İki gün önce,“lâikçi hakim” ile “hukuka bağlı hakim” kıyaslaması yaptık ya..
“Derin devlet olmalı” diyen Genel Yayın Yönetmenine sahip devlet gazetesinin, en derin muhabirlerinden Saygı Öztürk hemen devreye girdi..
Devreye girdi ve “lâikçi hakim”i konuşturdu..
Oysa biz o “lâikçi hakim” ile görüşmek için neler çektik. Bir türlü ulaşılamıyordu kendisine.
Biz kendisini bulamadık ama, “derin devlet olmalı” diyen gazetenin muhabiri, “derin devlet endeksli cinayeti” örtbas etmeye çalışan “lâikçi hakim”i hemen buldu..
Buldu ve konuşturdu.
Hayır gocunmuyorum.
Tabiî ki o bulacak.
Ben bulacak değilim ya.
Benim devlet ile, hele hele derin devlet eksenli cinayetleri örtbas etmeye kalkışanlarla ne ilgim var ki; onları bulabileyim?
Olsa olsa, köşemizden eleştiri yöneltiriz bunlara. İlgimiz ondan ibaret işte.
Onlar, verdikleri kararda derin bağlantılı cinayetleri örtbas ederler!
Sonra eleştirince de, “devlet gazetesi”nden kendilerine sayfalar açılır, oradan savunmaya geçerler..
Savunmaları da savunma olsa bari..
Ne demiş lâikçi hakim?
Birebir alıntılıyorum: “Bugün araştırılmasına karar verilen her şeyi zamanında biz de araştırdık. Verdiğim karardan dolayı vicdanım rahat.”
Kusura bakmasın, benden hayli yaşlı olan bu lâikçi hakim. Kusura bakmasın, kendisine meydan okuyarak iddia ediyorum: “Yalan söylüyorsun!”
“Her şeyi araştırmış”mış!.
Araştırdıysan söyle bakalım, Alparslan Arslan’ın cinayet gecesi mesajlaştığı Elif, gerçekten kendi öz kardeşi Elif mi?..
O mesajlarda geçen “yolcu” kim?
O mesajlarda geçen “malzeme” ne malzemesi?
O mesajlarda geçen “Tarkan işinize yarar mı?” ile ne kastediliyor?
Söyle, hemen gelip, senden özür dileyeceğim.
Ama adım kadar eminim ki; sen bunların hiçbirini bilmiyorsun.Biliyorsan bile, dosyaya yansıtmadın. Sana gelen ziyaretçilerin “Oraları karıştırma” isteğine uyarak dosyaya aktarmadın bu bilgileri...
Bu meydan okumadan sonra (gelecekten haber vermiyorum ama), “lâikçi kafa” hep aynı taktikle hareket ettiği için tahmin ediyorum, savunma şöyle olacak: “O soruların araştırılmasının verilecek karara etkisi yoktu.”
Tabiî.. Senin bakış açınla bakılırsa, verilecek karara bu soruların cevabının etkisi olmayabilir. Çünkü sen, olayın derin bağlantılarını görmek istemiyordun ki.. Sen önüne gelen bir kuklayı mahkûm ettirip, işi bitirmek istiyordun. Arkadaki emir verenlerin gizlenmesini istiyordun!
Ama bitiremedin, gizleyemedin işte..
Yargıtay, senin kararını bozdu. Yine de konuşuyorsun.. Yine de iddia edebiliyorsun..
Hem iddialı konuşuyor, hem de duygusal takılıyor “lâikçi hakim”!
Sanki onun literatüründe, vicdan diye manevi bir olguya yer varmış gibi!
İşte lâkiçi hakimin lâikliği kenara atıp sarfettiği sözleri: “Eğer ağırlaştırılmış hapis cezasına çarptırdığımız kişinin cezası müebbet hapse çevrilirse, cezalar daha da azalırsa, hatta beraat ederse; ancak o zaman ‘böyle bir hatayı nasıl yaptım’ diye vicdanım sızlar. Böyle bir hatayı da yapmadığıma inanıyorum. O yüzden verdiğim karardan dolayı vicdanım son derece rahat..”
Ne kadar inandırıcı, ne kadar masumâne sözler, değil mi?
O zaman ben kendisine hatırlatayım; “tutukladığın, hatta 11 yıl hapis cezasına mahkûm ettiğin birSüleyman Esen var”, hatırladın mı onu?
Bak o sanığı; İstanbul’daki “hukuka bağlı hakim” bir duruşmada tahliye etti.. Dosyaya şöyle bir bakıp, tüm eksiklikleri bir çırpıda tespit ettiği anda, kararını verdi: “Tahliyesine..”
Sen ise, onu mahkûm etmiştin. Göreceksin, beraat edecek o Süleyman..
Ve senin vicdanın yine sızlamayacak!
Aslında Süleyman’ın durumu ile de bitmiyor olay..
Sen, Muzaffer Tekin ve diğer ekip arkadaşları için de dosyandaki tüm bilgilere rağmen, suç duyurusu yapmamıştın. Önceki aşamada verilen takipsizlik kararını doğru kabul edip, tüm davayı ona göre yürütmüştün.
Bak şimdi, davadan sıyırmaya çalıştığın o Muzaffer Tekin de mahkûm olacak. Yani senin sıyırdığın adam, şimdi suçun failleri arasında çıkacak...
Ve senin vicdanın yine sızlamayacak!
Çünkü “lâikçi hakim”de vicdan olmaz! Hayır, insanî açıdan değil.. Lâikçilik gereği!..
VAKİT