Laik Kürdistan’ın Tehcir ve Tecrit’den Geçen Yolu

KENAN ALPAY

Boşuna ‘boynuz kulağı geçer’ misali verilmemiş. Özellikle PKK-HDP’de tecessüm eden Kürt ulusal hareketi Türk-Arap ve Fars ulusalcı siyasetlerini mumla aratacak işler icra etme hususunda bir hayli inatçı. Kürt ulusal kimliğini ve siyasetini tahkim etme yolunda atılan her adım, söylenen her söz, girilen her türden ilişki insanlık adına ne kadar çirkin ve yıkıcı olsa da hiç tereddütsüz meşru ve makbul sayılıyor.

Steril Türk yurdu ve toplumu yaratma yolunda işlenen zulümlerden ibret almak yerine kopya çekmeyi marifet sayan PKK-HDP cephesi steril bir Kürt yurdu ve toplumu yaratmak adına bütün çılgınlıkları göze almış durumda. Silahlı propagandanın teknik ve tecrübeleriyle kurtarılmış bölgelerden özerkliğe, özerklikten kanton bölgelere ve nihayet büyük Kürdistan’a kavuşulacağı hülyası bütün bir toplum için tehlikeli bir ateşe dönüştü. Fakat bu ateş herkesten önce sahiplerini yakmaya namzet girift bir tuzaktan başka bir şey de değildir.

1, 2, 3, … Daha Fazla Cizre

Daha geçen hafta Stockholm’de konuşan Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk 1915 tehcirinin yol açtığı sorunlara tam da Batı’nın istediği tarzda ‘günah çıkararak’ şöyle ses vermişti: “Asuri, Ermeni ve Ezidiler de Kürtler gibi Kürdistan’ın gerçek sahipleridir.  1915 soykırımı sırasında bazı Kürt aşiretleri İslamiyet adına soykırım suçuna ortak olmuştur. Kürt halkı İslamiyet adına kullanıldı. Dedelerimizin katıldığı katliamın acısını yaşıyoruz. Bağışlanma ve özür diliyoruz.

Hem toprak ağası hem de feodalite düşmanı kimliğini bir arada yürütmeyi becerebilen Ahmet Türk’ün itirafçılıkla iftiracılık arasında mekik dokuyan bu türden sözleri şaşırtıcı değil elbette. Kasrı Kanco’nun da içinde yer aldığı toprakları kimlerden nasıl aldılar, hangi şartlar içerisinde orada saltanat sürdüler tartışılmaya değer mi, bilemem. Ancak İttihat ve Terakki gibi Türkçü kimliğiyle maruf iktidarın ‘tehcir’ siyasetine yağma mantığıyla ortak olmuş kimi Kürt aşiretlerini ulusalcı değil de İslamcı karakterle meczetme gayretkeşliği gözlerden kaçmıyor.

Ahmet Türk ve içinde bulunduğu PKK-HDP-DTK gibi Kürt ulusalcısı hareketler açısından asıl sorun ise bizzat kendileri tarafından planlanan fiiliyata geçirilen son dönem tehcirleri hakkında açık konuşmamalarıdır. Dedenizin, babanızın suçunu kimse size yükleyemez. Ancak PKK-HDP kadrolarının kendi işledikleri suçlar üzerine bir özeleştiri, pişmanlık ve özür beyan etmelerini beklemek hepimizin hakkıdır. PKK-HDP kadroları tarafından Kürt illerinde, ilçe ve köylerinde işlenen cinayet, gasp, haraç, baskın, yağma ve kundaklama gibi örgütlü ve sistematik cürümler üzerine konuşmak için 100 yıl mı geçmesi gerekiyor?

Cizre’de özerklik ilan etme tiyatrosunun kanlı bir baskına dönüştürülmesinin hesabını vermeyi erteleyenler şöyle bir kurnazca politika yürütüyorlar: Asuri, Ermeni, Süryani ve Ezidi halklardan özür dilemeyle eş zamanlı olarak bölgedeki İslamcı Kürtleri de tehcir ederek Batı’nın desteğini arttırmayı hesaplıyorlar. Üstelik PKK-HDP kadroları askeri kanattan siyasi-entelektüel kanada kadar hemen hepsi ortak bir söylemle “AKP=IŞİD”, “Hüda-Par= AKP=IŞİD” ve nihayet “ulusalcı-seküler olmayan toplum=Batı için tehdit” algısını güçlendirecek propaganda ve saha çalışmalarına hız veriyorlar.

Teslim Olmayanı Tehcir Ederler!

Makbul olmayan Kürtleri, İslami karakter ve işleyişi şiar edinen Müslüman çevreleri sindirmek için PKK-HDP’nin dağ kadrosu da, Belediye yönetimi de, gazeteci veya parti teşkilatı da aynı çirkin teklifi dayatıyor: “Ya Sev Ya Terk Et!” Yaraladıklarından ambulansı, yaktıklarından itfaiyeyi mahrum bırakmaya çok yerinde bir ifadeyle “laik-seküler Kürdistan için özgürlük mücadelesi” demeyi teamül edinmişler.

