Kürtlerin akıl hocaları

Akif Emre

 

İmralı üzerinden başlatılan 'süreç'le ilgili olarak akıl vermeyi pek seven bazı zevat 'Osmanlı'da oyun bitmez' telkininde bulunarak akan kanı durduracak girişime karşı güvensizlik oluşturmayı, mümkünse karşıtlığı sağlamaya çalışıyormuş. Osmanlı'nın reddi mirası üzerine kurulu Cumhuriyet rejimi ile Osmanlı'nın tarihsel olarak özdeşleştirildiği ayrı bir tarih referansı, farklı bir tarih bilinci inşa etmeye yönelik bu ifade, tam da bu nedenle kışkırtıcı, bölücü bir bakış açısını yansıtıyor.

Osmanlı'yı masumlaştırma ya da şeytanlaştırma parantezinin dışında kalarak; bu topraklarda hala neden bir iç savaş çıkartılamadığının şifresinde gizli ortak temel değerlerin imhasına yönelik bir söylem olarak, kimi aydın tipler için hayli kullanışlı olsa gerek bu ifade. Şunu hemen belirtmekte yarar var; ortak tarih bilinci geçmişi tümüyle ne aklamayı ne de karalamayı gerektirir. Tarih acıları, sevinçleri, zaferleri ve hata yenilgileriyle bir ortak tecrübenin yekunudur.

Zaten bugün yaşadıklarımız bu ortak tarih bilincinin, tecrübesinin yok sayılarak bir ulus inşası ve buna tepki olarak da başka bir ulusçulukla insanımızın tarihten koparılması değil midir? Bunca yaşanan acı ve dökülen kana rağmen bu halkın hala birbirini boğazlamamış olması, bir iç savaşın çıkmamış olması nasıl izah edilebilir? Buna basitçe verilecek cevap halkımızın devletten de, liderlerinden de ve kimi aydınlardan da daha sağduyulu, akıllı olduğunun işareti değil de nedir?

Sadece aktüel halin eleştirisi değil, var olan tüm müştereklikleri parçalayıcı bu türden akıl vermeler, muhtemelen bundan sonra da yoğun biçimde artacak. Tıpkı 28 Şubat süreciyle başlayan dirsek temasının daha sonra akıl hocalığına dönüşmesi gibi kimi liberal, sol kalemler sahne almaya başlayacaktır.

Bu süreçte her zaman haklı olmanın sihirli formülünü elinde tutan kesimler dahil olmak üzere belli başlı üç kesim hayli rahatsız olacaklar. Bunlardan ilki, her zaman Kürtlerin haklarını savunmuş olmakla övünerek söze başlayan bazı liberal aydınlar, gazeteciler. Bunlar kanın durmasına karşı çıkmanın ne anlama geldiğini, kendileriyle çelişki anlamı taşıdığını iyi bildiklerinden her daim destekler bir dil kullanırken belki de kendilerinin devre dışı kalmalarını ima edecek çözümsüzlükleri gündeme taşıyacaklardır. Bir yanda hükümeti akıl vermeyi ihmal etmeden eleştirmek, diğer tarafta PKK ve onun siyasal uzantılarına 'bu iş sizin bildiğiniz gibi değil' anlamına gelen, her hal ve durumda kullanışlı ama daima haklı çıkacakları cümlelerle arzı endam edeceklerdir.

Daha çok örgütsel yapıya ilginç biçimde eklemlenen bir diğer grup olarak Türk solunun Kürt meselesiyle ilişkisi, travmatiktir. Türkiye'de hiçbir kesimi anlamamış, bu nedenle de taban tutamamış bir akımın devrimcilik nostaljisidir Kürt ulusalcılığı. Bu nedenle entelektüel birikimleriyle akıl verdikleri Kürtlerin ideolojik ve ulusçu kanadına romantik bir şekilde yaslanarak reel siyasete müdahil olmanın ve kendilerini gerçekleştirmenin aracı olarak görmekteler bu meseleyi. Okul kantinlerindeki silahlı devrim hayallerinin yansıdığı koca bir sahnedir ve filmin bitmesini istemeyeceklerdir. Türk aydın oryantalizminin örtük tezahürü…

İdeolojilerini insan hayatının üstünde kutsayan, katı bir materyalist duyarsızlıkla adeta bu tür insani duygulara bağışıklık kazanan Kürtçü ideolog aydın kesim her ne pahasına olursa olsun öteki nefretine dönüşen söylemlerini sürdürecek görünüyor. Kendilerinin çerçevesini çizmedikleri, mutlak doğrularının söz sahibi olmadığı her şeye nihilistçe bir karşı duruş söz konusu. Tarihsel arkaplandan kopuk, hayatı dışlayan, insanı yok sayan bu kesimin etkisinin de marjinal kalacağını zaman daha iyi gösterecek.

Kısaca farklı eğilimlerden aydın kesimlerin bu süreçte şu ana kadar görünen pozisyonları bu şekilde. Peki, bu tür itirazların haklılık payı yok mu? Elbette parça parça haklılıklardan yola çıkarak bütünü kaybeden ideolojik ve hamasi körlükler söz konusu. İtirazlar ve haklılıklar, akan kanın durmasına engel olacaksa bu durum salt taassupla açıklanamaz.

Asıl sorun çözümün paradigmatik temellerinde aranmalıdır. Sistemin paradigmatik değişimini getirmeyecekse palyatif bir çözüm olacağını unutmayalım.

YENİ ŞAFAK