Barroso'nun ziyareti üzerine, Cumhuriyet gazetesinin önceki gün attığı başlık: "Laikliğe küresel saldırı yoğunlaştı" Gazete, "Son dönemde Ankara-Washington, Brüksel ekseninde yapılan açıklamalar, Türkiye'deki laik yapıya yönelik olarak yoğun bir küresel saldırının gerçekleştirilmekte olduğunu ortaya koyuyor." iddiasını ileri sürüyor.
İran gibi, Suudi Arabistan gibi İslâm ülkelerinden değil, doğrudan Batı'dan, ABD ve AB'den Türkiye'nin laik düzenine yönelik bir saldırı. Saldırı laik düzene yönelik olduğuna göre, ABD ve AB Türkiye'de dinî esaslara dayalı bir devlet düzeni peşinde olmalı. Peki ama neden? ABD ve AB aklını peynir ekmekle mi yedi ki, Türkiye'de böyle bir şeyin peşinde olsun.
Akıl ve mantık sınırlarının dışında, siyasî rekabetin dışında belki sadece psikoloji ilminin yardımıyla açıklanabilecek bir paranoya hali. Türkiye'nin birlik ve bütünlüğünü AB'ye karşı korumanın, kendi içinde mantık kırıntıları var. Ama laik düzeni, AB'nin tasallutundan korumak için ne yapmak lâzım? Laik düzeni AB'ye karşı kanımızın son damlasına kadar savunmak, çarelerden biri olabilir. Belki bize daha çok yakışanı, daha önce Viyana kapılarına kadar ilerlemiş necip milletimizin Avrupa Birliği'nin bütün kurumlarına yönelik genel bir laikleştirme seferberliği ilan etmesi.
Ortada akla zarar bir saçmalık var. Maalesef kalkıp da "biraz mantıklı olalım" ikâzı yerine, bu saçmalığı sırtımızda ağır bir yük halinde taşımak zorundayız. Aslında "küresel saldırı" iddiası, saldırıya uğrayan şeyin laiklikten başka bir şey olduğunu da gösteriyor. Cumhuriyet gazetesindeki manşetlik haberin devamı da, durumu açıklıyor. Türkiye'de mevcut iktidar yüzünden bir "dine kayma" hızla devam ediyor ve "Ortaya çıkan tablo, Türkiye'nin Cumhuriyet devrimleri ile elde ettiği kazanımların küresel güçler tarafından aşındırılmak istendiğini de gösteriyor." Şayet varsa -o da tartışmalı- "dine kayma"yı laikliğe aykırı bir durum olarak açıklarken, bu durumun laiklikle ilgisini kuracak bir mantığı kurabilmek ve küresel tehdidi bu muhakemeye dayandırmak gerekmez mi?
Türkiye'nin yaşadığı bir "laiklik krizi" değil. Türkiye bir kriz yaşıyor ve krizi çıkartanlar, alışkanlıkları yüzünden bu krizi "laiklik"le formüle ediyor. Türkiye bu krizden güçlenerek, kurumlarını ve prensiplerini yenileyerek ve canlandırarak çıkacak. Belki en önemlisi, laiklik prensibi artık aklın taşıyamadığı bu yüklerden ve saçmalıklardan kurtularak, hüküm sürdüğü alanda itibarlı ve sağlam yerine taşınacak. Barroso'nun söylediği hepimizin bilmesi gereken basit bir söze verilen tepki, bu çözülmenin de işareti. Laikliğin dinler karşısında bir din olduğuna inananlar, Barroso'nun "laikliğin din karşıtlığı olmadığı" sözünden "küresel saldırı" sonucu çıkartıyorlar.
Abdülhamit Bilici'nin dünkü yazısında kaydettiği bir Fransız'ın bizdeki laikliğe dair yorumu, yaşadığımız sıkıntıyı özetliyor. Fransız: "Sizinki 19. yüzyıl laikliği" diyor. "Aklın ve bilimin egemenliği"nden dem vuranların gericiliği işte böyle bir şey. Belki daha önemlisi, yine Bilici'nin altını çizdiği bir Fransız araştırmacıya ait hüküm: Luizard, Türk laikliğinin Fransız modeline değil, Fransa'nın sömürgesi Cezayir'de uyguladığı sömürge tipi laikliğe benzediğini söylüyor. Karşımızda duran ve üzerimize heyula gibi çöken şey, "müstemleke laikliği."
Dünyaya karşı ezik, üçüncü sınıf ve geri bir entelektüel dünyaya sahip, dünyayı ancak bu geri konumlarına uygun, üçüncü dünya tanımlamalarına uygun algılayan, buna uygun Soğuk Savaş ideolojilerine müracaat eden, dünya siyasetini 1960'ların emperyalizm teorileri ile açıklayan bir düşünce merkezi. Bir tek içi boşalmış bir iddianın sahibiler: Kendilerini geri bir toplumun seçkinleri zannediyorlar. Fark edemedikleri tek şey ise, toplumun fersah fersah ileri gitmiş olması.
Tabirleri yerli yerine yerleştirelim. "Cumhuriyet kazanımları" diye karşımıza çıkan şey, Cumhuriyet'in kazandırdıkları değil, bunların ayrıcalıkları. Küresel tehdit karşısında olan şey de "laiklik" değil, bunların dar, sınırlı, geri, totaliter dünyaları.
Zaman gazetesi