Kurtuluş arayışında hakikilik ve sanallık

HAMZA TÜRKMEN

Hayat içinde hakkı, adaleti, eşit fırsatlar içinde nimetlerden yararlanma imkânını; ayrıca doğru bir sosyal sistemi veya idari ve ekonomik yönetim biçimini aramak yaratılıştan getirdiğimiz temel yönelimlerimizle ya da içgüdülerimizle alakalı bir durumdur. Bu ihtiyaçların giderilmesindeki tutumumuzda hayattaki imtihan alanımızla ilgilidir. Ölüm ötesi bir hayatın var olup olmadığı vahye ve gaybe iman ve mutlak vahyi ilimle mutmain olup olmamamızla ilgilidir.

Bazı kişi ve sosyal öbekler yaşadığımız hayatla ilgili kurtuluş veya felah tasarım ya da ideolojilerinin peşindedir.

Bazı kişi ve sosyal öbekler hayat meşgalelerinden uzaklaşan mistik bir inziva yaşamı içinde ölüm sonrası hayata hazırlanma gayretindedirler.

Bizi yaratan ve münzel ilahi vahyi ile yol gösteren Allah’a hakkı ile iman eden mü’minler ise mutlak kurtuluşun veya felahın yeryüzündeki cahiliyeye, şirke, zulme, sömürüye, müstekbirlere ve nefsimizin ululanmasına karşı verilecek mücadele ile kazanılacağı bilincindedirler. Metafizikçi, ruhçu ve panteist (ruhbanvârî veya enelhakçı ) eğilimin veya ekonomik-maddeci (liberal veya sosyalist) kurtuluş ideolojilerinin hayatı Yaratıcının ölçülerini dışarıda bırakarak tek boyuta ya da sezgici ya da akılcı boyutun sınırlılığına indirgeyen yaklaşımlarının sunduğu felah teorileri kurgusal ya da sanaldır.

Her insanın rüşd yaşıyla birlikte sınırlı veya kuşatıcı hayatla ilgili ve sonrası ile ilgili doğru veya yanlış bir tasavvuru veya inancı oluşmaktadır.

Biz Müslümanlar için dünya, ahiretin tarlasıdır. Bazısı için ahireti kurtarmak için dünyayı bırakıp mistik bir tarzda veya bir inziva hayatı ile ahirete hazırlanmak gerekir. Bazısı ufuksuzlar için ise, hayat yaşadığımız dünyadadır.

Önemli bir kesim de dünyada zenginliklerini veya statülerini korumak için; ya da ezilmişlikten, ezilmeden, müstezaflıktan ya da izafi mahrumluklardan kurtulmak ve bu dünyada imkânlı olmak için ya da nimetleri eşit olarak bölüştürmek için bir arayış içindedir ki, bu eğilimler fıtri olarak algılanmalıdır. Yeter ki doğru yani hak ile yöneltilsinler.

İnsanların önemli bir kısmı hayat rehberimiz Kur’an’daki yaratıcımızın talimatlarından ve bu talimatların zamanı aşkın uygulamalarını en iyi şekilde örneklendiren Muhammed Aleyhisselam’ın Sünnetinden  yararlanmadan veya münzel ve korunmuş vahye olan ihtiyaçlarını idrak etmeden, sadece kendi akıllarını, hazlarını ve enaniyetlerini belirleyici kılan yaklaşımlarla kısa dünya hayatlarına yol çizmekte veya toplumsal kurtuluş yani felah teorileri üretmektedirler.

Rabbimizin Kitab-ı Kerim’de “necat, halas, fevz, zafer, kurtuluş” anlamlarında da kullandığı “felah” kavramının asıl ve maddi anlamı, yarmak anlamındaki “felh” kökünden gelmektedir.  Bu da toprağı yarıp sürmektir. Yani zafer toprağı yararak sürmek, engelleri yararak mahsûle veya ekine ulaşmaktır. Yani niyetle birlikte emek ve çaba göstermeden kurtuluşa, hidayete ya da dareyne yani iki cihan mutluluğuna erişilemez. Ancak bu konularda toplumsal başarıya yönelen, yani “Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden (yani ma'rufu öneren, münkerden sakındıran) bir grup/bir ümmet bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (3/104) hitabındaki “bir ümmet” olabilmek için önce kendi nefsimizde ve kimliğimizde ahireti kazanacak eylemlerin şahidleri olmalıyız.

