Laik Macron'un devleti mutlaklaştırıp İslam’ı yeniden yapılandırma gayesi

Ergün Yıldırım yazısında, Macron'un İslam’ı yeniden yapılandırmakla ilgili sarfettiği sözleri yorumlarken, Fransa'da Müslümanlara bakış açısının gidişatını değerlendiriyor.

Yeni Şafak / Ergün Yıldırım

Fransa’da İslam reformunun üç seçeneği: Vaftiz, sürgün ve protestan Müslümanlık

Fransız laikliği büyük bir kriz içinde. Çünkü Fransız devleti laiklikle bağdaşmayan tutumlar içinde. Devlet doğrudan dine müdahale ediyor, onu tanımlıyor, örgütlüyor ve yönlendiriyor. Bunu da İslam üzerinde yapıyor. Macron, İslam’ı yeniden yapılandıracağız diyor. Din üzerinde her çeşit müdahalede bulunma hakkını kendisinde görüyor. İslam’ın içeriğini bile yorumlama gibi bir cüretkarlık ortaya konuyor. İslam, Fransız cumhuriyetine uyduruluyor. Cumhuriyet değerlerine aykırıdır derken bu kast ediliyor. Devlet, yani Fransız devleti mutlak, din değişken. Fransız cumhuriyetinin ilkeleri hakikat. Fransa’dan yükselen post-modern felsefe nerede? Düşünür ve aydınları nerede? Devleti bu kadar hakikatle, mutlaklıkla ve değişmez ruh ile tanımlamak nedir? Tanrı Devlet resmen bu. Rousseau’ya geri dönüş. Kiliseden koparılan vatandaşın dini aidiyetin devletle tanımlanması. Devlet dini denir buna. Şimdi Fransa, İslam’ı da devlet dini haline getirmek istiyor. Macron bunu yaparak kahraman olacağını sanıyor.

Fransız kamusal alanının devletçi ruhu yeniden yükseliyor. Tüm görünürlük dinden arınsın istiyorlar. Özellikle de bu din İslam ise. Bu nedenle ilk hamle başörtüsüne karşı yapılıyor. Çünkü başörtüsü dini kamusallığın en görünür imgesi. Birincisi minareyse, ikincisi başörtüsü. Avrupa laikçi kamusal alan bunları tehdit görüyor. Bundan dolayı minare ve başörtüsüne karşı tavizsiz bir laiklik var. Radikal bir laiklik bu. Kendini hakikat, mutlak doğru ve din gören bir laiklik. Fransa’da ilk icraat olarak başörtüsünü önce ortaöğretimden tasfiye ediyor ve sonra özel iş yerlerinden silmeyi kolaylaştırmak için kanunlar yapıyor. Hatta seküler eğlence yerleri plajlarda bile buna tahammül edilmiyor. Plajda “tesettürlü mayolar” yasaklanıyor. Fransız kamusal alanın “İslam istilasına” son verdiği düşünülüyor.

Fransa, İslam’ı yeniden yapılandırmaya çalışırken üç koldan hareket ediyor. Elysee Sarayı, İçişleri Bakanlığı ve Fransa İslam Konseyi. Tam bir devlet dini inşa çabası. Vatandaş vergi konusunda olduğu gibi din konusunda da devlete karşı yükümlü hale geliyor. Laikliğin devlet ve din işlerinin birbirinden bağımsız olması ilkesi, bir mitolojiye dönüyor. Bu mitoloji, bir zamanlar Fransa üzerinden bize çok sert yöntemlerle pazarlandı. Fransa’nın uydusu olan Cezayir, Tunus ve Fas’ta da öyle oldu. Tarihin cilvesine bakınız ki bu ülkelerden gelen Müslümanlar, şimdi bu laikçi siyasetin anlam dünyasını ters yüz ediyorlar.

Macron, “İslam, bugün dünyanın her yerinde kriz yaşayan bir dindir” diyor. Aslında krizde olan Fransız devleti. Çünkü Müslümanlar bu ülkede gettolara sıkıştırılıyor, merdiven altına itiliyor, İslamofobi ideolojisi üretilerek damgalanıyor. Müslüman, damgalı varlığa dönüyor. Müslüman kalarak Fransız vatandaşı kabul edilmiyor. Kültürel bir ırkçılık ortaya çıkıyor. Müslümanların kültürel varlığı karşıt ve düşman kabul ediliyor. Bunlar aşağılanıyor. Fakirlik, genel toplumdan dışlanma ve damgalanma sorunlarıyla boğuşan bir Müslüman topluluk doğuyor. Fransa, bu sosyolojiyi ıslah etmek yerine bu sosyolojiden çıkan krizi din diye damgalıyor. 1999 yılında Fransız gettolarında arabaları ateşe vererek isyan eden Müslüman gençler, radikal Selefiliğe savruluyorlar. Macron, bunları üreten sosyolojik ve ekonomik patolojiyi görmek yerine onları imha etmeyi ve dinlerini değiştirmeyi deniyor. Asimilasyon sadece Müslümanlar üzerinde değil, dinleri üzerinde de yapılıyor. Hindistan’da Allah’ın dinini bozarak düzenini sağlamaya çalışan Şah Ekber, bu defa Makron’da “hulul” ediyor!

Macron, Fransa’yı 19. yüzyıl laikliğiyle ve devletçi cumhuriyetle yeniden tahkim edeceğini düşünüyor. Fransız devlet iktidarını Müslümanların bedenlerinde, yeme-içmelerinde, giyimlerinde, dilinde ve anlam dünyasında görmek istiyor. İktidarın, Fransız ruhuyla Müslüman varlığında tanrısal bir şekilde tezahür etmesinin peşinde. Burada Fransız siyaseti, hemşenrisi Foucault’un panopticon’udur. Müslüman varlığını tüm ayrıntısıyla gözleyen, kontrol eden, disipline eden ve yöneten büyük göz. Müslümanlar ise hapishane hücrelerinde yaşayan varlıklar. Müslüman her an Fransız devletinin gözünün üzerinde olduğunu hissedecek. Korkacak. Allah’ın “sadece benden korkun” emrini unutarak sadece devletten korkacak. Böylece Batı’nın klasik tercihlerine mahkum olacak: Ya vaftiz ya sürgün ya da yeni post-modern seçenek olarak protestan Müslümanlık. Kolu ve kanatları kırılmış, ruhu iğdiş edilmiş bir Müslümanlıktır bu. Bu Müslümanlık içinde ne bilinç kalır, ne irade, ne de şahsiyet. Ezik bir köle ortaya çıkar. Macron efendilerini minnettarlıkla algılayan bir yaralı bilinç.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!