Yasin Aktay Yeni Şafak'ta kaleme aldığı yazıda seçim sonuçlarına ilişkin Kürtlerin AK Parti'ye oy vernediği ya da Kürtlerin tamamının HDP'ye oy verdiği yönündeki değerlendirmelerin gerçeği yansıtmadığından bahsediyor.
Aktay, Kürtlerin çoğunlukta yaşadığı yerlerde HDP'nin birinci parti olmasını, geçmiş seçimlere nispeten AK Parti'ye verilen oyların azalmasını PKK'nin HDP üzerindeki baraj baskısını halka silahla, adam kaçırmayla... yansıtmasına bağlıyor.
Bu "faşizan baskılara" sözümona aydınların ses çıkarmayışını da eleştirdiği yazıda Aktay, HDP'nin hiçbir baskı uygulamasa da alacağı belli bir oyun olduğunu da görmezden gelmiyor.
Yasin Aktay'ın yazısı:
Kürtlerin İradesini Doğru Anlamak
Yasin Aktay / Yeni Şafak
Seçim sonuçlarından bence en acele çıkarılan ve genel kabul görmeye yüz tutmuş yanlış sonuçlar Kürtlerin tutumu ile ilgili yorumlardır. Bir defa Kürtlerin AK Parti'ye oy vermemiş olduğu veya tamamının HDP'ye oy vermiş olduğu doğru değildir. Kürtlerin önemli bir kısmının mevcut dağılımda bile AK Parti'ye oy vermiş olduğu görülüyor. Bana Kürt kardeşlerimizden gelen sayısız mesaj, bu genellemeci söylemlerin ne kadar büyük bir rahatsızlığa yol açtığını gösteriyor.
Tam da bu yüzden, önceki yazımda AK Parti'ye oy vermemiş olan Kürtlerin önemli bir kısmının neden vermedikleri değil neden veremediklerini sormanın daha doğru olduğunu söylemiştim. Bölgede silahların gölgesinde ortaya çıkan oy dağılımı asla Kürt iradesinin sağlıklı bir yansıması olmamıştır.
Ne yazık ki, HDP kendi üzerindeki baraj baskısını seçmenlere katlanılması güç faşizan baskılar olarak yansıttı ve istediği sonucu bu yolla aldı. Bu faşizan baskılar hakkında bu bölgede yaşayan insanların sayısız ifadeleri, vakaları mevcut. Bunlardan bir tanesi bile başka bir parti lehine yapılmış olsa o partiler hakkında bir ulusal ve uluslararası kampanyanın başlaması mukadder olurdu.
Ancak HDP'nin seçim kampanyaları esnasında her türlü terörü, baskıyı, sergilemesi adeta normal bir hak olarak görüldü. HDP'ye karşı birkaç ilde düzenlenen saldırılar için hemen harekete geçen sözümona aydınlardan HDP'nin bölgede oy toplamak için sergilediği teröre, fiili saldırılara, adam kaçırmalara, insan öldürmelere, açık oy gizli tasnif uygulamalarına dair en ufak bir eleştiri bile duymadık.
Doğrusu bu lakaytlığı sonradan Nişantaşı kafelerinde demokrasi geyikleri yapanların sol geçmişine bakınca anlamakta zorlanmıyoruz. Türkiye'de solun aydın despotizmi, şiddet ile istenen değişim arasında her zaman tolere edilebilir, hatta zorunlu bir ilişki görmüştür: Halk gerçeği görebilecek durumda değil, o yüzden onu zorla hizaya getirmek lazımdır. Onun oyunu ve rızasını almayı gerektiren demokrasi süreci kahrolası bir süreçtir, ama bu süreç zorunluysa bu zorunluluğu o inatçı halka yüklemekte bir sakınca yoktur. O yüzden şimdiki halleriyle bir Kürt'e apartmanında kapıcılık görevi bile vermekten imtina eden Nişantaşı solcuları için Kürtler alavere dalavere kurtarıcı nöbete gönderilen bir araçtan başka bir şey değildir.