Rabbimiz A’raf Sûresi’nde Nuh toplumundan sonra yerine geçirdiklerine de nimetleri hatırlamaları şartıyla felaha kavuşanlardan olabileceklerini belirtiyor (7/69).

Bedir Gazvesi ile irtibatlı indiği üzerinde icma olan Enfal Sûresi’ndeki “Ey iman edenler! Bir toplulukla karşılaştığınız zaman, sebat edin ve Allah'ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.” (8/45) ayeti kerimesinde de felah, sabredip direnmek ve Allah’ı çok zikretme şartına bağlanmıştır.

Talut’la beraber saldırgan ve küstah düşmana karşı savaşa çıkan muvahhid askerler çabalarıyla birlikte Allah’ın gaybi yardımına müstehak olmaları niyetiyle Allah’ı şöyle zikrediyorlardı: “Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sabit kıl. İnkârcılar topluluğuna karşı bize yardım et.” (2/250) İşte onların zikre dönüşen kararlılıkları ve duaları böyleydi. 

Felaha ermek için çaba gösteren müminlere de Rabbimiz Muhammed Sûresi’nde şöyle icabet edeceğini bildirmektedir: “Ey iman edenler, eğer siz Allah'a (yani Allah adına İslam’a ve müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır.” (47/7)

Resulullah (s)’in Hudeybiye Anlaşmasından sora yazdırttığı  davet mektuplarında cahili görülen itikadlarla yaşayan ve cahili sistemlerle, örflerle yönetilen ve hayat süren toplum temsilcilerine veya kavimlere  “Müslüman ol kurtuluşa kavuş” çağrısında bulunduğu gibi dünyanın hemen hemen her bölgesinde de insanlar ezanla günde beş vakit “Haydin Felaha” diye çağırılmaktadırlar.

Kurtuluş/felah, önce dini veya ekonomik ya da farklı ideolojik felah/kurtuluş teorileri geliştirmekle, bunları tartışıp daha tutarlı gelenleriyle bütünleşmekle  değil, salat-ı ikame için “hayyalel felah/haydin felaha” çağrısına kulak vermekle başlar. Çünkü “ekumussalat” Allah’ı kıyamda, kıraatte, rüku ve sucütta birlemek ve zikretmek, Yaratıcımıza kul olduğumuzun anlamına ulaşmak demektir. İslam’ın sabitesi olan Salat’ı tarihselci demogojilerle veya ihmalkâr olarak terk edenlerin söylemleri sahtedir.

Ta ha Sûresin’de Firavun’un büyücülerine dayanarak yaptığı sanal felah çağrısı (20/64) gibi, liberalizm, bireycilik, hazcılık, sosyalizm gibi batıl felah çağrıları da çağımızda gençleri ayartmaya çalışmaktadır. Kendi nefsimiz dahil, her türlü kişiye, otoriteye, otoritelere ve sınırlı insan aklının yorumlarına dayanan ideoloji ve felsefelere kul olmaktan kurtulmak; fıtratımızı münzel vahyi ölçülerle özgürleştirmek demektir. Ankebut Sûresi’nde ifade edildiği gibi insanı her türlü “münkerden ve fahşadan uzaklaştırmak” için,  İslami bilinçle “salatı ikame etmek” (28/45) gerekmektedir. “Ekumussalat” günde beş vakit Allah’ı zikretmek, Zikri hatırlamak, “karanlıklardan aydınlığa / zulümattan nura çıkmak”, dünyevi ve uhrevi kurtuluşa / felaha ermek için itikadi-siyasi, nefsi-toplumsal her türlü fahşayı aşmak veya yarmak için ibadi bir farzı yerine getirmek, arınmış bir kulluğa ulaşmak için emek vermek demektir.

Muhammed (a) bütün davet mektuplarında, felah bağlamdaki hitabı (أَسْلِمْ تَسْلَمْ ) “Müslüman ol ki, kurtulasın” (Buhârî, Cihâd, 102, Cizye, 6) olmuştur. Felaha ulaşacak ve ulaştıracak İslami bir şahsiyet için, vahye olan şahidliğimizi “şüheda”dan olmaya yükseltmek için izlenecek yolun ana temaları Bakara Sûresi’nin ilk 5 ayetinde gösterilmektedir. Allah’ın Elçisi

Bakara Sûresi’nde önce Elif, Lâm, Mîm mukatta harfleri ile dikkatler çekilmektedir.

