Yalnız kendisinin “artisti...”
Aşağıda okuyacağınız Leyla Zana portresini Aktüel dergisinin çarşamba günü yayımlanan sayısı için yazmıştım. O portreyi bir de Taraf okurlarının dikkatine sunmak istedim...
Peşinde bir ömür çürüttüğünüz şeyin “yanlış” olduğunu anladığınızda sizi kurtaracak yegâne şey, o“yanlış”ın sizin yanlışınız olmasıdır. Peşinde ömrünüzü geçirdiğiniz şeye yürekten inanmamışsanız;“konjonktür” öyle gerektirdiği için, “desinler” için ya da “etraf ne der” kaygısıyla öyle davrandıysanız, gün gelip inandığınız şey iflas ettiğinde siz de iflas edersiniz.
Fakat o “yanlış”ı kendi samimi “doğru”nuz olarak izlemişseniz, korkmayın; ruhunuz bu hayal kırıklığından hiç etkilenmeyecektir.
Sayıları çok az olan ve hiçbir zaman “mış gibi” yapamayan bu insanların davranışları “normal”insanlara çok tuhaf gelir; çünkü zordur, belalıdır bu insanların hayatı. Onlar ise, hesabını kendi vicdanlarına veremedikleri bir hayata hayat diyemeyecekleri için katlanırlar bütün bu zorluklara...
Leyla Zana'yı konu alan esaslı bir biyografinin yazarı olan gazeteci Faruk Bildirici işte tam böyle bir insana işaret ediyor kitabında.
Bildirici, Yemin Gecesi adlı kitabına dair kendisiyle yapılmış bir söyleşide, Leyla Zana'yla, 12 Eylül'de Diyarbakır Belediye Başkanlığı elinden alınan ve hapse gönderilen kocası Mehdi Zana arasındaki siyasi rekabetten söz ederken şöyle diyor:
“1989 yerel seçimlerinde Mehdi Zana daha içerideyken onu belediye başkanı yapmak istiyorlar. 'Ben kimsenin artisti olmam' diyor. Yani Mehdi Zana’nın da artisti olmam diyor ama 1991’deki milletvekili adaylığını kabul ediyor, çünkü artık artçılık söz konusu değil.”
Kürt aydın Ümit Fırat, 1980'leri cezaevindeki kocasına adayan Leyla Zana'nın, 1990'daki gazetecilik deneyiminin onu değiştirdiğini düşünüyor ve o günlerin Zana'sı için “Artık Mehdi’nin karısı değildi; Leyla Zana’ydı” diyor.
Nitekim 1991'de SHP'den milletvekili adaylığı söz konusu olduğunda, hapisten çıkmış bulunan Mehdi Zana bu partiye karşı olduğu için Zana'nın adaylığına da karşı çıktı. Ne var ki bu karşı çıkış Zana'nın adaylığını engelleyemedi. Mehdi Zana da onun artık kendi karısından ziyade “Leyla Zana” olduğunu kabullenmişti ki, itirazında ısrarcı olmadı. Hatta, Ümit Fırat'ın anlattığına göre ona levazımcılık da yaptı:
“Yemin töreninde milletvekillerinin takması için sarı-kırmızı-yeşil kravat yaptıracaktı. Leyla için de aynı renklerden fular. Tekstilcilerle görüştü ve işini halledip Ankara’ya döndü. Sonra Leyla yemin ederken onu taktı.”
Bir “çeliğe su verme” hikâyesi
Seven sevmeyen herkesin dobralığını, dürüstlüğünü ve açık sözlülüğünü teslim ettiği bu küçük dev kadın kendini nasıl yaratmıştı acaba? Nasıl olmuştu da erkeklerin mutlak hâkimi olduğu bir bölgede, erkeklerin saygıda kusur etmediği çok etkili bir siyasi figür haline gelmişti? 14 yaşında evlendirildiğini, gittiği ilkokuldan birinci yılda ayrıldığını ve dolayısıyla okuma yazma bilmediğini hesaba kattığımızda, bu soru daha da anlamlı hale geliyor.
Bu sorunun özet cevabı şöyle: Zana karakter olarak bir “çelik”ti zaten, sonra bu çeliği zorla siyasete çektiler ve o siyasi hayat çeliğin suyu oldu.
Yemin Gecesi adı, malum, ilhamını 1991'de milletvekili olarak yemin ettikten sonra Leyla Zana'nın başına gelenlerden alıyor. Onu anlatan bir kitap için hakikaten şahane bir başlık. Muhsin Kızılkaya'dan dinleyelim:
“Kitabın adıyla kitapta anlatılanın adı, aynı anlam kapılarını aralar. 'Leyl' gece demek zaten, Leyla ise 'pek karanlık, Arabi ayların son gecesi”; lügat böyle der. Kitapta anlatılan Leyla Zana’nın milletvekili olarak girdiği TBMM’de yaptığı yemin sırasında söylediği iki cümle Kürtçe’nin başına açtığı belanın mı hikayesidir, yoksa Leyla’nın adındaki karanlığa atıfta bulunup o karanlık içinden gelmiş bir köylü kızının uzun serüvenin mi; bence bu o kadar önemli değil.”
Bence de öyle, fakat ben Zana'nın portresini, onu çelikleştiren “beş karanlık gece”nin izini sürerek yazacağım...
