Kuvvetler ayrılığı

Ali Bulaç

Bilindiği gibi "kuvvetler ayrılığı" teorisinin sahibi Montesquieu (1689-1755)'dur. Montesquieu'ya göre, her devlette üç çeşit kuvvet vardır: "Yasama kuvveti", devletler hukukuna bağlı olan şeyleri "yürütme kuvveti" ve medenî hukuka bağlı olan şeyleri "yürütme kuvveti".

Bu kuvvetlerden birincisi yani "yasama kuvveti", "geçici veya sürekli kanunlar yapma; eskiden yapılmış olanları düzeltme ya da yürürlükten kaldırma" işini üstlenir. İkinci kuvvetle ise, hükümdar veya idareci, "savaş veya barış yapar; elçi gönderir ya da kabul eder; güvenliği kurar, istilaları önler". Üçüncü kuvvet ise, "suçluları cezalandırma ve özel kişiler uyuşmazlıkları yargılama kuvveti"dir.

Montesquieu devletteki bu üç kuvvetin birbirinden ayrılması gerektiğini ileri sürmektedir. Çünkü yasama ve yürütmenin aynı elde toplanması, özgürlüğün ortadan kalkmasına sebebiyet verebilir. Yargı kuvveti de, yasama ve yürütme kuvvetlerinden ayrılmış değilse gene özgürlük tehdit altına girebilir.

Montesquieu'ya göre yürütme kuvveti bir monarkın elinde bulunmalıdır. Yürütme kuvvetinin tek kişiye verilmesi gerektiğini düşünen Montesquieu, yasama kuvvetinin "bir kişi yerine birçok kişi tarafından daha iyi kullanıldığını" düşünmektedir. Yasama kuvveti bir kurula ait olmalıdır. Bu kurul iki bölümden oluşmalıdır. Birinci bölüm asillerden, ikinci bölüm halkın temsilcilerinden oluşmalıdır. Bunlardan her birinin diğerine karşı "önleme yetkisi" olmalıdır. Bu sebeple bu bölümlerden her biri diğerini sınırlandıracaktır: "Her ikisi de yürütme erki tarafından sınırlandırılacak, yürütme erkini de bunlar sınırlandıracaktır". Montesquieu'ya göre yargı kuvveti ise mahkemelere ait olmalıdır: "Yargı kuvveti, ne belirli bir zümrenin ve ne de belirli bir mesleğin elinde olmalıdır". Montesquieu mahkemelerde halktan seçilecek kimselerin de bulunması gerektiğini savunmaktadır. Montesquieu'ya göre yargı kuvveti mahiyeti gereği sınırlı bir kuvvettir. Çünkü işi veya fonksiyonu kanunların uygulanmasından ibarettir. Ona göre, "milletin yargıçları, cansız birer varlıkmışlar gibi hareket ederek kanunun sözlerini, ne kuvvetini ve ne de sertliğini değiştirmeden, sadece telaffuz eden birer ağızdır" (Bkz. Kemal Gözler, Anayasa Hukukuna Giriş, Bursa Ekin Kitabevi Yayınları, 4. Baskı, 2004, s.82 vd.)

Montesquieu'nun teorisinden neyi anlamak gerekir? Açık ki, bu teori, monarşik düzen içinde düşünülmüştür. Amacı, bir yandan monarşiyi korumak -Montesquieu'ya göre yönetimin bir kişinin elinde olması, birçok kişilerde olmasından daha iyidir- öte yandan keyfi güç ve yetki kullanımını önlemektir. Monarşiler için anlaşılır olsa da, cumhuriyetlerde ve demokrasilerde bu teorinin aksayan tarafları vardır. Demokrasilerle mukayese edildiğinde Montesquieu'nun geliştirdiği teorinin hem anlaşılır tarafı ortaya çıkmakta, hem de zaaf noktasına işaret etmektedir. Montesquieu, kraldan ve asillerden vazgeçmeden, yönetimin keyfiliğinin önüne geçmek istemektedir. Bu, demokrasiler açısından önemli bir sorundur.

İkinci önemli sorun alanı, Montesquieu'ya göre yargı kuvveti mahiyeti gereği sınırlı bir kuvvet olmalıdır. İşi veya fonksiyonu kanunların uygulanmasından ibarettir. Ancak bizim gibi ülkelerde bunun böyle olmadığını pekâla müşahede edebiliyoruz. "Milletin yargıçları, cansız birer varlıkmışlar gibi hareket ederek kanunun sözlerini, ne kuvvetini ve ne de sertliğini değiştirmeden, sadece telaffuz eden birer ağızdır" olmaları gerekirken, sahip oldukları olağanüstü yetki dolayısıyla hiç de öyle davranmıyorlar; bazan yasama meclisinin önüne geçip yasa hükmünde kararlar alabiliyorlar veya ideolojik mütalaalar öne sürüp seçimle meclise gelmiş siyasi partileri kapatabiliyorlar.

Bu teorinin demokrasi ve özellikle Türkiye'deki pratikler açısından ne kadar sağlıklı neticeler verdiğine yakından bakmakta fayda var. Çarşamba günü devam edeceğiz.

Zaman gazetesi