İslam coğrafyasını trendi sürekli yükselen bir şiddet sarmalına sürükleyen ilişkiler ağının tam ortasındayız. Tel Abyad’taki Arap ve Türkmen ahalinin IŞİD’le mücadele adı altında ABD ordusu ve PKK/PYD eliyle tehcire tabi tutulması Suriye üzerinden oluşturulmak istenen kuşatmanın yeni bir safhasıdır.
Esed/Baas rejimini ayakta tutmak üzere seferber olan aktörlerin sadece Rusya ve İran bloğuyla sınırlı olduğunu sanmak temelsiz bir öngörü. AB ve ABD’nin YPG’ye alan açma yönünde giriştiği yoğun bombardımanlar, muazzam silah ve eğitim destekleri iki amaca matuf: Esed/Baas rejimin ömrünü uzatmak ve Suriye’deki İslami muhalefeti tasfiye ederek esasen Türkiye’yi PKK/PYD’nin ipoteğine mecbur tutmak.
‘Etnik Temizlik’ İtinayla Görünmez Kılınır
AK Parti hükümetinin Suriye politikasına Esed/Baas refleksiyle barikat kurup tuzaklar oluşturmaya çalışanların farklı siyasal kamplara ait kimlikleri yanıltıcı olmasın. TÜSİAD medyasında AB ve ABD’nin diplomatik nüfuzunu temsil eden ‘gazeteci’ler kadar İran ve Suriye rejimi adına hareket edenlerin konuşlandırılmış olması ne bir tesadüf ne de bir sır. Tel Abyad’tan binlerce insanın kaçışına sebep olan ABD bombardımanını sistematik olarak örtmek, PYD’nin ABD’nin kara gücü olarak Arap ve Türkmen bölgelerinde ‘etnik temizlik’ harekâtına girişmesini Kürt güçlerin zaferi ve AKP’nin hezimeti olarak takdim etmek ne manaya geliyor?
Zafer ve hezimet kutupları şeklinde ortaya koyulan bu tutum basit ve çirkin ayak oyunlarından daha fazlasıyla, sistematik ve çok cepheli bir tuzakla karşı karşıya olunduğunu gösteriyor. Kurtuluş umuduyla sınıra yığılan binlerce insanın acısını bir fotoğraf karesiyle toplumsal algı üzerinde nasıl oynandığına bir kez daha şahit olduk. Ellerinde kaleşnikof silahlarla dolaşan uzun sakallı dört IŞİD militanının ne anlama geldiği belli olmayan sırıtan suratlarını Tel Abyad gerçeğinin yerine tahkim ediyorlar. Ne Esed/Baas rejiminin İran ordusuyla birlikte dört yıldır sürdürdüğü katliamlarına ne ABD ve YPG’nin birlikte organize ettiği etnik temizlik temelli işgal operasyonlarına temas eden var.
Gerek AB gerekse de ABD Suriye’de, Esed rejimin gitmesi değil kalması üzerine hesap yaparken fırsattan istifade seküler müttefikleri PKK/PYD marifetiyle birkaç kantonu özgürleştirmek için çırpınıyor. Uçuşa yasak bölge veya tampon bölge oluşturulmaması için başından beri sürekli top çeviren AB ve ABD maksadı gayet net görülen PYD/PKK kantonlarıyla hem parçalanmanın hem de düşmanlaştırmanın yollarını teşvik etmektedir.
Türkiye’nin 7 Haziran sonrası oluşan siyasal tablosu da Suriye’deki bu sürecin önünü açmaktadır. Türkiye’nin Suriye muhalefetini açıktan ve güçlü bir biçimde desteklemekten imtina etmesi bu plan ve tuzaklara cesaret vermiştir. Muhacirlere kapıları açmaktan öteye asıl olarak Suriye’deki İslami muhalefeti açıktan ve kuvvetli askeri teçhizatlarla donatsaydı süreç bu kadar uzun ve kanlı olmazdı. Bu çekimserlik bölgede Esed rejimi ve müttefiklerinin elini kuvvetlendirdiği gibi AB ve ABD’nin de bölgeyi PKK/PYD eliyle dizayn etmesine kapı açmıştır. Sahada stratejik üstünlüğünü kaybettikçe Türkiye’nin gerek Fethullahçı kadrolar tarafından gerekse ulusolcu-liberal aktörler tarafından kara propaganda bataklığının içinde boğulması için bütün imkânlar seferber edilmiştir.
Edilgen Siyaset, Stratejik Çöküş Demektir
Suriye’den gelen 2 milyona yakın muhacire kucak açıp destek olmak kadar elzem olan iş muhaliflerin silahlandırılmasıydı. Bunun için halen geç kalınmış değil. Zararın neresinden dönülürse kardır. AB ve ABD’nin silah yardımları, eğitim destekleri, istihbarat akışı yaptığı YPG/PKK bölgeyi Esed rejiminden daha beter bir pozisyona doğru sürüklemektedir. Edilgen pozisyon, bugünden daha kötü şartların hatta dayatmaların habercisidir. AB ve ABD, Suriye’de ne Esed rejiminden ne de on binlerce askeriyle dört yıldır Baas rejimin bekası adına savaşan İran ve Hizbullah savaşçılarından bir rahatsızlık duyuyor. Çözüm sürecinde alınan yanlış, pasif ve edilgen pozisyon AK Parti’nin altındaki zemini kaydırmaktadır. Bu zemin kayması hem Suriye’de hem de Irak’ta PKK adına her türlü ittifakın önünü açmakta ve bütün bir coğrafyayı kan gölüne çevirme hesaplarına hizmet etmektedir.
7 Haziran seçim sürecinde HDP bileşenlerine yüklenen anlam sadece Türkiye iç siyasetiyle mukayyet değildi. Demirtaş’ın seçim gecesi yaptığı konuşmada “orta doğudaki dengeleri değiştirecek bir sonuç elde ettik” söylemi işte tam da bu İslam coğrafyası tablosunda oynamak istedikleri rolü ifşa etmektedir. Meselenin Kürt sorununu fazlasıyla aşan, TÜSİAD’dan Kemalist sol’a, Fethullah Gülen kadrolarından İran’a kadar geniş yelpazede seyreden HDP-PKK sempatisini yine de Kürtlerin dostluğunu kazanmak, Kürt sevgisini izhar etmek gibi gerekçelere bağlamak serbest elbette.
Eğer Mısır’da Muhammed Mursi ve İhvan-ı Müslimin kadrolarına karşı gerçekleştirilen ABD ve Suudi Arabistan destekli Sisi darbesinin liberal değerleri ve halkın özgürlüğünü esas aldığına inanmıyorsanız, size bir şey anlatmaya gerek yok. Mursi ve İhvanı Müslimin kadrolarının idam sehpalarına çıkarılması, müebbet hapisle cezalandırılması, mülklerine el konulması gibi uygulamalar Mısır’ın özgürlüğünü teminat altına almak içindi. AB ve ABD’nin Sisi’yi desteklemesinde de PKK/YPG’ye Suriye’de alan açmasında da şaşılacak bir şey yok. Maksat halklar özgürleşsin!