“Laikliğe İnanmak Şirk midir?”

İslam, kendi ölçüleriyle adil olmayan bir ülkede tam yaşanamayacağı için, Müslümanlar, nasıl başaracaklarını tam bilmeseler bile, yönetime hep talip olmak zorundadırlar.

Faruk Beşer’in Yeni Şafak gazetesinde “Din ve devlet işlerinin ayrı olması gerektiğine inanmak şirk midir?” başlığı ile yayınlanan yazısından bir bölüm:

He gün sohbetimizin sonunda gelen soruları cevaplamaya çalıştık. Çok anlamlı ve seviyeli sorular geldi. Bunlardan birini bugün yazımıza başlık yaptık. Bakalım ne diyebiliriz?

Sorunun laiklikle alakası olduğu belli. Dolayısıyla buna farklı açılardan ve farklı laiklik anlayışlarına göre cevap verilebilir. İslam tabiatı gereği, varlığı bir bütün olarak görür, dinle dünyayı birbirinden ayırmaz. Buna bağlı olarak bilgiyi de dinî ve dünyevî diye ayırmaz. Varlığın hakikatine uygun her bilgi ilimdir, teşvik edilir.

Din dünyayı ahiretin tarlası sayar. O halde tarlasız yaşanmaz ve tarlayı ekip biçenlerin önemli olmadığını, onu başkaları da ve hangi tohumla ekerlerse eksinler dinin yine din olacağını söylemek abes olur. ‘Din muameledir’. ‘Hüküm Allah’ındır’ ifadesi sadece ahireti anlatmaz. Hüküm, egemenlik demektir ve egemenlik ilahi bir öze sahiptir. Bu sebeple yönetenler kendilerini hep en üstte görürler. Yönetici sistemler ya da şahıslar daha üst bir hüküm koyucu kabul etmezlerse kendilerini ilah sanırlar ve egemenliklerini asla paylaşmak istemezler. Tabii olarak Allah da egemenliğini paylaşmaz, paylaşılmasını kendisine ortak, yani şirk koşma olarak isimlendirir.

Bu sebeple devlet işlerine din karıştırılmamalıdır demek, biz hükmümüzde ortak kabul etmeyiz, Allah bile bize karışmamalıdır, O’nu bizim işimize karıştırmaya kalkanları müşrik sayarız ve onlara hayat hakkı tanımayız, cehenneme atarız demektir. O halde Allah’ın da böyle diyeceğini düşünmek anlamlıdır.

Egemenlik kadar vaz geçilemeyen bir başka erk yoktur. Ancak şirk olan, hükümde Allah’a ortak tanıma, O’nun hükmünü reddetme, hatta hükme Allah’ı hiç ortak etmemedir. Ama Allah’ın hükmünü uygulamamakla onu kabul etmemek ayrı şeylerdir. Bunu başaramadığı için yapamayanlar ki, fert fert hepimiz aynı konumdayız, müşrik olmaz.

Ancak burada Müslümanların kendi içlerinde halletmeleri gereken pek çok meseleleri vardır. Bilindiği gibi fıkhın, yani İslam hukukunun oluşturulacağı bilginin yüzde onu naslar, yüzde doksanı o naslardan anlaşılan beşeri içtihatlardır. İçtihatların Allah’ın hükmüne isabeti zannîdir, bunun için de çok farklı içtihatlar doğmuş ve bu farklılıklar da mezhepleri oluşturmuştur. Şimdi İslamî bir yönetim bu mezheplerin hangisiyle hükmedecektir? Mecelle’nin Osmanlı’yı kurtaramamasının bir sebebi de bu problemin aşılamaması değil midir?

Buna bağlı olarak ikinci mesele; düşünce ve içtihat özgürlüğü temel haklardan olduğuna göre, muhammen bir İslam devleti bütün mezheplere aynı uzaklıkta olmalı değil midir? O zaman bunun adına ne diyeceğiz? Üçüncü mesele, tebeanın ya da bugünkü kavramıyla vatandaşların, çoğunluğunun istemediği bir yönetim, şeriat da olsa zorla uygulanabilir mi? Yönetim saltanata dönüştükten sonra bile halifelerin biate onca önem vermelerinin hikmeti nedir? İlk halife Hz. Ebubekir’in tek kişinin bile biat etmemesinden rahatsızlık duyması nedendir? Açıktır ki, Müslümanların bu konularda henüz sistem belirleyici net fikirleri yoktur, çünkü tarih boyunca saltanatların baskısı sebebiyle bir yönetim fıkhı geliştirememişlerdir.

İşin bir başka boyutu da şudur: İslam, kendi ölçüleriyle adil olmayan bir ülkede tam yaşanamayacağı için, Müslümanlar, nasıl başaracaklarını tam bilmeseler bile, yönetime hep talip olmak zorundadırlar. Böyle olunca İslam ülkelerinde ‘tam’ dedikleri anlamda ne bir demokrasi, ne de yine ‘tam’ dedikleri anlamda bir laiklik gerçekleşebilir. Çünkü Müslüman bulduğu her fırsatta hükmün sürekli Allah’ın olmasını isteyecektir. Bu da erki elinde bulunduranları rahatsız edecek ve dine baskı yapmaya, onun devletin temellerini değiştirmesine asla müsaade etmemenin yollarını aramaya itecektir. Sonunda hayal ya da iddia ettikleri gibi, bütün inançlara eşit mesafede bir laiklik ve demokrasi hiç olmayacak, İslam sürekli baskı altında tutulacaktır. Cuma günü gördük, zorunluluk sebebiyle namaz okul bahçesinde kılınınca Cumhuriyet Gazetesi bunu bile laikliği delme olarak duyurdu.

İslam Düşüncesi Haberleri

Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı
Yaratılış gayesinden uzaklaşan insan huzurlu olamaz!
Öncelikli hedef neden tağuti otoritedir? Ve asabiye gündemleri geri itilmelidir!