6-8 Ekim provakasyonlarında olduğu gibi Cizre’yi de yakıp yıkanlar kim? Cizre üzerinden şantaj yapıp PKK-HDP cephesine avantaj sağlama fırsatçılığıyla yanıp tutuşanlar kim? PKK-HDP cephesi aynen önceki yılların Kemalist devleti gibi hareket ediyor ve meseleleri izah edermiş gibi yapıp bütün bir toplumu alenen keriz yerine koyuyor. Kabak tadı veren “derin güçlerin provakasyonu” söylemi tam da bu keriz yerine koyma siyasetinin bir parçasıdır.

Mesela KCK’nın ANF’ye verdiği şu beyanata bakalım: “Bilindiği gibi yakın zamanda Bülent Arınç Hüda-Par ve PKK karşıtı partilerle görüşerek süreçte muhatabın sadece PKK olmadığını söylemiştir. Bu saldırının bu görüşmeden sonra gelmesi de manidardır.”  Hüda-Par’ı önce Hizbul Kontra sonra da “AKP ve devletin kirli maskesi” olarak yaftalayıp “zaten Cizre’de 20 evleri var” sözleriyle tahfif eden PKK-HDP’nin hedefi şu: “Direnişi geliştirip tüm Kürdistan’a yayma sözü veriyoruz.

Bu söylem ve eylemsellik süreci başta Hükümet olmak üzere bütün tarafları “Kürdistan’da kargadan başka kuş, PKK’dan başka muhatap tanıyanı yakarız” şantajından başka bir manaya gelmiyor tabi ki. Cizre’de PKK/HDP siyasetiyle kan uyuşmazlığı yaşayan, monolitik yapıyı bozan, göz zevkine zarar veren yapıların linç ve tehcir silahıyla temizliğe tabi tutulması merkez medya ve liberal-sol aydınlar cenahında nasıl görüldü? Şöyle: ya “seküler Kürtlerin kutlu direnişi sürüyor” coşkusuyla bu aşamalı tehcir operasyonları arkalanıp selamlandı ya da en ağır eleştiri sayılabilecek haliyle “Hüda-Par’lılar Kürt gençleriyle sokakta çatıştılar” şeklinde güya taraflara eşit mesafeden bakan bir analiz görüntüsünde sunuldu.

Okul, ambulans, hastane, kütüphane, postane, belediye, halk otobüsü, öğrenci yurdu, market, işyeri, parti, dernek, şantiye basıp yakarak kuracakları siyasal sistemi potansiyel “iç tehdit”lerden ayıklamak isteyen PKK-HDP kadrolarının ‘tehcir’ gibi en çirkin ırkçı yöntemlere sarılmasına hiç de şaşırtıcı olmasa gerek. Şaşırtıcı olan Ermeni, Rum, Süryanitoplumuna yönelik İttihatçı ve Kemalist kadrolar eliyle icra edilen şiddet hareketlerini “pogrom” olarak nitelemekte pek hevesli olan Batıcı entelektüel-aydın takımının İslami kimliğiyle bilinen Kürtlere yönelik bu sistematik saldırılar için bir defa olsun “pogrom” kavramını ağızlarına almamalarıdır. Ne o yoksa Müslüman topluma karşı seküler-ulusalcı faşist örgütler tarafından uygulanan sistematik linç ve saldırılar “pogrom” kapsamında değerlendirilemiyor mu?

İttihatçılarla ortak çalışan dedelerinin folklorik unsurlar haline getirdiği Keldanileri, Süryanileri, Ezidileri selamlayıp AB platformlarında özürler dileyen Ahmet Türk’ün Mardin’de inşa etmek istediği siyasal ve toplumsal düzenin mahiyetini kavramak için Cizre harika bir numunedir. PKK-HDP kadrolarının Cizre ve Yüksekova modellerini İttihatçı-Kemalist ve Baasçı yöntemlerle bütün Kürt bölgelerini ipotek altına almak üzere daha bir cesaretlendi(rildi)ği bir vaka. AB ve uzantıları kadar Baas rejimi ve İran tarafından da tırmandırılması teşvik edilen bu şiddet politikaları aynı zamanda Çözüm Sürecine ve bölgeye yönelik bağımsız politikalar yürüten Erdoğan-Davutoğlu gibi siyasi aktörlere yönelik diz çöktürme operasyonunun parçası olarak iş görmektedir.

Sabote edilen sadece Çözüm Süreci’nden ibaret değil. Çünkü PKK-HDP cephesinin bütün cinayet, sabotaj ve baskılarını “AKP ve Hüda-Par’ın dinci baskılarına karşı sergilenen haklı ve özellikle de seküler direniş” olarak kurgulayıp lanse eden cephe oldukça geniş. Bu sebeple PKK-HDP kadroları hem AB-ABD cephesinden hem liberal-sol merkezlerden kendisine açılan limitsiz krediyi sonuna kadar kullanmaktan imtina etmiyor.