BBC Türkçe yaptığı bazı haberlerle gündeme gelmekte. Gezi Süreci ile başlayan, Çukur Eylemleri ile süren, Erdoğan karşıtlığı ile tavana çıkan BBC Türkçenin haber dili Türkiye’de AK Parti- Erdoğan muhalifi sol, Kemalist ve liberal tonları anımsatmakta. Bu haberler içinde özellikle bazıları haberciliğin ötesinde bir propaganda işlevi görmekte. Özellikle haberin, İslam ve onu temsil ettiklerini düşündükleri AK Parti ve Erdoğan’a karşı bir değeri varsa popülerliği, dolaşımı, etkileri o derece büyük olmakta. Öyle ki bir haberle başlayıp sosyal medyada değişik hashtaglarla sürdürülen kampanyaya bile dönüşebilmekte.
BBC Türkçe de yayınlanan Başörtülülerin başlarını açmaları ile ilgili haber de bu bahsettiğimiz bağlama uymakta. Haber başörtülerini açan birkaç kişi ile yapılan röportajı içermekte. Konuşanlardan biri kendini gizlemezken diğerlerinin sesleri değiştirilmiş ve yüzleri gizlenmiş. Haberde oluşturulan gizem kadar “korku” algısı özellikle işlenmiş. Melek Bilgili dışındaki kadınlar yüzlerini acaba neden gizlemişler? “Başlarını açarak özgürlüğe kavuşanlar”ın bu korkusu çok da anlamlı gelmemekte. Zaten “en zor kararı” alarak açılmamışlar mıydı? Bu gizemin arkasında bir habercilik detayı (başını açanlar Türkiye de tehdit ediliyor gibi bir algı oluşturma; Türkiye Afganistan, İran, Suud gibi bir ülkedir imajı) yoksa bu kadınlar sonuçta yine bu sefer BBC tarafından “kapatılmış”, “örtülmüş” olmadılar mı?
Kuşa küsüp din değiştiren
Röportajda Melek Bilgili isimli kadının söyledikleri oldukça ilginç. Gezi süreci ile kendi değişim sürecini bütünleştiren biri olarak sonuçta özellikte o süreçte yaşadıklarına bir tepki olarak başörtüsünden ve dinle ilgili tercihlerinden vazgeçmiş. Bunu yaparken papaza kızıp orucu bozma tabirine yeni bir açılım getirmiş. Gezide özellikle Başörtülülere saldırı haberlerinin doğru olmadığına dair attığı twitlere gelen cevaplara oldukça içerleyerek yeni bir yaşama kapı aralamış. Twite kızıp din-hayat tercihlerini değiştiren Bilgili, sadece dış görünüşünü değiştirmemiş![1] Sonuçta artık din ile ilgisi olmadığı anlaşılan birisi için başörtüsünü çıkartıp tam bir gezici olmaya doğru giden serüveni artık onun dindarlar –Müslümanlar için söz söyleme yerine, kendi yeni hayat–din tarzının propagandasını yapmaya kadar evirilmiş.
Özellikle emsalleri çokça olan blog–web siteleri aracılığı ile kendi durumlarının yaygınlaşması için çaba sarf ederlerken tam bir post-modern tavır sergiledikleri söylenebilir. “Bana dokunmayın, beni eleştirmeyin ben de size eleştirmiyorum, siz de doğrusunuz ben de” gibi bir yaklaşıma düşmek açıkçası kötü olmuş. Karşı tarafça onaylanma, kabul görme isteği anladığım kadarıyla devam etmekte. Zihinsel bir kapalılık halı diyebiliriz.