Psikologlar, bir insanın temel karakterinin ömrünün ilk 10 yılında şekillendiğini söylüyor. Demek ki Zana'nın nasıl çelikten bir karakter edindiğini anlayabilmemiz için onun çocukluğuna bakmamız gerekiyor.
Aslına bakarsanız çok da fazla bir şey söylemiyor bu dönemi... Burun farkıyla köy olabilmiş bir mezra irisinde yoksul bir babanın beş kızından biri... Bu tablodan bir “çelik” çıkması, her doğumda “erkek”bekleyen bir ailenin anlam dünyasına yöneltilmiş bir kız çocuğunun öfkesiyle anlaşılabilir mi acaba? Çok mu zorlama oldu? Haklısınız. “Öbür kardeşler niye öyle olmadı” mı diyorsunuz? Yine haklısınız. En iyisi “yaradılış” deyip geçmek ve “çelik” faslını böylece kapatmak...
Dramatik beş gece...
Leyla Zana'nın çelikleşmesi sürecini anlayabilmek için onun dramatik gecelerine bakmak gerek... Tam beş tane böyle gece var hayatında. Zaten Faruk Bildirici'nin kitabının altı başlığından beşi bu gecelerle ilgili...
Mehdi Zana bölgenin “mimli” siyasi figürlerinden biri olarak 12 Mart darbesini izleyen dönemi cezaevinde geçirir, 1974 affıyla çıktıktan bir yıl sonra da teyzesinin kızı Leyla'ya talip olur. 14 yaşındaki Leyla, zaten hazır olmadığı evliliğin ilk gecesinde ağır bir şok yaşar. Kendisinden 20 yaş daha büyük olan kocası önce bir hasta ziyareti, ardından da karakol tanıklığı için o geceyi dışarıda geçirir.
12 Eylül 1980: İkinci gece... Eve doluşan asker ve polisleri karşıladığında 19 yaşındadır, beş yaşında bir oğul sahibidir ve hamiledir. Kocasını, küçük aralıklar dışında bir daha uzun yıllar boyunca göremeyecek, çocuklarını kendisi büyütecektir.
1988'e rastlayan üçüncü gece işkenceyle tanışacak, 50 gün boyunca da hapis yatacaktır. Kocasını ziyarete gittiği Diyarbakır Cezaevi önündeki olaylara karışmış, öldüresiye dövülmüş, bayıldıktan sonra da bir hücreye atılmıştır. Çırılçıplak.
Dördüncü gece, malum, 1991'deki Yemin Gecesi...
Ve beşinci gece: Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında Kürtçe konuştuğu için mahkûm edildikten sonra hapse atıldığı gece...
Her zaman inandığını söyledi
Kürt sorununu “Cumhuriyet tarihinin en güçlü başbakanı” dediği Başbakan Erdoğan'ın çözebileceğini, buna inandığını ve inanmaya devam edeceğini söylediğinde hepimiz çok şaşırdık. Çünkü biz, bir şey söylemek istediğinde, cümlelerini “ben öyle demek istemedim”, “yanlış anlaşıldım” türünden geri çekilmelere pay bırakacak şekilde düzenleyen siyasetçilere alışkındık.
Leyla Zana'yı tanıyanlar ise buna hiç şaşırmadı. Çünkü o, bir şeye inanıyorsa bunu ifade etmeden var olamayanlar sınıfındandı. Mesela önde gelen Kürt siyasetçi Vedat Aydın'ın öldürülmesi bütünüyle devlet içindeki karanlık çeteleri mal edilmişken ve kamuoyu bu yönde ikna edilmişken, kalkıp şunları söyleyebildi:
"Devlet çeteleri ile bizim içimize sızan çeteler işbirliği halinde onu (Vedat Aydın) ortadan kaldırdılar. Vedat Aydın çok dürüst, dobra konuşan, bölgede çok sevilen bir insandı. Onun ortadan kaldırılması iki kesimin de hesabına geldi."
Hesabını vicdanına veremeyeceği hiçbir şeyi yapmama prensibi, 2000 yılında ona dört yıl hapis yatma biçiminde döndü. 1997'de girdiği cezaevinde sağlığı bozulmuştu, bu durum Avrupa'dan gelen ağır baskılarla birleşince 2000'de tahliye edilmesi gündeme geldi. Fakat o, kendisinden daha ağır hastaların cezaevlerinde yattığını gerekçe göstererek tahliyeyi reddetti. 2004'te, öbür milletvekili arkadaşlarıyla birlikte tahliye oldu.
Cezaevinden çıktıktan sonra, DTP'nin kuruluşuna katılmayışı epeyce yadırgandı. Oysa yadırganacak bir şey yoktu, çünkü o yeni partinin bir “Kürt partisi” olmasını istemiyordu, fakat karar bu yönde oluşunca, o da “yolunuz açık olsun” deyip köyüne çekildi.
Doğru, bazı pozisyonlar, o pozisyonlara atfedilen özellikler nedeniyle bazı karakterler için hiç uygun değildir. Mesela Leyla Zana, takipçilerinden lastikli bir dil talep eden siyaset için hiç uygun bir karakter gibi görülmüyor. Fakat bazen karakter o kadar güçlü olur ki, pozisyonlar onlara kendilerini uydurmak zorunda kalır.
Leyla Zana, galiba öyle bir karakter.
Onun siyasetteki varlığı, siyaseti muhakkak etkileyecektir.
TARAF