Güney illerimizde uzun süre yaşamış bir arkadaşımın sıklıkla kullandığı bir tabir vardı. Sorunlu bir durumu yönetme konusunda yetersiz olduğunu düşündüğü insanlar için “onun bildiği yanıldığına yetmez” derdi... Yani tüm bilgisini ve aklını biraraya getirip, meseleyi ele alsa bile yine de o kişinin yanlış yapacağını beklemek gerekirdi.
Bireysel olarak bakıldığında bir kapasite eksikliği gibi yorumlanabilecek bu zaaf, belirli dönemlerde kurumsal davranışlara da sirayet edebiliyor. Kurumların bilme, iş yapma ve çevrelerini yönetme becerileri, onları kuşatan zihinsel ve ideolojik ortama sağladıkları uyumla doğrudan bağlantılı. Çünkü hem sahip olduğunuz bilgi, hem de yönetimsel gücünüz başkalarının sizde bu hasletlerin olduğunu takdir edip kabullenmelerini gerektiriyor. Eğer insanlar sizin bilgisiz veya işinizi yapma açısından yetersiz olduğunuzu düşünmeye başlamışlarsa, kendinizi kanıtlama yönünde çabalarınız da tam tersi sonuçlar verebiliyor.
Bu durum özellikle zihinsel ve ideolojik ortamda hızlı değişimlerin gündeme geldiği zaman dilimlerinde ortaya çıkmakta. Çünkü kurumsal yapıların böylesine hızlı değişimlere adapte olmaları hiç de kolay değil. Her kurumun kararların nasıl alınacağından kriz durumlarında nasıl davranılacağına kadar bir dizi kuralı yapısal hale getiren bir ‘kültürü’ var. Dahası kurumların içinde de bir biçimlendirme süreci yaşanıyor ve her yeni üyenin kurumsal kültüre uyum sağlaması neredeyse zorunlu kılınıyor.
Böylece ortaya her biri benzer ‘kafada’ bir personel çıktığı gibi, kurumda yükselmek de bu uyumun ne denli iyi yapılabildiği ile bağlantılı oluyor. Sonuçta geleneksel olarak yerleşik hale gelmiş davranış ve değerlendirme kalıplarının dışına çıkamayan bir kurumla karşılaşıyorsunuz.
İş hayatında sıkça rastlanılan bu durumun esas sıkıntı yarattığı yer ise bürokrasi... Çünkü bürokrasi istese bile iş hayatındaki esnekliği, pragmatizmi ve cevvaliyeti gösteremiyor.
Dolayısıyla geçmişte olumlu sonuçlar veren tutumların ısrarla sürdürülmeye çalışılması, genellikle kurumun öngöremediği bir ‘köhneleşme’ algılaması yaratıyor... Çünkü zihnî ortam değişmiş durumda ve aynı tavrın hâlâ aynı anlamı taşıdığını varsaymak hayati bir yanlış...
Silahlı kuvvetlere mensup bir generalin Ergenekon soruşturması çerçevesinde tutuklu yargılanan iki emekli komutanı ziyareti tam da böyle bir ‘kurumsal akıl tutulmasını’ ifade etmekte. Son birkaç yıllık süreçten siyaseten ve psikolojik olarak yeniklik duygusuyla çıkan TSK içinde, belli ki birçok kişi bu izlenimi değiştirmeyi hedefliyor. Ama düşündükleri ve uyguladıkları hamleler onların söz konusu yenilgilerini daha da derinleştirecek cinsten. Çünkü bu ziyaret ister istemez ordunun hem yargıya müdahale isteği olarak değerlendirilecek, hem de bu kurumu resmen geçmişteki darbe girişiminin ve bu amaca hizmet etmesi umulan çete faaliyetlerinin destekçisi olarak gösterecek.
Askerî vesayetin ‘kabul edilebilir’ olduğu dönemlerde belki de sorun yaratmayacak olan bu skandal ziyaretin, Türkiye’nin yeniden siyaseti ve hukuku aradığı günümüzde olumlu bir anlam taşıması imkânsız. Tüm toplumun ordusu olma iddiası taşıyan bir kurumun böylesine vahim bir hata yapmasının nedeni ise muhakkak ki bireysel yetersizlikler olamaz.
Sorun kurumsal kimliğin ve kurumsal zihniyetin artık bu yükü taşıyamamasıdır. Ordunun siyaset üzerinde vesayet kurabilmesi, ancak ve ancak toplumsal algılamada siyaseten meşru bir pozisyon almasıyla mümkün. Oysa bu son ziyaret TSK’nın bindiği dalı kesmeye devam ettiğini ve daha da vahim olarak bunun farkında bile olmadığını ortaya koymakta.
Öte yandan bütün bu muhakemelerin yapıldığı ve alt kadroların teskin edilebilmesi amacıyla söz konusu ziyarete karar verildiği de öne sürülebilir. Ama bunun tek anlamı değişen zihniyet ortamına uymayan bir orta kademeye sahip olunduğunun itirafıdır. Bu kademenin kimler tarafından yetiştirildiği ise açık... Kısacası ortada günümüzün siyasi meşruiyet anlayışına uyum sağlamakta zorlanan bir kurumsal kültür var. Nitekim bu ziyaret TSK’yı Ergenekon davasında yargılananlarla aynı düzleme çekme riskini taşıyor. Böylesine sağduyu eksikliğini mantıken açıklamak ise gerçekten hiç kolay değil...
Diğer taraftan bu durum bizatihi bir zaaf olmaktan ziyade, yeni bir anlayışı üretmenin fırsatı olarak da değerlendirilebilir. Buna karşılık değişimin alışkanlık haline gelmiş olan siyasi eğilimler açısından bir taviz olarak görülmesi ve eski ‘asker’ tutumunda ısrar edilmesi halinde, kurumun üstleneceği maliyet doğal olarak çok daha yüksek olacaktır.
TARAF