Başörtülüler başını mı açıyor yoksa çevremizde sıkça gördüğümüz İslami şiarlarıyla hayatları, yapıp ettikleri bağdaşmayanların varlığından İslam mı temizleniyor? Nereden baktığımızla alakalı bunun cevabı. Çünkü Melek Bilgili örneğinde olduğu gibi bir inat, bir isyan, bir ben size gösteririm uğruna dinini değiştirebilen, yada dinden vazgeçebilen birinin mahalleyi terk etmesi ziyan olarak mı değerlendirilmelidir? Kaybeden İslam mıdır, yoksa o kişi mi? Başörtüsü ile Gezi eylemlerine, sol çevrelerce organize edilen pek çok eyleme katılanların büyük bir kısmı zaten belli bir süreç sonrası İslami bir hayatı terk ediyor. Türkiye de Sol’a sempati duymakla beraber kendini Müslüman olarak addeden birinin başta ibadet olmak üzere inanç-iman temelinde birçok sorunu olduğuna sıkça şahit olmaktayız. Ve tercih ettikleri bağların, ilişkilerin sonucu yaşadıkları gibi inanmaya, yâda artık sorunu komple çözüme kavuşturarak inanmamaya ya da en iyimser hali ile deistliğe vardırıyorlar.
Peki, bu durum yeni bir olgu mu? Hayır. Kadim bir durum. Ve asla tek taraflı da değil. Yani İslam’dan uzaklaşan onlarca-yüzlerce örneğe karşın Sol, Kemalizm, Liberal, Milliyetçi yâda apolitik birçok insan İslam’a dönüş yapıyor. 28 Şubat döneminde de benzer olaylarla karşılaştık. Hava biraz normale döndüğünde “öz eleştiri” niyetine açılanlar oldu. Komşu veyahut akraba kızının şu ya da bu nedenle açılması türünden hikâyeleri 28 Şubat öncesi dönemde sıradan vaka olarak birçoklarımız çevremizde gözlemlemişizdir. Farklı olan, özellikle sosyal medya ile yapılan ise oldukça iğrenç. Şöyle ki; başını açanlar sırf başlarını açmıyorlar. Bir anda cinselliği keşfediyorlar, sapkın cinsel tercihleri normal görüyorlar, teşhircilik yapıp, abartı feminizm kasıp, etnik duyarlılık gösterip bolca batılı müzik ve film, resim paylaşımları ile kendilerini göstermenin çabası içine giriyorlar.
Bireysellik ve Rüzgâr
Gezici Melek Bilgili sonuçta neye inanıyor, bilmiyoruz. Sosyalist mi, Liberal mi? Ama kendi yaşadıkları onun son kertede ben merkezli bir hayatın girdabına kapıldığını gösteriyor. Sürekli kendinden bahseden, her şeyin eksenine benliğini koyan birinin bireysel çıkarlarının peşinden koşması kaçınılmazdır. Belki önce benliğimi özgürleştirecek sonra toplumu diyebilir. Ancak o ve diğer benzer hikâyelerin kahramanlarının ideal ve hayallerini ekonomik özgürlüğe kavuşmak, yurtdışında yaşamak süslemekte. Tabi bir de rüzgâr! Bu tür hikâyelerin vazgeçilmezidir rüzgâr. Rüzgârı saçlarda hissetmek. Özgürlük vurgusu. Web site ve bloglarda sıkça görürsünüz rüzgârda savrulan saçları. Eski hikâyelerin “bir varmış bir yokmuşu” gibi bu tür hikâyelerin bir yerinde rüzgâr kelimesine mutlaka rastlarsınız.
Yine anlatılarda çokça zikredilen vicdanlı olmak, muhalif olmak, arayış, okuma vs başörtüsü açılınca bir anda bitmekte. Düne kadar bu mahallenin diğer mahallenin sorunlarına duyarsız olduğunu söyleyerek vicdan kasanlar acaba başörtüsüz olarak şimdi karşı mahalleleri olan buranın hangi sorununa duyarlı olmuşlar? Tutarlılık en önemli argüman. Anlatılanlardan baş açılınca insan her şeyiyle ve sonraki tüm hayatı boyunca artık tam bir tutarlılık abidesi haline geliyor zannedersiniz.
