Kuşakları anlatmaya harfler yeter mi?

Sürekli Y kuşağı, Z kuşağı yorumları yapılıyor ancak gençliği tanımlamak için bu tarz genellemeler ne kadar doğru?

 Prof. Dr. Demet Lüküslü'nin fikirturu.com'da yayımlanan makalesi kuşak çalışmalarının hareket zeminini anlamak açısından önemli veriler sunuyor. Bu tarz çalışmalarda sınırlayıcı bir takım terkiplerin dışarıda bırakabileceği hususlara dair ayrıntılar da makalede yer alıyor.


Kuşakları anlatmaya harfler yeter mi?

Medya ve siyasal alanda genç kuşağa ilişkin ilginin ve yazılıp çizilenlerin artması benim gibi gençlik sosyolojisi çalışmaları yapan, Türkiye’nin tarihini gençlik ve kuşak kavramları üzerinden analiz eden bir araştırmacı için söylem analizi yapılacak bol malzeme sağlıyor.

Ancak bu ilginin hızlı değişen Türkiye gündeminde uzun süre devam etmeyeceği kesin. Üstelik Türkiye gündemi üzerinden yapılan gençlik ve kuşak tartışmalarının, gençlere ışık tutmak yerine gençler hakkında sahip olunan önyargıları perçinleyip, onların omuzuna yüklenen sorumlulukları da yeniden üretmek gibi sonuçları olacağından da korkmuyorum desem, yalan olur.

Nitekim Türkiye’de gençlere dair söylemler çoğunlukla benim “gençlik miti”1 adını verdiğim gençliğe verilen siyasal misyonlarla paralel gidiyor. Gençlere biçmeye çalıştığımız rol çerçevesinde ya gençleri eleştiri bombardımanına tutuyoruz ya da romantik ifadelerle övüyoruz. Bu kuşak ister Türkiye’nin çok tartışılan 68 kuşağı olsun ister ise bugünün genç kuşağı, kuşakları anlamak için övgüler ve yergiler dışında soğukkanlı analizlere ihtiyacımız var.

Akademik alanda gençlik, sosyoloji ve antropolojinin konusu olduğu gibi pek tabii ki psikolojinin (gelişim psikolojisi) de konusu ancak ben gelişim psikolojisi perspektifinden değil de sosyoloji ve yakından takip ettiğim antropoloji alanı üzerinden konuyu ele almaya çalışacağım.

Gençlerle ilgilenenler sadece akademisyenler değil

Gençlik ve kuşak araştırmaları alanı İkinci Dünya Savaşı sonrasında, daha çok Batı merkezli ortaya çıkan ve bu sebeple de bu Batı merkezliliğe farklı coğrafyalardan akademisyenlerin de eleştiriler getirdiği bir alan. Sosyoloji ve antropolojide gençlik araştırmalarının ilk ortaya çıktığı dönemlerin aksine, bugün Afrika kıtasının gençleri, Ortadoğu’da gençler ya da Latin Amerika’da gençler üzerine nitelikle antropolojik ve sosyolojik çalışmalar bulmak mümkün.

Ancak gençlik, sadece akademisyenlerin çalışma alanı değil. Gençlik kültürünün yetişkinlerin kültüründen farklılaşması, müziğiyle modasıyla gençlik kültürünün oluşması ve gençlerin tüketici bir kitle olarak ortaya çıkması, piyasa araştırmaları alanını da gençlik kategorisi ile ilgilenmeye ve onlar üzerine araştırmalar yapmaya sevk etti.

Ayrıca şirketlerin insan kaynakları bölümlerinin de yeni kuşak şirket çalışanlarının etkin yönetimi açısından gençlik ama özellikle de kuşak çalışmalarına önem verdiklerini görüyoruz. Şirketler (tıpkı pek çok diğer kurum gibi) aslında farklı kuşaklardan çalışanları bir araya getirdiği için bu kuşaklar arasındaki iletişim ve etkileşim şirketler açısından da önemli. Tüm bu sebeplerle de aslında gençlik ve kuşak araştırmaları üzerine giden paralel (kimi zaman da kesişen) literatürler var.

Nereden çıktı bu X, Y, Z kuşakları?

