‘Kurtuluş ideolojisi’nin içinde var bunlar!

Alper Görmüş

Ergenekon sürecinde ve darbe soruşturmalarında ortaya çıkan bilgi, belge ve bulguları büyük bir komplonun unsurları olarak takdim eden ve ortada ciddiye alınacak bir şey olmadığını öne süren çevreler, faaliyetlerini bugüne kadar iki ana eksen üzerinde yürüttüler.

Birincisi: İlk bakışta gerçekten de kuşkulu (hatta bazen mantıksız) gibi görünen kimi unsurlara dikkat çekmek, onları abartmak ve köpürtmek; böylece, elde edilen bütün bilgi, belge ve bulgularla ilgili olarak kamuoyunda kuşku yaratmaya çalışmak.

İkincisi: En dramatik ifadesini Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un, “Askerine Allah Allah diye hücum ettiren subaylar mı Allah’ın camisini bombalayacak; lanetliyorum” çıkışında bulan savunma hattı; böylece kamuoyunda “bu kadar kötülüğü hiç kimse yapmaz, öyleyse yalan bütün bunlar” inancı yaymak.

Geldiğimiz noktada, bilhassa da İrticayla Mücadele Eylem Planı ve Balyoz Darbe Planı konularında askerî kanattan yapılan açıklamalardan sonra, birinci savunma hattının önemli ölçüde çökmüş olduğunu söyleyebiliriz. Fakat ikinci savunma hattı çerçevesinde yürütülen propaganda etkisini hâlâ sürdürüyor. 2003 martında Birinci Ordu’da bir darbenin planlandığına inananların bir bölümü dahi, “cami bombalama”, “kendi uçağımızı bombalama” gibi eylemlere inanmakta güçlük çekiyor, Balyoz Darbe Planı ile onun parçaları olan eylem planlarını (Sakal, Çarşaf, vb.) birbirinden ayırmayı tercih ediyorlar.

Bu yazıda önce, hepsi asker ikrarına dayanan (dolayısıyla askere karşı psikolojik savaş çerçevesinde yorumlanamayacak) üç gelişmeyi hatırlatarak birinci savunma hattının neden çöktüğünü; ardından da henüz çökmemiş ikinci savunma hattının neden aslında göründüğü kadar muhkem olmadığını izah etmeye çalışacağım.

Balyoz’daki gelişmeler...

En tazesinden, Balyoz Darbe Planı ile ilgili olarak Genelkurmay Askerî Savcılığı’nın bir binbaşı olan bilirkişiye hazırlattığı rapordan başlayalım... Milliyet gazetesinin 3 mart tarihli sayısının manşeti, bu raporun ayrıntılı bir özetine ayrılmıştı. “Birinci Ordu Komutanlığı Askeri Savcısı Hâkim Albay Bülent Münger’in talimatı doğrultusunda Kurmay Binbaşı Ahmet Erdoğan tarafından hazırlanan bilirkişi raporunda”, incelemenin, incelenen belgelerin gerçek olduğu varsayımına göre yapıldığı anlatıldıktan sonra, Mart 2003’te yapılan şeyin bir seminer değil darbe planı olduğu net bir şekilde anlatılıyor.

Rapordan, ilaveten, “2003 yılında icra edilen plan seminerinden önce 2002 yılının aralık ayında sınırlı sayıda birlik ve personelin bilgisi dahilinde Balyoz Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından ‘Balyoz Güvenlik Harekât Planı’ adında ayrı bir plan hazırlandığı; “Darbe için elverişli koşullar oluşturmak maksadıyla Çarşaf, Sakal, Oraj ve Suga harekât planları hazırlandığı, ancak anılan bu planların 1. Ordu Komutanlığı Plan Semineri’nde yer almadığı” da yer alıyordu.

Rapor, incelediği belgelerin içeriğinden çok, ortaya çıkardığı yeni bulgular açısından önemliydi aslında. Şu iki bulgudan söz ediyorum:

Bir: Darbe planı, 5-7 Mart 2003’teki seminerden birkaç ay önce, Aralık 2003’te “sınırlı sayıda” komutanın bilgisi dahilinde hazırlanmıştı ve bu metin seminere sunulmamıştı.

İki: İnanılmaz bulunan eylem planları, keza Plan Semineri’nde yer almıyordu.

Şimdi bakalım, yukarıda işaret ettiğim çevreler, “ilk bakışta gerçekten de kuşkulu (hatta bazen mantıksız) gibi görünen kimi unsurlara dikkat çekmek, onları abartmak ve köpürtmek” taktiğini Balyoz örneğinde nasıl uyguladılar?

Üç temel noktada yoğunlaştılar bu çevreler:

a) 200’e yakın subayın katıldığı bir toplantıda darbe planı mı yapılırmış? Böyle bir şey sızmaz mıymış etrafa?

b) Cami bombalama, kendi uçağımızı düşürme gibi eylem planları yapılacak da orada bulunan subaylardan biri bile itiraz etmeyecek bu vicdansızlığa... Olacak mantıksızlık mıdır?

c) Aralarında Genelkurmay temsilcilerinin de bulunduğu o kadar subayın katıldığı “darbe planı”ndan Genelkurmay’ın haberinin olmaması mümkün müdür?

Askerî bilirkişi raporu, seminerle (Mart 2003) darbe planının (Aralık 2002) ayrı şeyler olduğunu, ikinciye çok daha az kişinin vakıf olduğunu tesbit ederek bütün bu itirazları bir kalemde çürütmüş oldu.