İlk olarak takva sahipleri için Kitab’ın Allah tarafından gönderildiğinden hiçbir şüphe (reyb) olmadığı kabulüne, bilincine varmak gerekmektedir (2/2). Zira zan da, şek ve şüphe de, reyb de kesinlik ifade etmez.

Sonra Allah’a “haşyet” yani “hürmet eden bir korku” içinde yaklaşan ve her türlü şirkten, zulümden ve günahtan korunanların veya korunmaya çalışanların gayba ima etmesi; vakitli “salat”ı ikame etmeleri, kendilerine rızık olarak verilen nimetlerden infakta bulunmaları hatırlatılır(2/3)  .

Ayrıca Allah’ın Elçisi Muhammed’e indirilene olduğu gibi ondan önce de indirilen ilahi bildirimlere ve “ahirete” de “yakîn olarak” yani reyb’ten, şek ve şüpheden, zandan arınmış olarak kesin bir tarzda iman ederlerden bahsedilir (2/4).

Bu ayet kümesinin sonunda iki defa vurgulu olarak “İşte ancak onların hidayet üzerinde” olacakları ve “felaha / kurtuluşa erecekleri” bildirilmektedir (2/5).

Enfal Sûresi’ndeki “Ey iman edenler! Bir toplulukla karşılaştığınız zaman, sebat edin ve Allah'ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.” ayeti Bedir Gazvesi ile ilgili ayet kümesi içinde (8/45-60)  başarının -gaybi yardımlar dışında- temel kurallarına ve kanunlarına yani sünnetullaha, herkes için gözetilmesi gereken yol ve yöntemine işarette bulunulmaktadır. Buna göre:   

1. Allah ve Resulüne itaat etmek,

2. Zayıflayıp zaferi, kurtuluşu elden kaçırmamak için birbirine düşmemek,

3. Sabrı temel ibadetlerden bilip, elden ve gönülden bırakmamak,

4. Düşmana karşı kuvvet ve güç edinmek; başarının gerektirdiği kadar  hazırlıklı ve sabırlı olmak.             

Tabii ki “başarının gerektirdiği kadar  hazırlıklı olmak”tan ne anlaşılacağı takvayı kuşanmış mü’minlerin,  muflihun ve sabikun istikametinde yol almış salihlerin “ortak işleri” olarak alacakları “şûrâ” kararlarına veya “şûrâ içtihadlarına” bağlı bir konumdur.

Böyle bir seviyeye ulaşmak için aceleci bir tutumla ne yetersizliğimizi modelleştirmeliyiz, ne de şûrâya yeterlilik şartlarını taşıyan muflihun, muslihun ve şüheda olma çabalarımızda tembellik ve savrukluk içine girmeliyiz.

Felah’a önce kendi nefsimizden başlayıp “nefsi emmare”den “nefsi levvameye, nefs-i mutmaine” ulaşan “muflih” olmayı yani felaha ulaşanlardan olmayı; sonra da  Kur’an-ı Kerimde çoğul şeklinde bir övgü ifadesi olan “müflihûn”dan (2/5) olmayı yani sıddıklar, şüheda, salihler yoluna yönelerek hergün tekrarladığımız  إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ  niyazında

biz” olabilmeyi veya “hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir ümmet” olmayı; ve bu ümmet örnekliği ve öncülüğü ile felah, necat, halas, fevz, kurtuluş, zafer yolunda olmayı bizlere Rabbimiz ihsan eylesin. İnşaallah.

Rabbimiz kulluk için asgari ölçüyü de Âl-i İmran Sûresi’nde göstermektedir: “Ey iman edenler! Allah’a karşı hakkıyla takva sahibi olun ve ancak Müslüman olarak can verin.”(3/102)

Rabbimiz bizleri hayattaki kurtuluş ümidine İslam’ın  ölçüleriyle yönelen ve O’nun rızasını arayan ve ebedi felaha kavuşan mü’minlerden eylesin.