HDP cephesinde ise durumun bambaşka boyutları var. Baraj baskısı olmasa bilebölgeyi kendi dışındaki her türlü farklılıktan arındırma istidadı var zaten. Seçimlerden aldığı sonuç tam Baas rejimlerinin demokrasi modeline ait bir hevese duçar olduklarını gösteriyor.
Bütün Baas rejimlerinde seçimlerin soncu önceden bellidir. Hakim diktatör lehine sonuçlar genellikle yüzde 95'lerin üstünde gerçekleşir. Ele güne demokrasi görüntüsü verilir ama bütün halkın hiçbir görüş ayrılığı taşımaksızın diktatörün arkasında durduğu görüntüsü garanti edilir.
Aynı şekilde şimdi, HDP bütün bölgenin Kürt olduğu ve bütün Kürtlerin de ittifakla HDP'nin yanında olduğu görüntüsünü vermek istiyor. Onun için bölgede asla farklı bir renk, ses istemiyor. Görünen kadarıyla birçok yerde 80'lerin üzerine çıkmış ama bununla yetinmiyor, 90'ları da yakalaması gerekiyor. O yüzden daha önceki seçimlerin ardından yaptıkları gibi şimdi de farklı partilere oy vermiş insanların peşine düşmüş durumdalar. Onlar üzerinde uyguladıkları “hain", “Kürt düşmanı", “düşman-devlet yanlısı", gibi ağır mahalle baskılarıyla onları toplumdan dışlamanın yoluna başvuruyor.
Demokrasi, insan hakları savunucularında bir nebze samimiyet varsa şimdilerde bu baskılar yüzünden insanların hayatlarının bölgede nasıl karartılıyor olduğuna odaklanır.Mevzu artık gasp edilmiş hakların temininin veya bir halkın varoluş mücadelesi gibi taleplerin çok ötesine geçmiş, örgüte kayıtsız şartsız biat etmeyenlere diz çöktürülmesi meselesine gelmiştir. Bugün demokrasiye dair söyleyecek bir sözü, takınacak bir duruşu olan herkesin asıl imtihanı buradadır.
HDP'nin seçim kampanyasına silahı, baskıyı, terörü kattığını söylerken, elbette ki aldığı bütün oyları buna bağlamış olmuyoruz. Sosyolojide hiçbir gelişme tek bir nedene bağlanamaz. HDP hiç baskı yapmasa da alacağı hatırı sayılır bir oy vardır.
HDP'yi münhasıran Kürtlerin tek partisi olarak gören ve bundan dolayı ona oy verecek önemli bir kitle vardır. Hiçbir zaman HDP'nin Kürtlerin belli bir kesimini temsil iddiasını veya gerçeğini görmezden gelmedik. Bu konuda kurduğumuz her cümleye hemen savunmacı bir tepkiyle karşı çıkılması gereğinden fazla duygusal kalıyor.
HDP'nin seçim kampanyasına silahı kattığını, baskıyla oy topladığını söylerken, herkesin baskı ve korkuyla oy verdiğini söylemiş olmuyoruz. Elbette ki, Nişantaşı'nda, Küçükçekmece'de, Manisa'da Aydın'da, Kocaeli'nde HDP'ye oy verenlerin apayrı gerçekleri ve hikâyeleri vardır. HDP'ye çok farklı kanallardan akan veya akıtılan oylar olmuştur.
En önemli iki faktörden biri, (Kandil farklı bir söylem kursa da) emanet oy alabilme başarısı, diğeri de baraj baskısını bölgede Kürt halkına uyguladığı baskıya dönüştürme başarısıdır. Birincisi demokrasi ölçeğinde son derece meşru bir söylem veya ittifak kurabilme başarısına dayanır, ama ikincisi, demokratım diyen hiç kimsenin kabul edemeyeceği faşizan bir pratiktir.
Daha önce işaret ettiğimiz gibi, HDP'nin birbirine yabancı, birbirine yalancı iki yüzüyle sürdürdüğü seçim kampanyası diğer ayrıntıları da kapsamak üzere seçimin sonucunu belirlemiştir.