Röportaj: Sait Bayram / Yeni Gün Gazetesi
- Suruç’taki bombalı eylemin ardından AK Parti hükümetinin IŞİD ve PKK’ye yönelik düzenlediği hava saldırısı neye işaret etmektedir?
Murat Koç- Suruçtaki bombalı saldırı ve ardından Ceylanpınar’da iki polisin Suruç bahanesiyle öldürülmesi artık kamu otoritesinin, kamu güvenliğinin kalmadığı, devletin en temel varlık gerekçelerinden olan toplumun güvenliğini sağlamakta aciz kaldığı görüntüsünü iyice pekiştirmişti. En başta devlet bu acz ve zaaf görüntüsünü ortadan kaldırmak için IŞİD ve PKK’ye dönük yurt içi ve dışında eş zamanlı operasyonlar geçekleştirmiştir. Kamu güvenliği ile ilgili endişeler uzun süredir gündemdeydi ve toplumu tedirgin edecek düzeye ulaşmıştı. Yanı başımızda Irak ve Suriye’deki savaş ve bunun Türkiye’ye taşınmak istenmesi endişesi de Suruç saldırısının ardından devleti teyakkuz haline geçirip acil tedbir alma yoluna itmiştir. Bir diğer husus ise uzun süredir içerde ve dışarda AK Parti hükümetinin IŞİD’le bağlantılığı olduğu propagandası yapılıyordu. Hükümet hem bu operasyonla hem de ABD ile IŞİD’e karşı kurduğu yeni ittifakla bu algıyı ve yanı başında beliren tehdidi ortadan kaldırmak istedi.
Öyleyse neden sadece IŞİD değil de PKK’yi de hedefe koydu hükümet?
Hükümetle örgüt arasında yürütülen sürecin nihai hedefi silahların bırakılması ve kalıcı bir barışın sağlanması idi. Öcalan’ın çağrılarına ve kamuoyunun baskısına rağmen bunun gerçekleşmemesi, süreçle birlikte PKK’nin bölgedeki hâkimiyetini artırma çabası, bu sürecin umulan neticeyi ortaya çıkarmadığını gösterdi. PKK süreçle birlikte yeni bir strateji geliştirerek bölgedeki örgütlü gücünü artırma yoluna gitti. Bununla beraber son yıllarda örgütün bütün bölgede vergi adı altında para toplaması, kendi mahkemelerini kurması, örgütlü silahlı gücünü şehirlere taşıyıp mahalle ve semtlere kadar örgütlenmesi, 6-8 Ekim gibi hadiseler, kendisi dışındaki yapılanmalara dönük baskı siyaseti ve Kandil yöneticilerinin özellikle son dönemde sürecin bittiğine dair beyanları, halkı silahlanmaya ve kendi öz savunmalarını kurmaya davet etmesi, hükümet nezdinde sürecin kamu güvenliğini tehlikeye atan bir noktaya evrildiği kanaatini oluşturdu. AK Parti hükümetinin IŞİD ile birlikte PKK’ye eşzamanlı olarak saldırması kamu güvenliğinin ve otoritesinin yeniden tesis edilmesi yönünde bir siyasi karar anlamına gelmektedir.
Ülke genelinde IŞİD ve PKK’lilere yönelik operasyonların yapılması neyi hedeflemektedir?
Bu operasyonlar, devletin “tehdit değerlendirmesi” ile ilişkilidir. Ülke genelinde güvenliği sağlayamayan, otorite boşluğu gösteren bir devlet imajı devletin bu refleksi sergilemesine yol açmıştır. Bu yönüyle sınır ötesi operasyonlarla beraber ülke içinde bu örgütlerle ilişkili olanlara da operasyonlar yapılmış, bini aşkın kişi gözaltına alınmıştır. PKK ve IŞİD ile mücadele sadece hava saldırıları ya da kolluğun güvenlik tedbirlerini artırmasıyla sınırlı tutulamayacak kadar önemli bir meseledir devlet için. Bu nedenle ülke içindeki bağlantıların da kesilmesi, buradaki uzantıların operasyonel kabiliyetlerinin sınırlandırılması devletin topyekûn mücadele yönteminin bir parçasıdır.
PKK’ye yönelik başlatılan ve devam eden operasyonlar süreci tamamen bitirdi anlamını taşıyor mu?
