XX.Yüzyıl'ın entelektüel tarihi, geçenlerde ölen Claude Lévi-Strauss'un, antropoloji bilimine yaptığı büyük katkılar hesaba katılmadan yazılamaz. Bu büyük katkı, hiç kuşkusuz, onun 1960'larda yazmaya başladığı başyapıtı La Pensée Sauvage ('Yaban Düşünce') ile, o güne kadar sömürgeciliği meşrulaştıran bir düşünce tarzını yerle bir edişiyle ilgilidir.
Evet, öyle! Zira Batı-dışı toplulukları 'ilkel' kabul eden peşin hükümlü bir antropolojinin hakimiyetine son vermek, kolonyalist antropolojinin 'ilkel' diye nitelendirdiği Batı-dışı toplulukların 'ilkel' olmadıklarını ispat etmek, gerçek anlamda bir bilim devrimidir...
Lévi-Strauss uzun yaşadı;-1908 doğumluydu, 101 yaşında öldü. Fransa'yı XX. Yüzyıl'da bir defa daha dünyanın entelektüel merkezi haline getiren Fransız düşünürleri, 1900'lü yılların başlarında doğmuş olanlardır: Jean-Paul Sartre, Merleau-Ponty, Raymond Aron, Simone de Beauvoir, Claude Lévi-Strauss... Sartre'ın ve Merleau-Ponty'nin felsefede, Aron'un sosyolojide, Beauvoir'in, özellikle 'La Deuxieme Sexe ('İkinci Cinsiyet') ile Feminist düşüncede yol açıcı konumları inkar edilemez...
Claude Lévi-Strauss, Malinowski ve Radcliffe-Brown gibi İngiliz 'fonksiyonalist' yaklaşımcı antropologların ve Lévy-Bruhl gibi Fransız etnologların Asya, Afrika, Avustralya, Yeni Zelanda ve Güney Amerika'daki yerlileri ya sadece yeme içme ve üreme ihtiyaçları olan veya zihinlerinin 'mantık-öncesi' ('prélogique') bir biçimde işlediğini öne süren yaklaşımlarını sorgular ve bu varsayımların 'yanlış' olduğunu gösterir. Bu insanların hayatı Malinowski'nin öne sürdüğü gibi, sadece 'birincil' (ya da, biyolojik) ihtiyaçlara göre değil, ama aynı zamanda, tıpkı 'uygar' insanlar gibi, zihinsel ihtiyaçlara göre de yapılanmıştır. Lévi-Strauss, 'ilkel' denilen bu insanlar için 'Evren, en azından temel ihtiyaçları karşılama aracı olduğu kadar, düşüncenin de nesnesidir de' derken, işte tastamam bunu kastetmektedir. Onların da, yeme, içme ve üreme türünden birincil ya da biyolojik ihtiyaçları kadar, dünyayı anlama, tanıma, açıklama gibi zihinsel ihtiyaçları da vardır. Brezilya'da bir kabile şefinin Lévi-Strauss'a 'kaplumbağa, düşünmek için iyidir!' derken kastettiği de budur. Lévi-Strauss'a göre, işte bu nedenle bu insanlar 'ilkel' değildirler: Onlarla 'uygar'lar arasında bir nitelik farkı yoktur,- bir nicelik farkı vardır olsa olsa! O nedenle de, diyor Lévi-Strauss, onlara 'İlkel' değil 'yaban' ('sauvage') dememiz gerekir...
Lévy-Bruhl'un, 'mantık-öncesi' argümanını da yerle bir eder Lévi-Strauss. Lévy-Bruhl, 'ilkel'lerin 'mantık-öncesi' düşünceleri konusunda öne sürdüğü argüman, bir Bororo'lunun kendisini 'bir kırmızı papağan' olarak adlandırması, dolayısıyla da, bir şeyin kendisinden başka bir şeyle özdeş olamayacağı konusundaki Aristoteles mantığına aykırı davranmasıdır. Lévi-Strauss, Bororo'lunun özdeşlik ilkesini ihlal etmediğini, kimliğini bir istiare (metafor) ile dile getirdiğini gösterir ki, bu da Lévy-Bruhl'ün, 'yaban' insan'a 'ilkel'lik atfetmekle ne kadar yanıldığını gösterir.
Lévi-Strauss'un kitaplarının bir bölümü Türkçeye çevrildi: 'Yaban Düşünce', 'Mit ve Anlam', 'Hüzünlü Dönenceler', 'Irk, Tarih ve Kültür'. Ama, bizim okuryazarımız (entelektüellerimiz de dahil!), Lévi-Strauss'tan söz etmek gereğini duymadı. Lévi-Strauss'un antropolojisinin, sömürgeci zihniyeti inşa eden argümanları teker teker yerle bir edişini, Oryantalizmi de yıkıma uğratmakta ne kadar hayati bir önem taşıdığının hiç mi hiç farkına varılmadı...
ZAMAN