Gençlik ve kuşak araştırmaları üzerine akademik, sosyolojik, antropolojik ve hatta tarih biliminin analizleri özellikle 1968 ile beraber altın çağını yaşadı. Ünlü Fransız tarihçi Pierre Nora’nın ifadesiyle söylersek “Eğer 1968 Mayısı olmasaydı belki kuşak kavramı üzerine bu kadar sosyolojik, ekonomik, demografik ve tarihi sorgulama olmayacaktı”2.

Bu akademik literatürün yanında şirketlerin asıl müşterisi olduğu bir literatür mevcut. İşte Türkiye’de ve hatta tüm dünyada medya ve sosyal medyada popüler olan kuşak tanımları olan X, Y, Z kuşak tanımlamaları, kökenini piyasa araştırmaları ve insan kaynakları literatüründen alıyor.

1965-1980 doğumluların “X” kuşağı olarak adlandırılmaları bu kuşağa atfedilen bilinmezlik ile bağlantılıydı ve sonrasındaki adlandırmalar Latin alfabesinde X’i izleyerek Y ve Z oldu. X kuşağı bağımsız, şüpheci, girişimci ve rekabetçi bir kuşak olarak tanımlanırken, 1980-1995 arası doğumlu Y kuşağı ise çoklu görev/iş yapabilen, özgürlükçü, otorite karşıtı ve tatminsiz olarak tanımlandı.

1995-2015 doğumlular ise Z kuşağı olarak tanımlanırken şeffaf, doğrucu, otorite tanımayan, tüketici ve tatminsiz olarak tanımlanıyorlar.

Gençlik sosyolojisi ve antropolojisi ise kuşak adlandırmalarının ve genellemelerin sorunlu olduğunu söyleyerek ve tarihsel kırılmaların tüm dünyada aynı dönemde eş zamanlı yaşanmadığını iddia ederek karşı çıkıyor.

Kuşakları adlandırmalarıyla neler görmezden geliniyor?

Kuşak teorisi üzerine bugün klasikleşen bir makalesinde tarihçi Annie Kriegel, kuşakları adlandırmanın sorunlu olduğunu dile getiriyor ve en çok gücü olup da en görünen olmayı başaranın adıyla tüm kuşağın isimlendirildiğini, bu sebeple de kuşak adlandırmalarının her zaman elitist bir boyutu olduğunun altını çiziyor.

Oysa ki gençlik de kuşak da kendi içlerinde oldukça heterojenler. Bu sebeple de yaptığımız kuşak adlandırmaları ya da tanımlamalar kuşak içindeki güç ilişkisine gönderme yaparken, bu güç hiyerarşisinin dışında kalanları daha da silikleştiriyor hatta görünmez kılıyor. Bu sebeple de bugün Türkiye’de gençlerden konuşurken ve Z kuşağı tartışmaları yaparken önemli bazı somut verileri ıskalayabiliyoruz. Örneğin, sözünü ettiğimiz her üç gençten biri ne çalışıyor ne de eğitim alıyor; yine bu gençlerin önemli bir kesimini gündelik hayatta ev kızları olarak tanımlanan genç kadınlar oluşturuyor.

Siyasetin her daim hedefi: Kendi makbul gençliği

Fakat yine de son 20 yılını farklı açılardan ama hep gençlik ve kuşak üzerine çalışarak geçirmiş bir akademisyen araştırmacı olarak bu konunun bana heyecan vermesinin çeşitli sebepleri var.

İlk olarak gençliğin inşası çabaları ve ideal gençlik tanımlamaları üzerinden siyasi projelerin hedeflerini çok net bir şekilde görebiliyorsunuz. Bu siyasal projeler, gençliği geleceği inşa etmenin bir aracı olarak gördüklerinden siyasal projelerin gelecek ve toplum tahayyüllerini ve bu tahayyülü gerçekleştirebilmek için gençliğe biçtikleri rolü, yarattıkları gençlik mitini de net bir şekilde anlayabiliyorsunuz. Bunun üzerinden de siyasal projelerin hangi genç tipini makbul genç olarak yaftaladıklarını da fark etme imkânına sahip olabiliyorsunuz. Bu nedenle de “gençler geleceğimizdir” söylemleriyle “bu gençlerden bir şey olmaz” ya da “bu gençler çok tehlikeli” gibi yaftalamaların aynı madalyonun iki farklı yüzü olduklarını görebiliyorsunuz.