Dolmabahçe protokolü ve Öcalan’ın silahları bırakın çağrısının ardından KCK’nın bu talebi karşılıksız bırakması sonrası süreç zaten çıkmaza girmiş, seçimlerin ardından yeniden başlatılmak üzere rafa kaldırılmıştı. Ancak 7 Haziran sonrası KCK’nın mütemadiyen sürecin bittiği, çatışmasızlık pozisyonunun anlamsız olduğu, silahların bırakılmasının söz konusu olmadığı, halkın silahlanarak örgütlenmesi gerektiği şeklindeki açıklamaları çözüm sürecinin yürüyemeyeceğinin emareleriydi. KCK en başta Suriye dolayımında elde ettiği kazanımları ve bu zeminde kurduğu bölgesel-küresel ittifakları merkeze alarak Ortadoğu’da eli zayıflatılmış AK Parti hükümetiyle bu süreci tamamlamanın kendi kazanımlarına ters olduğuna inanıyordu. Geliştirdiği tavır konjonktürel ve geçici olmayıp tamamen Ortadoğu’daki yeni gelişmelerle beraber ortaya çıkan ittifaklar ekseninde şekillenen yapısal bir karaktere sahipti. KCK’nın sürece karşıt pozisyonu Türkiyelilik temelinde bir barışı arayan Öcalan’ın da çabalarını denklem dışı bırakmaktadır. Bu anlamda sürecin operasyonlardan evvel durduğu, ilerlemediği söylenebilir.
Hali hazırda bu saldırılar sürecin şimdilik bittiği şeklinde yorumların artmasına yol açmaktadır. Anlık reflekslerle sergilenen tepkisel konjonktürel uygulamaların kalıcı bir barışa dönüşme sansı azdır ve taraflar farklı oranlarda da olsa bu tavrı sergilemiştir. Ancak geniş toplum kesimleri bir şekilde PKK sorunuyla birlikte Kürt sorununun kalıcı olarak sonlanmasını istemektedirler. 30 küsur yıllık çatışma süreçleri sadece umutsuzluğu ve endişeyi beslemişken son yıllardaki siyasi çözüm denemeleri her defasında yoğun destek bulmuş, umutları beslemiştir. Şiddetin son bulacağı ümidiyle bugüne dek çözüm sürecine destek olan geniş toplum kesimlerinin beklediği de son tahlilde PKK şiddetinin son bulması, Kürtlerin haklarının eşit vatandaşlık ekseninde tastamam teslim edilmesi sonucu Kürt sorununun kalıcı olarak çözüme kavuşturulmasıdır.
Operasyon sonrası PKK’nin bölgede yeniden başlayan eylemlerinin devamı gelebilir mi?
Var olan sorunlar giderilmeden, çatışmasızlık ortamının tesisiyle birlikte PKK’nin Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleye son verdiği olasılığı belirmeden çatışma sürecinin bitmesi pek mümkün görünmüyor. Çünkü sorunlar giderilmeden silahların susması ya da operasyonların durması demek bir tarafın galibiyeti anlamına gelir. Mevcut şartlarda bir tarafın galibiyeti ya da yenilgisi söz konusu olamayacağından sorunun karşılıklı konuşarak çözümünden başka bir yol olmadığı bir kez daha tecrübe ediliyor. Belli bir süre müzakere eden devlet ve PKK teknik olarak talepleri oranında istedikleri sonuçları elde edemeyince tekrar çatışma sürecine girildi. Bu çatışmadan devlet elini güçlendirip bölgedeki varlığını tahkim ederek çıkmak istiyor. PKK ise her zamanki gibi kazanımlarını kaybetmemeye; bölgesel hâkimiyetiyle birlikte Suriye Kürdistan’ındaki yapılanmasını muhafaza etmeye çalışıyor. Her iki taraf da elini güçlü tutmak, kozlarını stratejik olarak kullanmak istiyor. 2012 yılında da çatışmalar o zaman yürütülen sürecin hemen ardından böyle başlamış binlerce insan öldükten sonra taraflar yeni pozisyonları gereği masaya oturmuştu. Ancak bu defa devlet daha kararlı; PKK’nin kendisine karşı silahlı mücadeleye (içerde ve dışarda) son vermeden masanın kurulmayacağı şartını öne sürüyor. Bu sağlanırsa silahlar da susar süreç de kaldığı yerden devam eder.
Operasyonlar ve eylemlerden sonra HDP’nin aldığı tavrı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye toplumu çözüm sürecinin başarıyla tamamlanmasını istiyor. HDP’nin seçim başarısının ardındaki en önemli saik de çözüm sürecinin sağladığı olumlu atmosfer ve sürecin siyaset kurumuna kattığı itibar ve güçtür. Ancak HDP bu misyonu taşıyamayan bir parti. Zira Kandil’in vesayetine boyun eğip, KCK’nın stratejisinin dışına çıkamamakta. HDP sürecin selametini sağlamak ve Öcalan’ın çözüm yanlısı pozisyonunu güçlü kılmak için birçok konuda KCK-PKK’ye açık tavır alması gerekirken, vesayete teslim olmayı tercih etti. Süreçle birlikte siyasi hareket alanı oldukça genişleyen HDP ne yazık ki bunu Kandil’in politikalarını uygulama sahası olarak kullanmaktan başka işlev görmedi. HDP’nin çözüm sürecine katkısı olmadığı gibi, son dönemde iyice temayüz eden Kandil İmralı ayrılığında, Kandille karşı karşıya gelmeme gibi bir pozisyon alarak sürece zarar veren bir tutum sergiledi.
