Kürtler, Türkler ve açılım süreci

Orhan Miroğlu

Bir ulusun, siyasi bölünme korkusuyla yaşaması gerçekleri görmesini engeller, onu hakikatten uzaklaştırır.

İçişleri Bakan Beşir Atalay ‘bölünme sendromundan’ kurtulmamız gerekir derken bu gerçeğe bir kez daha işaret etmiş oldu.

Türkiye’de demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü için yürütülen müzakere sürecinin en memnuniyet verici yanı, sağırlar diyalogunu bitirmiş olmasıdır.

Kürt sorununda, geldiğimiz aşama, kapalı kapılar ardında ve kamuoyu bilgisine kapalı, ve ‘muktedirler’ arasında gerçekleşen müzakereler dönemini kapatmıştır.

Kapalı kapılar ardında olup biten ‘müzakerelerin’; bu savaşın hakikatini gizlemekten ve bu savaşı kabul edilebilir sınırlarda tutup bu ülkenin insanına acı yaşatmaktan başka işe yaramadığını bugün çok iyi biliyoruz.

Ülke tarihinde şimdiye kadar hiç denenmemiş, hiç rastlanmayan ama bugün yaşanan gerçek ve tatmin edici bu yeni toplumsal müzakere süreci, Bakan Atalay’ın açıklamalarına göre devam edecek.

Nihai olarak bu müzakere sürecinin verileri harmanlanacak ve çözüme giden yol haritasının esasları önce Bakanlar Kurulu’nda sonra da TBMM’de tartışmaya açılacak.

Hükümetçe benimsenen açılımlar muhtemelen bir çok bakımdan Kürtleri tatmin etmeyecek, ulus-devlet âşıklarını da biraz üzecek.

Ama bunun geri dönüşü yok artık.

Kafka’nın deyimiyle “Bir noktadan sonra artık geriye dönüş yoktur, işte varılması gereken yer o noktadır.”

Türkiye şimdi varması gereken yere, o ‘noktaya’ varmış bulunuyor.

Eski İttihatçılar, geçen yüzyılda anlamadığı şey buydu.

Yeni İttihatçılar da bugünü anlamıyor.

Basiretleri, Türkiye’ye 25 yıl süren bir acıyı yaşatmaktan öteye gidemedi.

Bu belalı, bu kan ve barut kokan lanetli mirası milyonlarca insanın ölümüne yol açabilecek etnik bir çatışmaya vardırmaktı amaçları.

Başaramadılar ve yenildiler.

Türkiye farklı bir sürece girdi

Bu süreç Türkiye’nin siyasi düşünce yapısında büyük bir değişimin yaşandığını gösteriyor.

Muhataplar, siyasi aktörler ülkenin en temel sorunu olan Kürt sorununda, değişim yaratmak için çıktıkları yolda, bizzat kendileri değişime uğruyorlar.

Bu yüzden bu sürecin sonunda ne AK Parti, süreçten önceki AK Parti olarak, ne de DTP eski DTP olarak, yani değişmeyen DTP olarak kalabilecek.

Bu toplumun değişim arzusu, değişmek istemeyen siyasi partileri aşacak.

Ama AK Parti ve DTP bu sözünü ettiğim toplumsal değişim arzusuna en yakın duran partiler.

Alternatifleri bugün için yok.

Türkiye’nin yeni geleceğinde bu her iki partinin rolü hayati önemdedir.

Kim ne kazanacak gibi ‘yerel fikirler’ üzerinden hareket etmek yerine, bu dönemi, her iki halkın dolayısıyla Türkiye’nin siyasi birliğinin kurulacağı bir süreç olarak görebildikleri oranda kendilerini yenileyebilecekler ve Türkiye’nin önümüzdeki on yıllarına tekabül edecek bir siyasi mirasın gerçek sahibi olabilecekler.

Bu bir siyasi ufuk meselesidir.

Bu siyasi ufka giden yolda halkı hazırlamaya yönelik çabalar son derece önemlidir.

Sayın Atalay çok doğru söylüyor, bu sürecin muhatabı millettir, en geniş anlamıyla millettir.

AK Parti’nin açılımı kendi tabanında anlatmaya çalıştığını, bunun için il ve ilçe örgütlerinde bu meseleyi tartıştığını duyuyoruz.

Aynı şeyi DTP yapmalıdır.

Kürt toplumu, yedisinden yetmişine bu süreçle ilgili her şeyi tartışmalıdır.

