlığı çoktan aşan bir hal arz ediyor. Başbakan’a isnat ettiği “kibir ve hoyratlığı” anlamaya çalışacağız ama öyle şahitlere dayanarak örnekler veriyor öyle kıyaslara girişiyor ki insanın pes doğrusu dememesi mümkün değil.
Mesela “Mısır’ın en ünlü demokrasi ve insan hakları savaşçılarından biri” olarak takdim ettiği Neval el-Saadavi’yi şahit tutarak güya askeri darbeyi eleştirir havasıyla İhvan ve Mursi’nin bu cezayı nasıl da hak ettiğini anlatıyor Çandar bize.
Neval el-Saadavi kimdir? Mısır’ın en meşhur feministi. Peki, Mısır’da kimleri, ne kadar temsil eder? Buraya hiç girmeyelim çünkü ciddiye alınabilecek bir cevap alabilmek mümkün değil. Sedat ve Mübarek karşıtı olması, hapis veya sürgün cezası çekmesi onu Mısır toplumunun temsilcisi kılar mı? Çandar’a göre tereddütsüz evet.
Cengiz Çandar’ın ders almamız için Saadavi’den aktardıklarının bir kısmı okuyalım: “Otuz dört milyon genç, kadın ve erkek sokaklara ve meydanlara çıktı. Müslüman Kardeşler’in kontrolündeki dinci hükümeti devirmeye ve Müslüman Kardeşler’i içeride ve dışarıda destekleyenlere karşı koymaya kararlıydılar. Dini, ekonomik ve siyasi çıkar amacıyla kullanan herkesi uzaklaştırmak ve Mursi’yi devirmek istediler... Yönetimi süresince Müslüman Kardeşler, halkı, inananlar ve sapkınlar olarak bölmeye çalıştı ama başaramadı… Demokrasi, seçimlerden daha fazla bir şeydir. Meşruiyet seçim sandığından daha büyük bir anlam taşır; halkın iktidarı anlamına gelir. Biz Mısırlıların devrimin ilkelerini gerçekleştirecek yeni bir anayasaya ihtiyacı var… Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri için acele etmemeliyiz… Devrimci bir liderliğe ihtiyacımız var, tek bir lidere değil. Bu, bir darbe ya da protesto hareketi veya öfkeli bir ayaklanma değildir, tarihi bir devrimdir.”
Gezi Parkı vesilesiyle ortaya çıkan darbeci ve saldırgan ruh halinin bu kez Mısır’daki askeri darbeyle birlikte Cengiz Çandar’da trend yapmasını üzülerek ve şaşırarak ama daha önemlisi acıyarak izlemek durumunda kaldık. Baksanıza askeri darbeyi görünmez kılmak için devreye soktuğu ve birkaç zamandır tekrar edegeldiği “30 milyonu aşkın Mursi karşıtı sokaklarda” gibi uçuk kaçık tespitlerini Mısır’da kime dayandırıyormuş? Oysa Mısır’ın en güvenilir kaynaklarından biri olarak takdim ettiği Neval el-Saadavi Mısır halkı için ahlaksızlık, dinsizlik, yabancılaşma, Batı işbirlikçiliği başta olmak üzere bir dizi çirkinliği ifade eden ve kendi kendini sömürgeleştirmeyi öneren tipik bir Batıcı aydındır.
Mısır’ın Müslüman halkını, bu halkın geniş çaplı desteğini arkasına almış İslami hareketleri ve bu hareketlerin bir asrı aşkın zamandır ödedikleri ağır bedelleri görmezden gelip Neval el-Saadavi’nin perspektifinden yeni bir Mısır manzarası çizmeye girişen birinin hakikate, adalete ve özgürlüğe sadakatinden bahsetmek mümkün mü?
Çandar bizi ABD ve İsrail’den daha az İslam ve Müslüman toplumların düşmanı olmayan feminist Neval el-Saadavi’nin despotik hülyalarına ortak etmek istiyor anlaşılan. Ama unuttuğu bir şey var: Liberal demokrasi diye bize pazarlamaya kalkıştığı bu türden despotik hülyaları sadece Mısır ve Türkiye halkı değil bütün İslam toplumları reddediyor, sahiplerine iade ediyor. Sömürgecilerin de sömürgecilerin asker, bürokrat, sermayedar veya aydın statüsündeki uzantılarının da bu vakitten sonra İslam toplumlarına tahakküm etmesine, tasallut etmesine müsaade edilmeyecek
Türkiye’nin Muazzez İlmiye Çığ’ı gibi laik-Batıcı ve İslam düşmanlığıyla maruf Neval el-Saadavi’yi Mısır’ı anla(t)mak için kılavuz tutan Cengiz Çandar büyük bir yanlışta, çirkin bir siyasette inat ediyor.
Alenen yalancı şahitlere yaslanmakla, ısrarla dezenformasyona müracaat etmekle, İslami hareketleri itibarsızlaştırma kampanyalarında rol almakla iktidar olunsaydı Perinçekgillerden ne Çandar’a ne de diğer liberal demokrat arkadaşlarına sıra gelirdi. Bizden hatırlatması: Perinçekleşme sendromu bulaşıcı ve ölümcül bir hastalıktır, uzak durunuz.