Laikliğe Sadık, Sapkınlığa Müşfik Diyanet Modeli

KENAN ALPAY

Muhataplarımız o kadar ahlaksız ve arsız ki bunların irrite edici sapkınlık ve azgınlıklarına cevap yetiştirmekten ülke ve dünya gündemini doğru düzgün tartışamıyoruz. Adana Seyhan’da 19 yaşında Ali Hemdan el-Hasani adında gencecik bir çocuk “polisin dur ihtarına” uymadığı için kalbinden vurulup öldürüldü. Bu acı olay üzerine bizim payımıza “polis ve jandarmanın meşru müdafaa olmadan hiç kimseye hedef alarak ateş edemeyeceği” kaidesini yüksek sesle konuşup yazmak yerine “polise başka çare bırakmadı” gibi serserice düzülen manşetler okumak düşüyor. Bu durumda genel kanı “madem dur ihtarına uymadı o zaman polis ve jandarma da ateş edip vurur” gibi tamamen hukuksuz, kanunsuz ve vicdansız bir pratiğe mazeret hazırlamaya soyunuyor.

Esası Konuşturmayan Sapkın Gürültücüler

Anayasa Mahkemesi tarafından KHK’larla polise tanınan bazı yetkileri iptal etmesi üzerinde de konuşamıyoruz mesela. Küçük görmek, hafife almak doğru değil çünkü devamını gelmesini istediğimiz türde ileri doğru bir adımdır. AYM internet abonelerine ait kimlik bilgilerinin kişisel veri niteliğinde olduğu belirterek kullanıcıların kimlik bilgilerine ulaşma ve sanal ortamda araştırma yapma yetkisini Anayasa’ya aykırı bularak iptal etti. Ayrıca KİT’lere alınacak personele dair güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılmasına yönelik kanuni düzenlemeyi de kişisel verilerin korunması hakkı bağlamında iptal etti. Peki, malum ahlaksız ve arsız cephenin bileşenleri ne yapıyor? Bir taraftan Afrin’de PKK tarafından bomba yüklü bir petrol tankeriyle işlenen büyük katliamın faili PKK/PYD’yi saklamaya gizlemeye kalkışıyor. Diğer taraftan da zina ve cinsel sapkınlık siyasetini meşrulaştırıp toplumsal bir forma dönüştürmek için gündemi bütün boyutlarıyla ahlaksız bir kavgaya sürüklemeye girişiyorlar.

İnsan “23 STÖ’den Diyanet’e uyarı: Anayasal sınırlar içinde hareket et” manşetini görünce “kimler, ne istemiş ve nelere itiraz etmişler acaba?” diyerek tabiatıyla meraklanıyor. Listede Alevi Bektaşi Federasyonu, Hacıbektaş Eğitim Kültür Derneği, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, Demokratik Alevi Dernekleri, Hünkâr Hacıbektaş Veli Derneği ve Atatürkçü Düşünce Derneği Çankaya Şubesi görülüyor ilk etapta. Diyanet’e yönelik gayet net uyarılar sıralanmış: “Bir devrimle kurulduğunu gözardı etme. Cumhuriyet kurumu olmaktan uzaklaştın. Görevini laik hukuk sistemine göre ifa et. Her konuda şer’an fetva veren bir kuruma dönüşme. Ankara Barosu’nu hedef alman kabul edilemez.

‘Ulu Önder’in Diyanet’i laik diktanın despotizmin meşrulaştırmaya matuf kukla misali bir paravan teşkilat olarak tasarladığını nedense açıkça ifade edememişler. Öfkelerinin bir kez daha kabartmasına vesile olan zina ve cinsel sapkınlık meselesine dahi açıkça sahip çıkamamışlar. Alevi-Bektaşi kimliğini uzun bir dönem Kemalist cuntaların hizmetine koşan edepsizlik şimdi de zina ve türlü cinsel sapıklıkları toplumsal kimliğe dönüştürme ihalesini üstlenmiş anlaşılan.

Onlara Bakarsak Rahatlarız, Kendimize Bakarsak…?

Büyük sanatçı ve efsane devrimci pozlarıyla ortalıkta dolaşan Kemalistler hala şöyle meydan okuyorlar topluma: “Haram” kavramının laik-demokratik bir hukuk devletinde yasal bir karşılığı veya anlamı yoktur. Bir asırdır sürdürdükleri dayatmaların nedenini izah ederken kurdukları hüküm cümlesi de şu: “Cumhuriyetin sınırlarını da hukuk düzenini de, yaşamsal şifrelerini de belirlemiş tek bir kurucu lider vardır.” Bu durum hiçbir surette tesadüf değil, unutmayalım ki; her türlü rezilliği, edepsizliği, zorbalığı ve çirkefliği savunmak için üzerimize doğrulttukları namlunun gerekçesi ise “Atatürk’ün Cumhuriyeti’nde….” kalıbıyla başlıyor veya nihayete eriyor.

Türkiye bu kötülük ve çirkinliklerle mücadele etmekten geri durduğu oranda çürür, kokuşur ve bütün cepheleriyle iflas edip çöker. Fakat bunun kadar önemli bir başka temel kaide var. Türkiye’nin ahlak, hukuk, merhamet, eğitim, paylaşım ve benzeri konularında verilecek mücadelede Tek Adam ve Tek Parti despotizminin hayaliyle yanıp tutuşan arsız ve sapkın cephe hiçbir konuda ölçü alınmaması. Yani bu arsız ve sapkınların sergilediği rezilliklere bakıp siyaset ve toplum olarak çok iyi, çok güzel ve çok doğru yerlerde olduğumuzu sanmayalım. Eksiğimiz, kusurumuz, günahımız hala çok. Elde edilen başarılar elde edemediğimiz başarıları önemsizleştirmesin. Yapacağımız kıyaslar elbette ki birey ve topluma haklı bir özgüven kazandırmalı, azim ve şuur aşılamalı. Lakin gururdan neşet eden körlüğe, kibirden zuhur eden idraksizliğe sürüklemeyelim asla.

Evet, onlar kin ve nefret kusuyorlar İslam’a, tuzaklar kuruyorlar Müslümanlara, doğru. Lakin İslam’ın temsilini, Müslümanların izzetini gereğince üstlenemediğimizi de kabul ederek bir an önce takvayı, adaleti, ihsanı, ikramı, infakı, cihadı, merhameti, istişareyi gereğince kuşanmanın peşine düşmemiz gerektiği de aşikâr. Toplumsal adalet tesis edilemediği ve devletin işleyişinde adalet merkeze alınamadığı müddetçe sancıların bitmeyeceği, sıkıntıların büyüyeceği kimseye sır değil.

Hakkı ve sabrı, hakkı ve merhameti tavsiye sorumluluğumuz savsaklanıyor. Kötülükten men etme yükümlülüğü konjonktürel hesaplara, siyasi veya ekonomik menfaatlere kurban ediliyor. Hakikat ve maruf, tevhid ve adalet, infak ve cihad toplumu olmadan ne kurtuluşa erebiliriz ne de başkalarının kurtuluşuna vesile olabiliriz. Sapkınlıkla mücadelede bizi başarılı kılacak olan siyasi polemikler değil tevhid ve adaleti, tefekkür ve tezekkürü, infak ve merhameti ne oranda hayatımıza hâkim kılabildiğimizdir.

Yeni Akit