Laikler demokrat olabilecek mi?

Yıldıray Oğur

Türkiye’de insan hakları üzerine yazılmış ilk akademik kitap 1953 yılında yayınlandı. Yazarı Türkiye’de insan hakları literatürünün kurucusu sayılan Prof. Dr. Bahri Savcı’ydı. Savcı, 50'li yıllarda batılı demokratik değerleri savunan ve bu değerler üzerinden DP’yi eleştiren Forum Dergisi’ni çıkaran liberal ve Kemalist aydınlar arasında yer aldı. Dergi 1957’de Demokrat Parti’den otoriterleşme, tek adamcılık eleştirileriyle istifa eden siyasetçilerin kurduğu Hürriyet Partisi’ni destekledi, derginin pek çok yazarı partinin kurucuları arasında yer aldı.

Ve bu dalga ile Prof. Savcı heyecanla desteklediği 27 Mayıs darbesinin anayasasını yazan kurulun içinde yer buldu.

60’ların sonunda bu kez hedefinde Demirel vardı. Eleştirileri epey tanıdık gelecek.

“Mevcut iktidar gücünü, irrasyonel dilekleri tatmin edilecek halk yığınlarının sayı üstünlüğünden almayı tercih etmiştir. Herhangi bir yol ile oy sandığına egemen olma ve bu yol ile topluma egemen olmaktan başka kural tanımıyor. Oysa bu pek ilkel bir demokrasi anlayışıdır. Bu yol, demokrasiyi sosyal ve etik temellerinden yoksun kılarak, ancak bir oligarşi sultasına imkân verir.”

Oligarşi sultasından şikayet eden profesör, 9 Martçıların bakanlar kurulunda Adalet Bakanıydı.12 Mart’tan sonra darbecilik iddiasıyla tutuklandı. 12 Eylül’den sonra üniversiteden atıldı. Ve 90’larda ADD kuruculuğu ve laiklik, Atatürk temalı kitaplar, yazılar…

İnsan hakları savunucusu bir akademisyenin darbecilikle biten hikâyesi Türkiye’de laiklerin demokrasiyle sınavının da kısa hikâyesi aslında.

Uzun yıllar Türkiye’de hatta bütün İslam dünyasında en popüler tartışma başlığı İslam (ya da Müslümanlar) ve demokrasiydi. Ama artık başka bir başlığı konuşmanın vakti geldi. Türkiye’de laikler demokrat olabilecek mi?

Türkiye’de laiklerin demokrasiyle yapısal bir sorunu var. (Sadece Türkiye’de değil Mısır darbesi gösterdi ki bütün İslam dünyasında) çoğunluğu dindar halk kitleleri oluşturuyor. Ortaya sandık geldiğinde onların desteklediği partiler iktidara geliyor. Yani Demokrasi oyununda laikler baştan kaybeder.

İki yol var. Demokrasi sınırları içinde kalarak, siyaseti, diyaloğu sürdürmek. Ya da siyasi zemini reddedip kötü kadere karşı demokrasi dışında yollar aramak.

Türkiye’de laikler uzun yıllar sadece ikincisini denedi. Kemalistler hafif kaldıkları demokrasi terazisinde dengeyi ordunun silahıyla buldular. Solcular silaha sarılıp, dağa çıktılar. Kolayından yırtmanın yolunu bulunca siyaseti küçümsediler, demokrasiyle dalga geçtiler.

Klasik siyasi denklem 2010 referandumuyla bozuldu. Sandıktan çıkan halka karşı terazide laik cepheyi denklemde tutan ordu denklemden çıktı.

Otoriterleşme, sivil faşizm, sivil darbe, tek adam eleştirilerinin 2010 referandumundan sonra artması tesadüf değil. İlk kez siviller tek başına bütün iktidara sahip oldular.

Laikler, Gezi Parkı’yla yine siyaset dışı yeni bir denge unsuru buldular. Direniş. Büyük kalabalıkların direnişi. Kaos. İtaatsizlik. Barikat kurmak, polise çatılardan buzdolabı atmak, taraftar gruplarını bile karşı karşıya getiren aşırı politizasyon.

Herhalde son dört aydır Türkiye’deki direniş güzellemesi en son İspanyol İç Savaşı’nda, Yunan İç Savaşı’nda yaşanmıştır.

Aslında değişen bir şey yok. Laikler yine siyaset dışı yollarla siyasi denklemde kendilerine yer bulmaya çalışmakta. Siyaset diyaloğa ve değişmeye açık olmak demek. Direnişte ise diyalog yok. Siyasi rakibi muhatap almak yok. Siyasi meşruiyet sınırlarını kabul etmek yok. Siyaset zeminini reddetmek var. Siyasi hasmı şeytanlaştırmak var. Gerekirse Taksim’in ortasında TV’lerin canlı yayın arabalarını parçalamayı, gazeteci tokatlamayı meşru gören “haklı şiddet” var.

Demokratlık yoga yapıp, sinirlerini aldırmak değil, siyasi alanda kalmak, tartışmayı sürdürmek demek. Yani aslında laikler hâlâ siyaset yapmaya, demokrasiye direniyor. Sahi bu laikler ne zaman demokrat olacaklar?

TÜRKİYE