Ulusal İslâmcılık akımı 28 Şubat sürecinde mayalanmaya ve neşv ü nema bulmaya başladı. Kısaca onun bir ürünüdür. Yine liberal İslâmcılık veya İslâmcı-Liberal koalisyonunun milat tarihi de yine 28 Şubat sürecidir. Dolayısıyla bu tarih İslâmcıların iki parçaya ayrılışlarının da tarihidir. İttifaklar fikir sapmalarını beraberinde getirmezler, ama iltihaklar böyle bir etki meydana getirir. İslâmcılar özgün fikirlerini bıraktıkları oranda onlara yamalanırlar. Bunda şüphe yok. Son sıralarda liberallerle İslâmî kesimler arasında da yer yer gelgitler ve dalgalanmalar yaşanmaya başlandı. Başörtüsü meselesinde hükümetin tutumu neredeyse turnusol kâğıdı hükmüne geçecekti. O bağlamda, kimi liberallerin, ‘AKP ile bağlarımızı koparıyoruz’ dedikleri ve ilan ettikleri bir dönemdi. Daha sonra bu ilişki veya beraberlik de facto bir şekilde devam etti. Ama ilişkilerin kimyasını gayet net bir şekilde ifade eden geçmişte Mehmet Barlas olmuştur. 28 Şubat sürecinde Erbakan ile Recep Tayyip Erdoğan kendisini ziyaret ettiklerinde ikiliye şöyle bir uyarıda bulunma ihtiyacını hissetmiştir: “İslâmcı kaldığınız müddetçe yol arkadaşlığımız ve beraberliğimiz uzun sürmez...” Dolayısıyla onların yol arkadaşlığı da mezara kadar değil de pazara kadardır. Taktik bir ilişki. Kalıcılığını ve geçiciliğini şartlar belirliyor. Bugün dahi bu ilişkilerin kimyası değişmiş değil. Elbette bu yaptığımız bir genellemeden ziyade refleks tespitidir. Geçenlerde Ece Temelkuran bu meyanda pek de inanamadığım bir nakil yapmıştı. İsterseniz kalan bölümü Ece Temelkuran’ın ‘Ergenekon ve ömrümüz’ yazısından takip edelim: “Böyle bir sohbette, onu pek sevindiren Ergenekon’un ılımlı İslâm’ın derin devleti ele geçirme operasyonu olma ihtimalini kabul eden eski solcu bir abiye şunu sordum: ‘Peki, yeni derin devlet bunlar olursa ne yapacağız?’ Cevap verdi:
‘İslâmcılarla sonra boğuşuruz !’
Ben de sordum haklı olarak:
‘Peki o zaman arkanda bilinçli Türkiye proletaryası mı olacak? ‘
***
Ece Temelkuran kaynak vermediği için bir an tereddüt geçirdim, sonra da ciddiye almadım. Ama daha sonra Taraf gazetesindeki bir yazı ile Baskın Oran’la yapılmış Neşe Düzel’in mülâkatı bu damarı deşifre ediyordu. Dolayısıyla bu deşifreler ne kadar inanmak istemeseler de Ece Temelkuran’ı teyid ve tasdik ediyordu. Acaba en nazik dönemde liberaller gemiyi terk edebilirler miydi? Zira şimdiye kadar Türkiye’yi hep onların düşüncesi idare etmiş ama kadro olarak hep tasfiye edilmişlerdi. Sonra pek fikirlerinin arkasında durdukları da yoktu. Büyük kısmı tatlı su liberaliydi. Yeni Yüzyıl Yeni Bin Yılı derken mevkuteleri sık sık ve teker teker kapandı. Yine taraftarlarını yüzüstü bırakmayacakları ne malumdu! Temelkuran’ı teyid eden birinci yazı Ümit Kıvanç’ın, ‘Açın Türkiye’nin Önünü’ yazısıydı. Bu yazıda aslında İslâmcıların ihmal ettikleri bir alanı ve bu alandaki yetersizliklerini ve AKP’nin yanlış politikalarını analiz ediyordu. Ekolojik hassasiyet İslâmcıların atladıkları bir alan. AKP’nin popülizminde bu alan sadece İstanbul’da Lale Devrini hatırlatırcasına yapılıyor. Oraya kadar tamam. Ya Ümit Kıvanç’ın bitiş cümlelerine ne demeli: “Şu Ergenekon’lar falan hallolsun, inşaallah sıra size de gelecek. O makamlara ancak dilekçe vermek için yanaşabileceksiniz...” Yani o makamlara halkın mensupları ancak sürünerek yani dizlerinin üzerinde gelebilecekler. Elpençe dursalar daha da kıyak olur hani! Bu, AKP’nin şahsında aslında bütün İslâmcılara verilmiş bir gözdağıdır. Bu anlayışın seçkinci Kemalist bakış açısından ne farkı var? Bu anlayış olsa olsa bir post modern Kemalizm olabilir.
***
Hedefin sadece AKP değil de neden İslâmcılar olduğunu ise Baskın Oran, Neşe Düzel’e vermiş olduğu mülâkatta gayet vazıh bir biçimde ortaya koyuyor: “Şu anda laik-dinci kavgası sanal bir kavga. Sol önce devletin içindeki katil çetelerle mücadele etmeli. Darbe tehlikesi bittikten sonra devletteki muasır medeniyete aykırı odakların üstüne gidilir...” Buradaki ‘muasır medeniyete aykırılık’ tabiri kesinlikle dehrîliğe delalet etmektedir. Çağdaş dehrîliktir. Ayrıca buradaki yaklaşım tamamen taktik ve pragmatik bir yaklaşımdır. Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı deme durumudur. Bu damar İslâmî kesimlere üstten bakıyor ve onlara muallimlik yapmaya yelteniyor ve kendisini İslâmcıların terbiye edicileri olarak görüyor. Elbette bu, AKP’nin yanlışlarını ve tutarsızlıklarını ve tezatlarını aklamak değildir...
YENİ ASYA