‘Laik sistemde, cumhurbaşkanı da olsa, ‘Kazâ ve Kader'den bahsedemez'miş…

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Başkan Erdoğan, Amasra'da 14 Ekim akşamı meydana gelen büyük maden ocağı kazâsından sonra, Çarşamba günkü konuşmasında, 'kazâ ve kader'den de söz edince, laik-materyalist çevreler saldırıya geçtiler ve o grupların oyununa beklenmeyen bazı kimseler bile gelip istihzaî yazı ve çizgilerle hücum tazelediler. Ya bilmeksizin, o konuda aleyhte yazılanların rüzgârıyla; ya da Tayyib Bey'in sözlerinin başına-sonuna bakmaksızın.

Hani, namaz kılmayan kişinin, 'âyette, 'Namaza yaklaşmayınız.' emri olduğu için.' mazereti uydurması üzerine, ona, 'Sarhoş olduğunuz zaman' kaydının bulunduğu hatırlatılınca da, 'Benim hâfızlığım yok.' kurnazlığına sığınması misali bir durum.

Tayyib Bey, sanki sorumluluktan kaçmak için, 'kazâ ve kader' anlayışına sığınmış gibi, tuhaf değerlendirmeler. Hem de Tayyib Bey gibi, İstanbul Belediye Başkanlığı'ndan bu yana, 25 yıldır, ülkeye, sistemli, programlı çalışma ve kalkınmada muazzam bir ivme kazandırmış bir Müslüman şahsiyete, Mehmed Âkif merhûmun, 'Kazâ, kader ve tevekkül' konusunu işlediği uzuun şiirinden,

'Çalış!' dedikçe Şeriat; çalışmadın, durdun,

Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun,

Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya,

Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya!'

gibi mısralarla ithamda bulunmak sığlığı karşısında söylenecek söz yok.

Laik düşünce tarzı, İslâmî kimlikli nicelerimizi bile esir almış olmalı ya da sosyal medya rüzgârı nicelerimizi savurmuş.

Halbuki Tayyib Bey, o konuşmasında, tedbirler açısından, hele de o ocakta teknolojinin en ileri ve hassas yeniliklerinin kullanıldığını belirttikten sonra, -bazılarının kendi sözlerinden rahatsız olabileceklerini de hatırlatarak- 'kaza ve kader'den de söz etmişti.

Kaldı ki, 16 Ekim tarihli yazımızda, biz de, 'Elbette, 'tevekkül ve kader' anlayışına teslimiyet, bir mümin için güzel bir sığınaktır. Ama önce şer'an ve aklen alınması gereken tedbirleri aldıktan sonra. Eğer, bu tedbirlere başvurmadan doğrudan kader ve tevekkül'e sığınılırsa, bu, 'takdir-i ilâhî'ye de bühtan olur' demiştik. Böyleyken konunun çarpıtılarak, Tayyib Bey'in sözlerini 'İslâm'a aykırı' gibi değerlendirmek de n'oluyor?

Aynı konuya, 19 Ekim tarihli yazımızda, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez'in Meclis'teki konuşmasında da, 'uçaklardaki kara kutu' örneği verdiği ve her şeyin kaydedildiğini söylediğine, kusurlu birisi tesbit edilirse, elbette gereğinin yapılacağına dikkat çekildiği hatırlatılmıştı.

*

Tayyib Bey, bu konuya AK Parti'nin Meclis Grubu'nda 19 Ekim günü konuşmasında da, değindi ve özetle şöyle diyordu:

'Biz Müslümanlar böyle inanırız. Siz inanmayabilirsiniz, ama kendi inancımıza karşı söz söylediğinizde, imanımız, en büyük şeref ve haysiyetimizin temelidir. Çünkü biz aynı zamanda kadere inanan insanlarız. Elbette tesbit edilirse suçlunun yakasına yapışacağız, sistemde belirlenen aksaklıklar, eksiklikler varsa giderilmesini sağlayacağız, şehidlerimizin geride kalanlarına bütün imkânlarımızla sahip çıkacağız. (...) Bunları yaparken de mukadderata teslim olacağız. Bu ülkenin yüzde 99'u Müslümandır.

(...) Hadisenin nasıl yaşandığı, tam olarak bilinmiyorken meseleyi başka taraflara çekenler, hele hele işi kader kavramını aşağılamaya kadar vardıranlar tehlikeli bir mecrada ilerlediklerini bilmelidir.

Sen inanmayabilirsin, senin bileceğin iştir ama Bay Kemal ve avanesi, ben kaza ve kadere iman etmiş bir insanım ve böyle yürüyorumBu bizim inancımızın gereğidir.'

Evet, bu sözler hele de Tayyib Bey'i gençlik yıllarından beri, yarım asırdır tanıyanlar için yeni değil. Ama bu sözleri söyleyen, bugün devletin ve 85 milyonu aşan milletin başkanıdır. Müslüman halkımız, geride kalan 70-80 yıl öncesinde, kendi inanç terimleriyle konuşan, böylece kendilerinden olduklarına inandıkları kimseleri başlarında görmek istiyordu. Bu halin ne demek olduğunu KK Bey'in anlaması neredeyse imkânsızdır. Çünkü Müslüman halkın bağlı olduğu 'kesin doğru'larını sadece telâffuz etmek, reçeli, kavanozun dışından yalamaya çalışmak gibidir. Halkımız, kimlerin kendi inanç dünyasının potasında siyaset için değil, kalbî bir samimiyetle yoğrulduğunu, konuştuğunu o derin idrak ve irfanıyla hemen anlar.

*

Son maden ocağı faciasının kurbanlarından 25 yaşındaki Berkay Kesim'in, Bartın'ın Epçiler köyündeki cenaze töreninde, mezar başında Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da Kur'an okumuş ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da, polislere, operasyonlara giderken, abdestli olmalarını, dualar okumalarını tavsiye etmiş.

Nitekim 'Kurân okudu.' diye suçlanmak istenen Adalet Bakanı Bekir Bey, 'Kuran okuduğum için suçlanmak, her Müslüman için olduğu gibi benim için de, şereflerin en büyüğüdür. Rabbim bizi de son nefesini verene kadar, kınayıcıların kınamasından korkmadan Kur'an'ın ölçülerine göre yaşamaya çalışanlardan eylesin" diyor.

'Taife-i laïcus' bunlara da tahammül edemiyor. Geçti efendiler; Müslümanlar bu ülkenin kahir ekseriyetini oluşturuyorsa, onların hizmetinde olanlarla bu Müslüman halkın kalbî bir beraberlik oluşturmasından daha tabiî ne olabilir?

Ve Müslüman halkımız, bir avuç 'materyalist-laik, din-iman tanımaz şahısların sahte tebessümlerine tekrar teslim olmayacaktır, İnşaallah.

STAR