Dursun Çiçek ve Mustafa Dönmez

Benzer itirazlara ve itirazların bizzat askerler tarafından çürütülmesine “İrticayla Mücadele Eylem Planı” (Dursun Çiçek) ile “Zir vadisinde bulunan silahlar ve mühimmat” (Mustafa Dönmez) olaylarında da şahit olduk.

Önce Dursun çiçek olayı... Hatırlayalım, iki temel nokta öne çıkarılmıştı:

a) Böyle bir belge, Ergenekon sanıklarını savunan bir avukatın bürosunda bulunacak... Avukat aklını peynir ekmekle mi yemiş canım, belli ki onu oraya polisler koydu.

b) Polislerin oraya koyduğu muhakkak olan belge, elbette ki sahte: Koskoca kurmay albay böyle bir darbe planı yazacak ve altına da imzasını atacak... Kim inanır?

Sonrasını biliyorsunuz... Genelkurmay Başkanlığı birkaç gün önce yaptığı bir açıklamayla belgenin sahih, altındaki Dursun Çiçek imzasının da “ıslak” olduğunu kabul etti.

Üçüncü ve son örneğim, “Zir vadisinde bulunan silahlar ve mühimmat”ın sahibi olmak ve bunları oraya gömmek iddiasıyla yargılanan Yarbay Mustafa Dönmez’le ilgili...

Biliyorsunuz, geçtiğimiz yıl Yarbay Mustafa Dönmez’in evinde bulunan bir krokiden yola çıkılarak yapılan aramalarda, Ankara’nın Zir vadisinde toprağa gömülü olarak bazı silahlar ve askerî mühimmat bulunmuştu. Dönmez, hem “Bir kısmı cephane niteliğinde olan askerî eşyayı gizlemek” suçundan askerî mahkemede, hem de Ergenekon davası çerçevesinde sivil mahkemede yargılanıyordu.

Malum koromuzun sesi bu olay boyunca da hayli gür çıktı. Bu defa da Türk Silahlı Kuvvetleri’nde yetişmiş bir subayın, gizlediği silahların ve mühimmatın yerini gösterecek bir krokiyi eliyle çizip onu evinde saklamasının “saçmalığına” dikkat çekildi.

Mustafa Dönmez de savunmasında buradan yol almaya çalıştı zaten: Kroki kendisine ait değildi, o mühimmatı da polis oraya gömmüş olmalıydı.

Bu tahkimat, iki aşamada yıkıldı: Önce Jandarma Kriminal Dairesi krokinin Dönmez’in elinin ürünü olduğunu belirten bir rapor yazdı, ardından da askerî mahkeme Yarbay Mustafa Dönmez’i dört yıl hapis cezasına çarptırdı, yarbay ayrıca ordudan da ihraç edildi.

Bir kurtuluş ideolojiniz varsa...

Geldik, “bu kadar kötülüğü hiç kimse planlamaz, öyleyse yalan bütün bunlar” inancını yaymak temeline dayanan ikinci savunma hattına...

Gerçekten de, “cami bombalamak”, “kendi

uçağımızı düşürmek” gibi planlar, ilk bakışta inanılmaz geliyor insana... İşte o nedenle, İlker Başbuğ’un masaya vurarak yaptığı “Allah Allah”lı konuşmanın kamuoyunda belli bir karşılık bulduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Devam etmeden önce bir parantez açmak ve iki soru sormak istiyorum:

Bir: Genelkurmay, “cami bombalama”da gösterdiği tepkiyi, Kafes planındaki, “Koç Müzesi’ndeki denizaltıya yerleştirilen ve mümkün olduğu kadar çok öğrenciyi öldürmeyi hedefleyen bomba” karşısında göstermedi. Neden? Bu, daha az dehşet verici bir olay mıydı?

İki: Genelkurmay, “cami bombalama”da gösterdiği tepkiyi, Kafes planındaki, “kilise ve sinagogların bombalanması” karşısında göstermedi. Neden? Laik bir ordunun, bütün dinlerin ibadethanelerine karşı eşit mesafede durması gerekmez miydi?

Gelelim asıl meseleye... Ben, kendilerine “mahvolup gitmekte olan vatanı kurtarma” misyonu vehmeden insanların, böyle şeyleri planlayabileceklerine inanıyorum açıkçası.

Çünkü nihai bir toplumsal kurtuluş inancı, düşmana karşı yürütülen amansız bir savaş, vb. büyük idealler, zaman zaman bazı masum bireyleri feda etmenin meşruiyet araçları kılığında ortaya çıkabilirler. İnsanlık tarihi böyle dehşet verici eylemlerle dolu. (Maalesef 20. yüzyılda “nihai toplumsal kurtuluş” şiarıyla ortaya çıkan sosyalizmlerin de büyük payı var bu tabloda.)

Cemil Meriç, bu türden kurtuluş ideolojilerinin “son ve büyük şiddet” savunmaları için şöyle demişti: “Şiddete son verecek şiddet; yalanların en alçakçası değilse, vehimlerin en şairanesi...”

Kısacası, büyük bir toplumsal idealiniz ve bir kurtuluş ideolojiniz varsa ve bunlar iktidar hırsıyla birleşmişse her yol mubahtır! Siz koca bir toplumu kurtarıyorsunuz, birkaç kişinin lafı mı olur!

En yaygın futbol geyiklerimizden birine (“futbolun içinde var bunlar”) nazireyle söylersem: Kurtuluş ideolojisinin içinde var bunlar!

TARAF