Başlıkta yer alan soruyu, işin çok veçheli olduğunu, Kürtlere homojen bir kitle olarak bakılamayacağını vurgulayarak ele almak mümkün.
Çünkü 'hangi' Kürtlerden ve 'hangi' çözümden söz ettiğimiz belli değil. Ama kimliksel ve kültürel haklar bağlamında 'Kürtlerin' mağduriyetlerinin apaçık bir durum olduğunu, bu sorunun eşitlik ve özgürlük temelinde bir çözüm gerektirdiğini söylemeyi engellemiyor. Bunun nedeni Kürt kimliğinin bizatihi siyasi anlam taşıması ve heterojen Kürt toplumunu tek bir siyaset etrafında bloklaştırmasıdır. Bu gelişme, Kürt toplumunda farklı siyasetlerin olmadığı anlamına gelmiyor. Ama söz konusu siyasetlerin ana siyasi akım karşısında anlamsız hale geldiklerini veya kolaylıkla dışlanabildiklerini gösteriyor. Böylece Kürt kimliğini temsil ettiği varsayılan ana siyasi akım, gerçek temsil yeteneğinin ötesinde bir güç kazanıyor ve Kürtlerin taleplerinin akıbeti bu siyasi hareketin niyetine, basiretine, maharetine ve ideolojik konumuna bağımlı hale geliyor.
Böylece başlıktaki soru da farklı bir içerik kazanıyor, çünkü şimdi 'Kürtler' dediğimizde ana akım Kürt siyasetini, yani PKK'yı kastetmiş, 'çözümden' bahsettiğimizde de PKK'nın çözümden ne anladığı ve onu nasıl kullanmak istediğiyle bağlantılı bir sorgulama yapmış oluyoruz. Kürtlerin heterojenliği siyaseten anlamını yitiriyor, çünkü diğer Kürt siyasetlerinin sessizliği, edilgenliği veya ezilmişliği, PKK'yı 'Kürtler'le siyaseten özdeşleştiriyor.
Bundan yüz yıl kadar önce, 2. Meşrutiyet sonrasında Ermeniler eşitlik ve özgürlük taleplerini yükselttiklerinde de ortada inanılmaz heterojenlikte bir Osmanlı cemaati vardı. Dış ve iç Ermeniler, Doğu ve Batı Ermenileri farklı pozisyonları temsil etmekteydiler. Ayrıca cemaatin içinde siyasi uzantıları olacak şekilde kentli/taşralı ve üst/alt sınıf ayrımları yaşanmaktaydı. Bunların üstüne Kilise'nin ayrı konumu ve siyaseti bulunmakta ve sivil siyasetlerle arasına mesafe koymaktaydı. Nihayet siyasetin kendisi de aralarında anlaşamayan üç temel parti ve bir dizi hareket tarafından bölünmüştü. Ancak bugün geriye bakıldığında sadece Taşnaklardan söz ediyoruz. Yani 1910 yılında bile hâlâ Ermeni toplumunun yüzde 5-10'unu temsil eden bir partiden... Çünkü Ermeni kimliğini siyasi bir özne olarak kullanan parti o oldu ve siyaseti ile tüm Ermenilerin kaderini büyük çapta etkiledi.
O dönem 'Ermeniler' çözüm istediler ama ne konjonktür ne de muhatap açısından uygun koşullar yoktu. Böylece İttihatçılar devletin orantısız gücünü kullanarak işi soykırıma kadar götürdü. Ama bu sonuç Taşnak siyasetini sorumsuz kılmıyor... Siyaset her durum ve koşulda kendi hedeflerinize gitmenin yollarını bulmak anlamını taşıyorsa, Taşnakların yanlış değerlendirmeler yaptığını ve yanlış muhataplarla yanlış siyaset arayışlarına girdiklerini de teslim etmek gerekiyor.
Bugünün 'Kürt sorunu' ile, geçmişin 'Ermeni sorunu' arasında açık bir paralellik bulunmakta. Buna karşılık koşullar açısından olağanüstü farklar da var ve mesele Kürt siyasetinin bunu ne denli değerlendirebileceğidir. Diğer taraftan kendimizi kandırmayalım... Türkiye devletinin son yıllara kadar benimsediği ve hayata geçirdiği siyaset bellidir: Yok sayma, baskı uygulama ve kimliksel aşağılama... Kürtlerin bütün bir toplum olarak ve bireysel açıdan tek tek az veya çok mağdur olduklarını inkâr etmek mümkün değil.
Bu durumda siyaseten karşımızdaki soru şudur: Kürtler hak ettikleri çözümü nasıl sağlayacaklar? Bunun için uygun bir küresel konjonktür ve uygun zihniyet ortamı lazım. Yani eşitlik ve özgürlük taleplerini duyan, onları haklı ve meşru bulan bir çevre. Bugün bu koşullar fazlasıyla mevcut. Ancak bir diğer koşul daha var: Doğru siyaset...
Dolayısıyla önümüzdeki soru şuna dönüşüyor: Acaba bu koşullarda ve zihni ortamda hangi siyaset Kürtlerin haklarını almalarını sağlar? Siyaset ise kendi muhatabıyla birlikte tanımlanır ve bugün çok elverişli bir ortamda bulunuyoruz. Birincisi, askerî 'çözümün' başarısız kaldığını ordu bile kabullendi. İkincisi, Kürtlere yapılmış olanlar herkesçe bilinmekle kalmıyor, bunları artık Türk milliyetçileri bile savunamıyor. Yani psikolojik üstünlük Kürt siyasetinde. Üçüncüsü, KCK davalarının kasıt ima eden muğlaklığı, devlet politikalarının meşruiyet zeminini zedelemiş durumda. Dördüncüsü, YSK'nın Hatip Dicle'ye yönelik tavrı devletin ahlaki tutumunu da sorguya açmakta. Bunların arkaplanında ise tarihsel önem taşıyan üç kritik etken daha bulunmakta: İslami kesim zihnen demokratlığa doğru adım atıyor, Türkiye'nin bölgesel hayalleri çözümü dayatıyor ve de iktidarda Türk milliyetçiliğine mesafe alabilecek bir parti var.
Hiçbir dönemde bu kadar uygun koşul bir arada olmadı. Hedeflerine ulaşmak isteyen bir Kürt siyaseti sizce nasıl davranırdı? Örneğin silah bırakmadan sınır dışına çıksa ve sürekli ateşkes ilan ederek devleti siyasetle, kamuoyuyla ve dünyanın vicdanıyla karşı karşıya bıraksaydı ne olurdu? Muhtemelen devlet bu çok yönlü sivil baskıya direnemez, AKP daha cesur hale gelir ve en uç talepler bile normalleşirdi...
Şimdi asıl soruya gelelim: Acaba PKK niye bunu yapmıyor? Eğer bir bölümü yapmıyorsa, acaba niçin diğer bölümü kendisini farklılaştıracak bir duruş sergilemiyor? Son eylemlerin detayları bir yana, acaba Kürt siyaseti toplumun genelinde yerleşmekte olan olumsuz algıyı kırmak için niçin adım atmıyor? BDP'nin kişiliksizleşmesi, siyasetten uzaklaşması ve şiddetin uzantısı konumuna yerleşmesi, acaba Kürt siyasetini niçin rahatsız etmiyor?
Kısacası acaba gerçekte 'Kürtler' çözüm istemiyor mu? Yoksa bütün bunlar bir başka tarihsel ahmaklık örneğinden mi ibaret?
ZAMAN