Birtakım gençler makbul olarak tanımlanırken, diğerleri tehlikeli ve tehdit olarak tanımlanıyor. Bu sebeple de gençliği anlamak ve analiz edebilmek için her türlü gençlik mitinin dışında övgü ve yergilerden uzak bir şekilde yaklaşabilmek gerekiyor ancak malum bunu yapabilmek her zaman da çok kolay değil. Ben de bir yetişkin olarak sık sık “bizim gençliğimizde” diye başlayan ya da “biz böyle değildik” diye devam eden cümleler kurarken yakalıyorum kendimi.

Tam da bu nokta benim için gençlik konusunu “kuşak” konusuna bağlantı noktası ve o sebeple de yine çalışılması hem çok zevkli hem de zor bir alan haline getiriyor.

Kuşak kuramının katkıları sayesinde anlıyoruz ki, genç olmak her dönemde aynı şeyi ifade etmiyor ya da gençler her dönemde aynı şeyleri deneyimlemiyorlar. Kuşak kuramının önemli isimlerinden Karl Mannheim, örneğin, kuşağın zamanın ruhundan, dönemin büyük tarihsel olaylarından ayrı olarak ele alınamaz olduğunun altını çizer4.

Doğru, kuşaklar büyük tarihsel olaylar tarafından şekillenir ancak bu büyük tarihsel olaylara verilen farklı reaksiyonlar olduğundan kuşaklar kendi içinde homojen değildir; aynı kuşak içinde farklı kuşak kümeleri de bulunur.

Kuşak olması için kuşak bilinci gerek

Bununla birlikte kuşak kavramı ile cohort (yaş dilimleri, yaş grupları) aynı şey değildir. Kuşağın oluşması için Mannheim’ın kuşak bilinci olarak tanımladığı, tüm bu farklılıklara rağmen ortak bazı noktaların da oluşması gerekir ki bu ortak noktaları oluşturan genelde büyük tarihsel olaylar ve dönüşümlerdir.

Mannheim’ın bu makalesini büyük bir tarihsel olay olan Birinci Dünya Savaşı’nın ardından yazıyor olması hiç kuşkusuz sadece bir tesadüf olmasa gerek. Bu sebeple de mesela benim gibi araştırmacılar modern Türkiye tarihindeki önemli dönüm noktalarını anlayıp analiz etmek için kuşağı bir anahtar kelime olarak kullanıyor ve her geçen 10 yıl ile beraber bir kuşağın ortaya çıktığını da iddia etmiyoruz.

Elbette bir kuşak, kendisinden önceki kuşaklarla etkileşim içinde ve hâlihazırda var olan “eski” dünyanın içine doğar. Ancak yine de yaşadığı dönemin büyük tarihsel olaylarının da etkisiyle yetişir, şekillenir, hem de sonraki yeni dönemi şekillendirir. Bu sebeple de aslında sürekliliği temsil etmekten çok değişimi ifade eder.

Bu değişimden mutlu ve umutlu olanlar gençliği bu değişimin havarileri olarak gördüğünden överken, memnun olmayanlar ise genç kuşağı adeta günah keçisi olarak görerek değişimin birincil müsebbibi olarak görüyorlar. Tıpkı nostaljinin değişen toplumlara özgü bir şey olması gibi, eski kuşaklara karşı duyulan nostalji de aslında çoğu zaman değişimin ne ifade ettiği ile, değişime ayak uydurup uydurmamakla ya da bu değişimi isteyip istememekle ilgili oluyor.

Kaynak:  Prof. Dr. Demet Lüküslü / fikirturu

Raporlar Haberleri

Siyonist rejimde askeri sansürün etkileri neler?
"Sürdürebilir ve iyi şartlarda göçmen istihdamı sağlanmalı"
Kays Said diktası tahakkümündeki Tunus'ta neler yaşanıyor?
İslam düşmanlığında buluştular!
Mazlumder "Sahipsiz başıboş köpekler raporu"nu yayınladı