Hz. Muhammed (sas)’in doğum günü, milâdî tarihle sabitlenerek her yıl Nisan ayının ikinci yarısında “Kutlu Doğum Haftası” olarak çeşitli aktivitelerle kutlanıyor. Bunun tarihi çok yeni, Turgut Özal dönemi. Kutlu Doğum Haftası kutlamaları 1989 yılında başlamış ve 1994 yılında da milâdî takvime göre sabitlenmiş.
Laik devletin din karşıtı katı uygulamalarının yoğun olduğu bir dönemde Hz. Peygamber’i (sas) anmak ve O’nun sevgisini insaların kalbine nakşetmek üzere mevlidi sabitleme fikri ve ona uygun aktiviteler tertip etmek hoş da karşılandı denebilir. Vesayet sisteminin hâkim olduğu dönemde İslâm adına bir mevzi kazanmanın sosyolojik ve siyasi karşılığı mevcuttu çünkü.
Ancak gözden kaçan bir yönü vardı Kutlu Doğum Haftası kutlamalarının. Niyet halis olsa da dinî faaliyetlere yeni bir faaliyet ekleniyordu sonuçta. Faaliyet diyorum çünkü ibâdet demeye, yani bidat hükmü vermeye dilim varmıyor.
Dindarlara yönelik baskı atmosferinde bu tür faaliyetleri mümkün mertebede çoğaltarak toplumsal dinî coşkuyu maksimum seviyede yükseltmenin İslâm bilgisi ve dolayısıyla bidat şuuru zayıf Müslümanlarda meydana getireceği mahsurlar gözardı edildi. Ve bugün yeni nesillerin din tasavvurunda neredeyse bir ibâdet haftasına veya öyle anlaşılmasına dönüşmüştür denebilir.
Bu hafta faaliyetlerine şevkle katılan insanlarda meydana gelen etkinin, bunun idrak mahallinde oluşturduğu ruhanî motivasyon gücünün, sonrasında tasavvura dönüşmesinin ve içselleştirilmesinin adını nasıl koymalıyız acaba? Bir şeyin adını ibâdet koymasak bile, fiiliyatta onu ibâdet yapan bu saydığımız unsurlar değil midir?
Bu faaliyetlere öncülük eden cemaat ve kanaat önderleri Kutlu Doğum’dan maksimum seviyede manevi coşku ve dindarlık üretmeyi amaçladığından bu faaliyetlerin bidata dönüşmesini önlemek için gerekli hatırlatmaları da yapmıyor, önlemleri de almıyor.
Okurlardan konuyla ilgili sorular geliyor. Kutlu Doğum’un bugünkü şekliyle bidat kapsamına girip girmediği soruluyor.
Literatürde, bidat; Hz. Peygamber (sas) devrinde olmayan ama daha sonra ortaya çıkan inançlar ve din adına yapılan amel ve faaliyetler veya varolan bir inanç ve ameli iskat etmek olarak geçer.
Bunun dayanağını da şu hadis teşkil eder: “Kim dinimizde aslı olmayan yeni bir şey icat ederse o şey merduttur” (Buhari: 3/241, hn.2697; Muslim: 5/132, 4589) Her bidatın sapıklık ve her sapıklığın da ateşe götüreceğini söyleyen hadisler de vardır.
Dinî hükümleri eksiltmeye karşı hassas davranan Müslümanlar dindarlığı artırmak amacıyla dinî hükümlere ekleme yapmaya karşı aynı hassasiyeti göstermiyor maalesef. Bu meyanda bir bidat duyarlılığının oluşturulması elzemdir.
Mukaddes günlere paralel dinde aslı olmayan yeni kutlu günler icat etmek doğru değildir. Her icat edilen yeni mukaddes aslı olan bir mukaddesi izale eder. Oryantalizmin bir teklifiydi; “İnsanları dinden uzaklaştırmak için kutsalları çoğaltın” diye.
Evet, Allah (c.c) İslâm’ı korumuştur, tahrif edilemez. Din, mukaddes metinlerde değişmez, ama din insan ve toplum tasavvurda değişebilir. Bidatların evvelemirde yer edindiği mekân da tasavvurdur zaten.
Uzmanlık alanı hadis ilimleri olan birisi olarak Hz. Peygamber (sas) sevgisini çoğaltmak, O’nun mesajını her fırsatta yaymak faaliyetlerine bir itirazımız olamaz. Ama Efendimiz’in uyardığı muhataralı durumlara da düşmemek yine Peygamber bağlılığının bir gereğidir. Meşru bir hedefe ancak meşru yollarla gidilir. Bidat şuurumuz zayıflarsa bidatlara karşı teyakkuz hâlimiz de gevşer.
YENİ AKİT