Gezi Süreci
Bilgili Gezi sürecine aktif katılmış, gözaltına alınmış, okulla sorunu olmuş. Klasik sol öykünmeci, ideolojik olarak zayıf, giyim tarzı olarak İslamcıdan daha çok ‘örtülü’ diyebileceğimiz birisi. Bunun birçok örneği yok mu? Yalnızca başı örtülü olmak dışında İslam ile hiçbir şekilsel ve düşünsel ilişkisi-bağı olmayan birçok kadın yok mu? Kadınları geçelim şu an birçok erkeğin aynı durumda olduğunu söyleyebiliriz. Sola öykünme, eklemlenme isteği yeni bir hastalık değil. Ancak özellikle AK Partinin iktidarda 20 yıla yakındır bulunması, iktidarın aynı zamanda İslam’ı yâda Müslümanlığı da temsil ediyor algısı ile yapılan yanlışlara karşı muhalefetin daha çok karşı kutuplardan doğal olarak seslendiriliyor oluşu sonuçta bu sola özenti halini beslemekte. Buna AK Parti’nin iç eleştirilere olan hazımsızlığını ekilersek olayın boyutu büyümekte. Bugün kendilerini Müslümanlardan daha çok bu çevrelere yakın gören “İslamcılar” birçok gencin sola açık sokaklarda kaybolmasına neden olduklarının farkında değiller.
Peki bu haberlere mal bulmuş mağribi gibi saldıran sol medyanın böyle bir tipoloji için söyleyecek sözleri var mı? Sadece İslam Şeriat, Kuran düşmanlığı yapmanın Erdoğan’a vurmanın dışında acaba bireyselliğin dibine vurmuş, batılı yaşam tarzının, hatta tüketim kültürünün-kapitalizmin girdabına kapılmış bu insanlar bu halleri ile ne değer ifade ediyorlar? Eğer bu tipleri ve anlayışları kendi örgütlükleri içinde de problemli tipler olarak görüyorlarsa neden gündemleştiriyorlar?
Başörtülülerin hayat tarzı değişikliği neden gündemde?
BBC özelinde yerli ve yabancı medyanın başörtülülerin sayısının azalması yâda çoğalması gibi konulara oldukça “duyarlı” hale gelip, bu tür mevzuların oldukça popüler olduğunu kavramaları ile birlikte bu tür pek çok haberin piyasaya sürüldüğüne şahit oluyoruz: “Eğer Erdoğan Türkiye’si Batıdan kopuyorsa ülkede mutlaka dindarlık artıyordur, başörtülerin sayısı artıyordur!” Ya da tam tersi “Erdoğan’a bir tepki varsa dindarlık azalıyor, laik-seküler yaşam tarzını tercih edenlerin sayısı artıyordur!”… Ancak dindarlık araştırmaları ile başlayan, deizim ile devam eden ve başörtülü bazı tiplerin açılmaları ile sürdürülen tartışmaların iki yönüne dikkat çekmek isterim.
Öncelikle bu tartışmayı piyasaya sürenlerin habercilikle beraber muhalif kimliklerini de açık-örtülü olarak sergilediklerini görmek gerekir. Yanı başörtülüler üzerinden yukarıda bahsetmeye çalıştığım gibi Erdoğan’a olan muhalifliğe gönderme yapılmakta. Erdoğan’ın temsil ettiğini düşündükleri İslami, muhafazakâr-dindar hayat tarzından kopuşu dillendirmek aslında Erdoğan’ın tezlerinin çöktüğü, önerdiklerinin kendi “yandaşları” tarafından bile benimsenmediği söylenmek isteniyor.
