Kürtlük, Türklük ve ortak tasavvur

Akif Emre

Kürt milliyetçiliğinin yükselişine dair tarihsel bir karşılaştırma yapmak üzere Osmanlı'dan ayrılan ilk Müslüman kavim olan Arnavutların hikayesine değinmiş Şükrü Hanioğlu (Sabah, 23 Aralık). Arnavutların -büyük kısmının, en azından ayrılıkçılık ekseninde, Arnavut milliyetçisi olmamasına karşın- büyük devletlerin desteğini alarak bir elit ideoloji olan Türk milliyetçiliğine yönelen İttihatçıların basiretsiz politikaları nedeniyle adım adım Osmanlı'dan kopuşunun nedenlerini yazıyor. Gerçekten de Osmanlı Arnavutlarının hilafete bağlılıklarına karşın, elit milliyetçilerin Arnavutların Osmanlı bütünü içindeki yerlerini ayrıştırmada belirleyici olmalarında, milliyetçiliğin gücünden çok İttihatçıların kör siyasetlerinin etkisi büyüktür. Avlonyalı Ekrem Bey'in anılarını okuduğumda benzer düşünceler zihnimde çağrışım yapmıştı. Özetle, Hanioğlu; çok uluslu imparatorluklar zaten tarihe kavuşuyordu, devir milliyetçiliklerin devriydi, bu nedenle kazandılar diyor.

Tarihçi Mete Tunçay'la yapılan bir söyleşide Kürtlerin Osmanlı yönetimiyle ilişkisini cumhuriyet döneminden kesin çizgilerle ayırıyor. Kürtlerin Osmanlı dönemi ayaklanmaları merkezileşmeye karşı, yani vergi ve zorunlu askerlik uygulamalarına karşı birer "aşiret ayaklanmasıydı" tespitini yaptıktan sonra, Şeyh Said ayaklanmasının bunlardan temelde farklı olduğunu söylüyor. Tunçay, özetle, Milli Mücadele yıllarında hilafetin kurtarılması için Türklerle beraber mücadele eden Kürtler için, hilafetin kaldırılmasıyla ortaklık bozulmuş oldu; "öküz öldü, ortaklık bitti…" diyor. "İslam milleti" içinde kendilerini bulan Kürt ve Türklerin, hilafetin kaldırılması ile kendilerine özgü ayrı kimlikler geliştirmeye başladıklarını da ilave ediyor. Türk-Kürt meselesindeki tarihsel kırılmanın, hilafet meselesini merkeze almadan, doğru okunamayacağını bu köşede dile getirmiştim birkaç kez.

Gerek Hanioğlu'nun gerekse Tunçay'ın, biri diğerinden habersiz, bu bağlamda vardıkları sonuç; birbirlerini ima eder gibi. Tunçay "yeni Osmanlıcılık"ta demir atıyor. Ve hemen ilave ediyor; sadece Türklerin değil tüm grupların kendi kendilerini ifade edebildikleri bir yapı… Hanioğlu ise, Arnavut ayaklanması sırasında çok uluslu imparatorlukların anakronizme düştüğünü, şimdi ise milliyetçiliklere dayalı ideolojilerin anakronizme düştüğünün altını çizerek "ortak tasavvur" geliştirme yeteneğine dikkat çekiyor. Burada temel soru; anakronizme düşmeden Türkçülük ve Kürtçülük temelinde ortak tasavvur geliştirebilme imkanının olup olmadığıdır.

Oysa bugün için ne Türkçülük ne de Kürtçülük temel alınarak seküler kimliklerin ortak tasavvur geliştirme imkanı neredeyse kalmamıştır. Nitekim Tunçay'ın "yeni Osmanlı" fikrine rağmen, Kürtlerin güneydeki parçalarıyla bütünleşerek Türkiye'den ayrılmak istemeleri durumunda, buna karşı yapacak bir şeyin olmadığını söylemesi de bir itiraf. Çünkü temel sorun, ulus eksenli Kürtçülük etnik kimlik siyaseti kadar, bu ortak tasavvur arayışının ulus-devlet ufkuyla sınırlı kalmasında da yatıyor.

Batıcı seküler Kürt milliyetçileri tarafından, zihnen ve duygusal olarak bu kader birliği yaptığımız coğrafyadan ve kardeşlik bağından kopuşlarına rağmen, İslam kimliğinin birleştirici çizgisine karşı içten içe ayartıcı söylemler de geliştirilmiyor değil. Bunun tipik tezahürü, "Kürt İslamcılar, Türk İslamcılarını samimi bulmuyor"la başlayan söylemlerde yatıyor. Bu tezin geçerliliğini test etmeden önce, bu İslamcı yakıştırması yapılanların kimler olduğu pek müphem kalıyor her seferinde. Yıllardır İslami duyarlılıkla Türk olarak etnik kökeninden utanmayan, ama övünme payesi olarak da ortalıkta dolaşıma sokmayan biri olarak, "Kürtçü-İslamcı" yakıştırmasına çok muhatap olmuşumdur. Devletin resmi raporlarında bile bir dönem Diyarbakırlı, Türk kökenli Sezai Karakoç ve Diriliş çevresi için "Kürtçü-İslamcı hareket" dendiği bilinir.

Kürt siyasal hareketinin Kürtlerden oluşan sessiz yığınların sesini bastırdığı muhakkak. Tıpkı İsmail Kemal ve arkadaşlarının Arnavut milliyetçiliği adına yaptığı gibi. Buna rağmen iki kesimden de hafızaları parçalanmamış ve diri olan büyük çoğunluğun ortak tasavvur imkanlarını ellerinden almaya yönelik seküler tiplerin öne çıkarılmasından sonra Türk ve Kürt İslamcıların birbirine güveni meselesinin gündemde tutulması da kayda geçecek bir durum.

Mevcut iktidarın olanca söylem ve icraatına karşılık hala İslamcı hanesine yazılmasında ısrar edilmesi hayli düşündürücü olsa gerek. Şehir Üniversitesi'nden Burhanettin Duran da, yazısında (Star, 23 Aralık 2012), kurucuları arasında önemli miktarda eski İslamcıların olduğu Ak Parti'nin İslamcıların kendileriyle yüzleşmesini ertelediği, bu nedenle de siyasetin fakirleştiği gibi önemli tespitlerde bulunuyor. İktidarın özellikle son iki yıllık kimi uygulamalarına bakarak yaptığı "yeni İslamcılık" tanımı ile yeniden başa döndüğü söylenebilir. Yeniden İslamcılığa dönerek bu fakirleşmeyi telafi etme çabası, aynı zamanda bir dönem çıkarılan sonra giyilen siyasi bir kostümü ima etmez mi? Muhafazakar ve demokrat tanımlı bir siyasi hareketin İslamcılığa eklemlendiği bir siyasal kavram kargaşasında, belki de her anlamda tek zemini olan "ortak tasavvur"a sahip İslamcıları Kürt ve Türk diye ayrıştırıp bunları birbirinden uzaklaştırmak daha kolay olsa gerek.

YENİ ŞAFAK