secakirgil@yahoo.com
İnsan, nefes almaya, yemek yemeye nasıl muhtac ise, ‘kutsal’ inancına da o kadar muhtaçtır. ‘Hiçbir şeye inanmıyorum ve benim kutsalım yoktur.’ diyen de, en azından kendi nefsini kutsal biliyor ve kendisine tapıyordur.
Birtakım devlet, kulüp veya örgütlerin flama ve bayrakları da bu gibi sun’î ‘kutsal’lar arasında..
Yenilenecek seçim öncesinde, parti flamalarının her yere asılmaması üzerine partiler anlaşınca.. Bu kez de her yere, kutsallıkla sarmallanmış bir bayrak asma yarışı başlatıldı.
*
Bayraklar, ‘devlet’ denilen sosyal üst-yapı kurumlarının hâkimiyetini temsil eden resmî sembollerdir. Her bayrağa da resmî ideolojilerce birtakım değerler atfedilir, tabiatiyle.. ‘Bayrakları bayrak yapan, üstündeki kandır.. / Toprak, eğer uğrunda ölen varsa, vatandır.’ gibi hamâsî mısralar kulağa da hoş gelebilir. Ama, dünyada kırmızı / kan rengi olmayan pek az bayrak ve uğrunda savaşılmadan kazanılmış pek az toprak vardır ve bu açıdan bakıldığında her ülke bayrağı ve her ülke toprağı ‘kutsal’ gibi gösterilebilir.
Hassas bir konu..
Ayrıca, bir şeye devamlı vurgu yapılınca, ona karşı muhabbet veya nefrette de bir derinleşme başlıyor. Birileri, tabutlarını filanca resmî bayrakla örtünce, başkası da kendilerinin kabûl ettiği veya kabûl ettirilen flama veya bayraklara yönelebiliyor. O zaman da, sinirler geriliyor, düşmanlık duyguları daha bir tahrik ediliyor, hâliyle..
*
Bazı spor kulüplerinin bayrak veya flâmalarını bile kutsayan ‘modern’ insanların bizim toplumumuzda da var olduğu unutulmamalıdır. O gibiler, aksi hâlde, klinik vak’a hâline geleceklerinin ruhî ızdırabını yaşarlar. Yani, kutsallar bir sosyal terapi vesilesi olarak bile görülüyor.
Hele de, bir halkın temel inançlarına karşı bir mücadele veren rejimler, topluma, sun’î ‘kutsal’ları gerçek imiş gibi kabul ettirmeye daha bir çaba harcarlar. Uzağa gitmeye gerek yok, bizdeki son bir asra yakın laik uygulamalar buna ilginç bir örnektir.
Ve, kitlelerin bayrağı kutsama eğilimlerinden kurtulması kolay değil..
*
Başbakan Davutoğlu’nun, Van’da, Türkiye’nin resmî bayrağını öpen çocukları görünce, ‘Bu tablo bu ülkenin asla bölünmeyeceğinin bir işaretidir.’ kabilinden sözleri, güzel bir temenniden ibarettir. Başka bayrakları, flamaları çılgınca öpenler de var, çünkü.. Hele de bir etnik unsur adına oluşturulanları.. Bu, hele de son zamanlarda daha bir sıkça görülüyor.
*
İran-Irak Savaşı’na katılmış Kerkük’lü bir sığınmacı vardı. Birgün, ona, ‘Saddam’ın bir de 250 bin kişilik ve çok güçlü ‘Cumhuriyet Muhafızları Ordusu’ vardı, ona n’oldu?’ demiştim de; ‘Ben de Cumhuriyet muhafızlarındandım.’ cevabını almıştım. Ve eklemişti: ‘Ben şiî bir müslümanım. Bu yüzden de, İran’a karşı savaşamıyorduk. Ama, ne zaman ki, İran ordusu Irak topraklarına girdi, işte o zaman, müthiş savaştık. Çünkü vatanımız işgal ediliyordu.’.
Yani, inanç sebebiyle savaşılmazken, en yüksek değer, coğrafya olmuştu.
*
Kuveyt’in Saddam tarafından işgali üzerine, Amerikan emperyalizminin gelip Saddam’ı Kuveyt’ten çıkardığı günlerde, Amerikan bayrağını kutsal bir nesne gibi öpmek için yarışan Kuveytli ‘müslüman’ halkı unutmayalım.
*
1 Kasım seçimlerine ramak kalmışken.. Günlük menfaatleri öne çıkaran söz ve tavırlar daha bir artıyor. Ama, söylenenlerin bazılarının mefhum-u muhalifleriyle, karşıtların eline öyle malzemeler veriliyor ki, o karşıt görüşlerle kendimizin vurulmasına zemin hazırlıyoruz. Öyleyse, özellikle etnisite hassasiyetleri tahrik edilmiş kitleler karşısına, böylesine hassas bir zaman diliminde; halk kesimlerini birleştirici harç olarak, sun’î ve resmî ‘kutsal’lar yerine, halkın inanç sistemindeki ‘gerçek kutsal’lara ağırlık vermenin daha bir zamanı..
*
Star