İkinci olarak ve belki de bu haber-yazıların kaynakları irdelendiğinde ortaya çıkan bir durum olarak Sol, Kemalizm ya da sekülerizm karşısında İslami’n gerilediği gibi bir propaganda yapılmakta. Bu hikâyelerin “kahramanlarının” sosyal medya hesapları, takip ve takipçileri incelendiğinde kimlerle, nasıl bir network kurdukları, hangi mecra ve camialarla iletişim halinde oldukları, kimlerden beslendikleri rahatlıkla görülebilir. Bu haberleri yapanların çoğu Gezici diye tabir edilen muhalif tipler. Kalan kısmı ise dindar olmayan hatta dine açıkça düşman olan çevrelerdir. Geziciler kendi ideolojik duruşlarının yaygın, doğru ve etkileyici-dönüştürücü olduğunu varsaymaktalar. Açılanların kendilerinden olmasalar bile dindar olmamaları bile karşı taraftan bir kişinin ekarte edilmesi manasında onları teselli etmekte. Dinle sorunu olanlar ise başörtüsü üzerinden yine İslam’a saldırmanın bir fırsatını bulmuş olacaklar ki Sümerlere kadar gidip kendi içsel fantezilerini dillendirmekten beri durmadılar. [2]
Açıkçası medyanın birkaç hikâyeyi Yeşilçam filmleri tarzında haberleştirmesinin pek bir karşılığının olduğuna inanmamaktayım. Birileri için bu çok ürkünç gelebilir. Ancak kümülâtif olarak herhangi bir değeri olmayan, nitelik bağlamında ise zaten bu tarafın terazisinde hiçbir zaman bir ağırlıkları olmayan insanlardan bahsediyoruz. Yine şunu açıkça söylemek gerekir. İslamcıların dönüşümü ile herhangi bir dindar birinin dönüşümü arasında fark vardır.
Mesela haberlerde ya da röportajlarda çokça zikrediliyor; Ailem çok radikaldi, yâda ben çok radikaldim, çok dindardım vs. Acaba radikal derken neyi kastediyorlar? İslamcılık nedir biliyorlar mı? Hayatlarında nasıl bir İslami mücadele örnekliği olmuş? Nasıl bedeller ödemişler? Eskiden neden ve nasıl giyiniyorlardı? Evliler mi, çocukları var mı? Bu soruların çoğuna kayda değer bir cevabı olmayanların hikâyeleri üzerinden bir algı oluşturmak ne kadar gerçekçi? Soldan ya da İslami camiadan birinin düşüncesindeki radikal kopuş, taraf değiştirmesi önemlidir. Kayda değerdir. Konuşulur, irdelenir, anlamaya çalışılır. Ancak örneğin örtünmeyi saç ile sınırlı, hayatı instegramda fotoroman halinde herkese açık, her gün değişik bir kıyafet ile arzı endam eden, tüm lüks mekânlarda pahalı markalarla resim, selfi çekilmeyi görev bilmiş bir kadının başını açmasından neden rahatsız olalım ki?
Artık durum öyle bir hal aldı ki, Müslüman anne-babalar yukarıda bahsettiğimiz tiplerden iğrenir, “arabalarını üzerilerine kırmayı” [3] düşünür oldular. Eskiden Müslümanlar başı açık ve kendini gösterme çabası içinde olanların önlerinden başları dik ama hiçbir şekilde karşısındakine bakmadan, onları umursamadan, görmezlikten gelerek geçerlerken bir de buna, yüzleri makyajdan geçilmeyen, üstte bir tutam saçı gösterme modasından geri durmayan, giyim tarzı olarak başı açık kadınlardan hiçbir farkı olmayan, gösteriş meraklısı tipler eklendi. Bu durumda bunların sayısının azalmasına açıkçası sevinmek gerektiğini düşünenlerdenim.
[1] Burada Melek Bilgili keşke Gezi Sürecinde hakarete uğrayan birçok kadının hikâyelerine de biraz kulak verseydi de tTek Kabataş hadisesi üzerinde yoğunlaşıp, bir twit atıp aldığı yorumlara inat din değiştirmeseydi.! Ama tek nedeni o değilmiş. Bir de dans olayı var! Dans etme arzusu sen nelere kadirsin!
[2] Yeni Kuşak Türbanlılar - Işıl Özgentürk – Cumhuriyet Gazetesi – 13 Ocak 2019
[3] BBC Türkçe’de olmayan ama haberde konu bağlamında medyascope sitesine verilen bir röportajda başını açan kadınlardan birinin babasının açık bir kadına olan hıncını belirtmek için kurduğu ‘Şuna bir çarpacağım, takla atacak’ şeklindeki ifadeye atfen.