Demirtaş’ın Brüksel ziyaretini nasıl değerlendiriyorsunuz?
HDP’nin resmi sözcüleri bu ziyaretin bir TV mülakatı için gerçekleştiğini beyan etseler de bu ziyaretin aslında KCK Avrupa yetkilileriyle Demirtaş arasında bir görüşme için yapıldığını hepimiz biliyoruz. Bu görüşme muhtemelen bundan sonra takınılacak ortak tutum ve geliştirilecek politikalar konusunda KCK yetkililerinin tavır ve yaklaşımlarının öğrenilip atılacak adımların belirlenmesine dönük bir ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır. HDP, üzerindeki vesayet nedeniyle bu süreçte üstlenmesi gereken rolün hakkını verememekte bu nedenle iyice çıkmaza sürüklenmektedir. Bu ziyaret aslında daha aktif siyaset geliştirmek için manevra alanı elde etme girişimidir. Ne var ki Zübeyir Aydar’ın ve Remzi Kartal’ın tavrı bu talebin de bir karşılığının olmayacağını göstermektedir. HDP’nin de bunun dışında bir siyaset izlemeyeceğini düşünüyorum.
PKK gerçekten İmralı’yı artık dinlemiyor mu?
Başta Suriye ve Irak’ta yaşanan gelişmeler PKK’yi yeni ittifaklar kurmaya, Rojava bölgesindeki hâkimiyetini kalıcı kılmak için Ortadoğu siyasetinde Türkiye karşıtı blokta yer almaya yöneltti. PKK bir tercih yaparak kazanımlarını kaybetmemek için Öcalan’ın çok önemsediği Türkiyelileşme projesi olan çözüm sürecinden vazgeçmeyi, hükümet karşıtı cephede yer almayı yeğledi. Bu Öcalan’la yöntemde ve stratejide ayrışma anlamına geliyor. Öyle ki son dönemde KCK eş bakanlarının PKK’nin silahlı mücadelesi konusunda Öcalan’ın yetkisiz olduğunu açıkça beyan etmeleri de bunu göstermektedir.
Herkesin kabul ettiği gibi yıllardır cezaevinde olmasına rağmen bu hareketin doğal lideri ve PKK’nin etkilediği toplum kesimleri üzerinde en etkili aktör Abdullah Öcalan’dır. PKK içinde kendisi gibi liderliği kabullenilmiş biri bugüne kadar çıkmadı. Bu nedenle KCK bir şekilde İmralı’dan gelen çağrıların karşısında durmama gibi bir görüntü sergilemeye çalışırken uygulamalarıyla Öcalan’ı açıkça devre dışı bırakmaktadır. Çözüm süreci boyunca Öcalan’la çelişmemeye çalıştığı imajı verse de Öcalan’dan gelen öneri ve taleplerin işine gelen kısmını uygulamış birçoğunu ise kendi politikalarına uymadığı için hayata geçirmemiştir.
Süreç nereye gidiyor?
Maalesef yine çatışma sürecine girildi ve birçok genç bu çatışmalarda hayatını kaybetmektedir. Türkiye toplumunun birçok badire ve provokasyona rağmen desteklediği barış süreci yeniden başlamak zorundadır. PKK derhal silah bırakmalı, Öcalan’ın silahsızlanma çağrısının gereğini yerine getirmeli ve süreç bunun üzerine kaldığı yerden devam etmelidir. Ancak Suriye’deki gelişmeler, çözüm süreciyle birlikte bölgede ortaya çıkan güvenlik açığı, Ortadoğu’da jandarmalığa soyunan bölgesel ve küresel güçlerin amaçları çözüm sürecinin çok boyutlu yapısını ortaya koymakla birlikte çözümün zorluğunu da göstermektedir. Çözüm süreci yakın zamanda yeniden başlamasa bile hükümet Kürt sorununu temel haklar, özgürlükler ve eşit yurttaşlık temelinde çözme iradesini ortaya koymalıdır. Kürtlerin en doğal insani ve fıtri hakları daha evvel olduğu gibi güvenlikçi politikalara kurban edilmemelidir. Kürtlerin temel hakları PKK ile çatışmaya da müzakereye de kurban edilmemelidir.