Aslında Kürtler en önemli siyasi kararlarını acı tecrübelerden geçerek çoktan verdi:

Burada Türkiye’de ve Türk halkı ile birlikte yaşanacak, ötesi yok

Yeni bir hukuk sözleşmesi bu ortak yaşamayı mümkün hale getirecek, buna kimsenin kuşku duymaması gerekir.

Bunun için Kürt ulusu meselesi, yıllardır içine hapsedildiği ulusal çekmecelerden çıkarılmalıdır. Hem de Kürtler tarafından çıkarılmalıdır.

Vakti geldiğinde inkâra ve yok sayılmaya karşı çıkmayı bilen, bunun için her şeyini feda edebilen bir halk olduğunu gösterdi Kürtler.

Kendilerine güven duydukça, tasfiye edilme korkusunu da aşacaklardır.

Sonra biraz durup sormakta fayda vardır, kim kimi nasıl tasfiye ediyor diye?

On yaşındaki çocukların bile, evlerinin bir köşesini Kürtçe öğrenmek için dershaneye çevirdikleri bir toplumda, tarihe inkâr sürecini bitiren bir siyasi hareket olarak geçecek olan PKK nasıl tasfiye edilebilir?

PKK İsmail Beşikçi’nin söylediği gibi, büyük bir harekettir.

Eğer PKK’nin silahsızlandırılması ‘tasfiye’ olarak anlaşılıyorsa bu büyük bir yanılgıdır.

PKK bir siyasi hareket olarak tasfiye edilemez. Siyasi hareketler öyle isteğe bağlı ve devletlerin ısmarlama metotlarıyla değil, tarihsel şartlara bağlı olarak varlıklarını sürdürür veya tasfiye olurlar.

Kürt toplumuna ve Kürt siyasetine dışarıdan yapılacak bir siyasi gözlemin basit verileri dahi, PKK’nin artık yoluna silahla devam edemeyeceğini; ama silahsız bir PKK’nin, transformasyona uğramaya hazır bir PKK’nin Türkiye koşullarında, demokratik bir mecrada yoluna rahatlıkla devam edebileceğini gösteriyor.

Bugün Türkiye’de, herkesin farklı düşüncelere sahip olduğu bir sorunda ulusal bir mutabakat oluşuyor.

En ideal siyasal iktidarlar bile bu mutabakat oluşmadan çözüm konusunda bir adım atma şansına sahip olamazlardı.

Neredeyse her siyasi partinin ve özellikle savaşan tarafların ‘kendine ait’ bir sorunu olmaktan çıkıyor Kürt sorunu.

Sorunun demokratik ve hakkaniyete dayalı bir anlayışla çözülebilmesi için yeni bir kamusal alan yaratılıyor.

Sonra, her iki halk arasındaki beşeri ilişkiler, iki insan arasında yaşanan herhangi bir aşka da benzemiyor değil doğrusu.

Ömür dediğiniz şey, aşkı bulma ve aşkı yaşama beklentisiyle geçip gider.

Ama aşk belalı bir şeydir ve yaşandığı andan itibaren, insana terk edilme korkusu da verir..

Bu ihtimale katlanmak bile acı verir, hüzün yaşatır insana.

Sevginin en yoğun hallerinde, terk edilme korkusu yaşamak belalı bir şeydir çünkü.

Eğer yüzyıllar boyunca bir arada yaşamış, birbirini sevmiş, evlilikler yoluyla iç içe geçmiş iki ulusun siyasal ilişkilerinde kötüleşme başlamışsa bu uluslar, bir gün, karşılıklı nefret duygusu ve terk edilme korkusuyla kuşatılmış bulurlar kendilerini.

Türkler ve Kürtler şimdi bu haldeler.

Terk edilme korkusuyla beraber yaşayıp giden sevgi ve nefret ilişkisi, iki ulusun hayatında travmalara dönüşmüş durumda.

On yaşında bir Kürt kızı Medya Örnek, odasını dershane yapıyor, kendi yaşından küçük arkadaşlarına Kürtçe öğretiyor. İnkârla mücadele etmenin ve inkârın travmalarından kurtulmanın yeni bir yolu bu.

Yirmi yaşındaki Türk kızları, muhtemelen Diyarbakırlı Medya Örnek’ten habersiz, 30 Ağustos kutlamalarında, kalabalığın içinden sıyrılıp General Başbuğ’un kolunu tutuyor ve ‘Türkiye bölünecek mi’ diye merakla soruyorlar.

Hayır, çocuklar inanın Türkiye bölünmeyecek, yeter ki sizler, küçük kız kardeşiniz Medya Örnek’in ne yaptığını anlamaya çalışın.

Ne olursunuz yapın bunu.

TARAF