Ters yöne girmiş bir araba gibi hissediyorum bazen kendimi.
Gitmek istediğim yer başka, gittiğim yer başka.
Biraz dertleşmek isterim.
Şöyle acılarımızdan, sevinçlerimizden, özlemlerimizden, aşklarımızdan konuşalım, kendi küçük hayatımızda büyük adacıklar gibi ruhumuzu kaplayan dertlerimizi birbirine bağlayan köprüler kuralım, birbirimizde biraz teselli arayalım isterim.
Biraz yakınmak isterim.
Küçük, kısık bir sesle söylenmek isterim.
Size Kadıköy’den bahsetmek isterim.
Demek isterim ki; benim ailem yüz yıldır Kadıköy’de oturur, benim çocukluğum parmaklıklarına sarmaşık güllerinin dolandığı, bahçe kapılarından hanımelilerin sarktığı, zakkumların, zambakların, şebboyların meyve bahçeleriyle koyun koyuna yaşadığı, akşamüstleri hercaimenekşelerin açtığı, gölgeli iri ağaçların sakin bir tevazula boy attığı, deniz, çimen, çiçek kokan yerlerde geçti.
Her mevsim başka kokardı.
Yaz günlerinin her vakti başka kokular yayılırdı bahçelere, sabah başka, öğlen başka, akşam başka kokularla dolardı.
Şimdi yaşlandım.
Hâlâ dedelerimin oturduğu evde oturuyorum.
Ve, artık Kadıköy her mevsim her saat aynı kokuyor.
Bu ülkede, bu şehirde, bu mahallede geçen bir ömür beni sonunda zakkum kokularından, zarafet sınırları içinde anlatılması mümkün olmayan kokulara getirdi.
Bütün Kadıköy kokuyor şimdi.
Ağır, mülevves bir koku bütün yaşayanları sarıyor.
Kimse bundan yakınmıyor.
Benim çocukluğumda zambaklar ne kadar doğalsa bugün Kadıköylüler için bu ağır koku o kadar sıradan.
Sanki kimse rahatsız olmuyor.
Bütün bir seçim kavgaları arasında bir tek aday çıkıp da “sizi bu kokulardan kurtaracağım” demedi, tek bir seçmen çıkıp da “bizi bu kokulardan kurtaracak mısın” diye sormadı.
“Laikliği konuştular, şeriatı konuştular, Atatürkçülüğü” konuştular.
Halbuki laiklik de, şeriat da, Atatürkçülük de aynı kokuyordu.
Hiçbirine oy vermedim.
Biri çıkıp da, “Kadıköy, insanları utandırmayacak biçimde kokacak, eski kokularına kavuşacak, sizi bu kokudan kurtaracağım” deseydi ona oy verirdim.
Fikrinin, inancının ne olduğuna bakmazdım bile.
Bana bir insan gibi yaşama hakkını vermesi yeterdi.
Niye kimsenin aklına gelmedi kokulardan söz etmek?
Niye kimse bunu sormadı?
Çünkü hayatı, yaşamayı unuttuk.
Bir insan olduğumuzu, güzel kokuları, çiçekleri, taze sabahları hak ettiğimizi unuttuk.
Anlamsız, saçma, gereksiz bir kavganın içindeyiz.
İnsanların insanca yaşamasını amaç edinmiş bir kavga değil bu.
Kasılmış ihtirasların çılgınca, delice kapıldığı bir ihtirasın kavgası.
İktidar olmak istiyorlar.
Sahip olmak istiyorlar.
Neye sahip olacakları umurlarında bile değil.
Sahip oldukları yerin nasıl koktuğuna aldırmıyorlar.
Hayatın güzel bir şey olduğuna inanancımızı yitirmişiz.
Devlet gelmiş, bizi öyle bir ezip zihinlerimizi posaya çevirmiş ki ne kokuyu fark ediyoruz, ne de bir insan olduğumuzu hatırlıyoruz.
Kadıköy’ün kokularından, bu ağır, bu aşağılayıcı, bu bıktırıcı, iç bulandırıcı kokulardan kurtulmayı değil, Genelkurmay’ın tuhaflıklarını konuşmak zorunda kalıyoruz.
Öyle bir zorbalıkla geliyorlar ki “iyi yaşamaktan” vazgeçip sadece bir insan olarak var olabilmeye çabalıyoruz.
Hükümeti devirmek, insanlara iftiralar atmak, komplolar kurmak için planlar hazırlıyorlar.
Yakalanıyorlar.
Kendi emirlerindeki mahkemelerden, “suçlarının yayınlanmasını” yasaklayan kararlar çıkartıyorlar.
Hem suç işle, hem de bu suçtan bahsedilmesini yasakla.
Suçu işleyen kurum, nasıl karar verebilir o suçun konuşulup konuşulmayacağına?
Genelkurmay’ının böyle olduğu bir ülke kokar.
Kokuyor da...
Gelin Kadıköy’e ve koklayın.
Bakalım ne kokuyor.
Genelkurmay kendi işiyle uğraşmayınca, siyasetin içine dalınca, kimse kendi işiyle ilgilenmiyor.
Belediye, belediye olduğunu, amacının temiz, düzenli bir hayat sağlamak olduğunu unutuyor.
“Atatürk’ü öven bir nutuk”, şeriatı lanetleyen iki laf, laikliğe bir övgü yetip de artıyor bile belediye başkanlığı yapmaya.
Atatürk’e de yazık.
Dünyanın en güzel ülkesini, onun adının arkasına saklanıp bir rezilliğe çevirdiler.
Eğer bu Atatürkçülük denilen şey, şu şehrin güzel kokmasını, suç işleyen Genelkurmay’ın yargılanmasını sağlasaydı Atatürkçü olurdum doğrusu.
Ama bakıyorum Atatürkçülere ve sadece suç işleyen generaller ve korkunç kokan şehirler görüyorum.
Alın Atatürk’ünüzü... Bana zakkumları verin, hanımelileri, şebboyları verin.
Bana güzel, küçük hayatımı geri verin.
O kadarı bana yeter.
TARAF