Lego hayatlar!

Abdurrahman Dilipak

Tak takıştır ve kendi yaşam biçimini üret..

Türk milletinden, İslam ümmetinden, Garp medeniyetinden olmak gibi bir şey bu..
Hani sormuşlardı ya, “3 tarz-ı siyaset” konusunda, Türkleşmek mi, İslamlaşmak mı, Muasırlaşmak mı?
Siz kendiniz değilseniz, “her gördüğünüz sakallıyı babanız sanıyorsanız” kendinizi başkalarının tarihinden, dünya görüşünden devşireceksiniz..
Eklentik bir hayat.. Lego hayatlar.. Biraz AB, biraz Amerika, davul tozu ve minare gölgesi.. İşte o biziz.. Yasal olarak laik, bireysel olarak dini bütün bir Müslüman.. Resmi görüşü Kemalist, ama özel hayatında devletçiliğe, milliyetçiliğe karşı, 6 okun partisine oy vermeyi ihanet sayacak kadar aykırı bir insan düşünün, batılı görünümlü bir doğulu.. Sağdan sola düşünür, ama soldan sağa yazar.. Miladi takvime göre resmi işlemlerini görür, ama hicri takvime göre bayram yapar.. Alafranga saate göre mesaiye gider, ama alaturka saate göre günlük ibadetini yapar.. “Lego Hayatlar” M. Erdoğan Sürat’a ait bir tanım.. “Bizim Sovyet”i anlatan son alegorik romanının adı bu.. “Ölü çocukların ruhlarından oluşan bir gölgeler kalabalığıdır başının çevresinde dolaşan ışıltılar”. Yoksa bir azizenin ruhaniyetini yansıtan pırıltılar değil.. Ama çoğu gözler bunu fark edemez. Onun için fahişe ve şeyhin birlikte çalıştıkları çatıların altında yetiştirilmiş çakma şeyhleri fark edemez birçok insan..
“Kimileri özel hayatın kutsallığına sığınıp kutsal dışı işlere soyunsa da, öte yandan birileri ispiyonu ve köstebek olmayı demokrasi adına takdis ediyor” Garip değil mi? Kutsala karşı olanı kutsalla savunmak, kutsal dışı olanı takdis etmek..
Yoksulluk edebiyatı yapanların boynuna dolanan bir yoksulun bir aylık maaşı kadar pahalı gömlek giymesi, aslında yaşanan gerçeklerin somut bir göstergesi gibi..
Siyaset siyasetçinin elinde bir illüzyona dönüşüyor.. Her şey bir oyun sanki.. Görünen ve gerçek arasında fotograf makinasının karanlık odasını hatırlatan tezatlarla dolu bir dünya..
Politikacı denen canlı türü ilginç bir özellik taşıyor. İnsanlar kadın ve erkek olarak tanımlanır genellikle. Bu 3. bir cins sanki.. Elbette herkes böyle değil ama, siyasetin böyle dönüştürücü bir yanı var.. En anlaşılmaz olan cins de bu üçüncüsü gibi sanki..
Bu politikacıların elinde her logo parçacığı bir veridir.. Elinizdeki parçalar bellidir. Ona göre bir dünya kurmanız gerek kendinize.. Her ne kadar özgürseniz de gerçeklerin sınırladığı bir dünyaya hapsolmuş hissedersiniz kendinizi.
Kişilerin kimlikleri tanımlanmıştır bu dünyada. Siz, ruhunuz ve kalıbınızda o formun içine girersiniz. Üniformanız sizin kimliğinizin önüne geçer. Ölü taşların canı, ruhu gibi o formların içine sızarsınız. Artık ne o forum kendisidir tek başına ve ne de siz kendinizsiniz.. Legolar canlanır.. Hayat bir Matrix’e döner artık..
Teknoloji bir kara delik gibi sizi yutuyor, her şeyi kendine bir protez haline getiriyor olmasın sakın. Ya da siz teknolojiyi, hapı yutar, oltayı yutar gibi yutmayasınız sakın..
Teknoloji mi benim protezim, ben mi teknolojinin proteziyim..
Şimdi yeni bir media geliyor. İmmetsivemedia.. Görüntünün içine giriyorsunuz.. Görsel bir kubbenin içinde özgürsünüz, her noktaya ulaşabiliyorsunuz. Ama sakın klan topluluklarındaki gibi dışına çıkılamayan bir saydam küre olmasın bu. Çünkü o imajın dışında “reel” dünyada yoksunuz. Her şey bir anda sınırlandırılıyor ve kendinizi yalnız hissediyorsunuz. Teknolojisi size yeni görsel, sanal bir dünya armağan ediyor ama bunun karşılığında sizi kendi dünyasına davet ediyor..
3G telefonlarınız sizi özgürleştiriyor mu, kendine bağımlı mı kılıyor, internet ve 3G’ler sakın nöronik bir ağ oluşturup bizi biyonik serverlere dönüştürüyor olmasın..
Avatar gerçek oluyor sanki.. Biyonik robotlar üretmiyoruz, bizler robotlaştırılıyoruz sanki.. Artık gül kokulu domatesler yiyecek, şahin bakışlı çocuklar yetiştireceğiz. Beyne bilgi yüklemesi yapacak teknolojiler şimdiden hazır..
Tamam ABD dev makinalarla doğayı tahrip ediyor ve canlıları öldürüyor, her şeyi yok etmeye programlanmış makinaları kim niçin üretiyor?
Garip değil mi? Afganistan’ı işgale giden Rus askerleri Müslüman olup dönüyor.. Ya da Bağdat’ı bombalayan Amerikalı pilot daha sonra gidip Müslüman oluyor. Afganistan’a giden eklemlenmiş bir İngiliz bayan gazeteci burka giyip dönüyor ülkesine.. Dönüştürmek istersen, insanlar dönüşüyor.. Bizde de tersinden örnekler mevcut. Aynen öyle de makinayı kullanalım derken makine bizi kullanmaya başlıyor sanki.. Anatole France’nin THAİS’inde anlatılan da bu değil miydi? Mükemmele ulaşma adına Thoman Mann’ın “Değişen Kafalar”ındaki ütopya nasıl bir hüsranla sonuçlanıyorduysa, insanlığın bu yeni serüvenini de aynı akıbet bekliyor sanki. Ama ne çare ki, bu çağın gerçeği de bu.. Sırtüstü düşen bir hamam böceği gibi çaresiz çırpınışlardan başka fazla bir tepki de yok sanki..
Aile bir kuluçka makinasına döndü. Kreşler, ana sınıfları, okullar zihinsel transformasyon merkezleri gibi çalışıyor. Profesyonel spor dedikleri biyolojik dönüşüm merkezleri olmaya aday.. Maksat sadece yüksek atlamaksa, bu, gen mühendisleri için artık zor bir şey değil..
Haz ve başarı ise her şey, bunu bir kimya mühendisi ve iyi bir bilgisayar uzmanı size istediğiniz şeyi verebilir..
Peki biz kimiz, nereden geldik ve nereye gidiyoruz?
Ey insan! Bu gidiş nereye!
Selam ve dua ile..

VAKİT