Nihayet Meclis açıldı ve biz artık adı bir türlü konulamayan açılım paketinde neler olduğunu öğrenebileceğimizi umuyoruz.
Gerçi Başbakan'ın son açıklamalarında pakette Türkiye'nin ne kadar sorunu varsa, hepsinin (!) var olduğunu söylemesi hiç hayra alamet değil ama biz yine de ummaya devam etmek istiyoruz.
Malum, bir konuyu araya kaynatmanın en iyi yollarından biri hedefi bulanıklaştırmaktır. Başbakan da gayet iyi hatırlar; türban yasağının kaldırılması için Anayasa değişikliğine kalkıştıklarında, muhalefetin en sık kullandığı argümanlardan biri de "Neden bütün yasaklar birden kalkmıyor; neden bütün insan hakkı ihlalleri bir arada ele alınmıyor" olmuştu.
Şimdi, tam da Kürt meselesini konuşmaya başlamışken, aynı anda türbanın, cemevlerinin, dokunulmazlıkların, vicdani ret hakkının, eşcinsel evliliklerinin ve hatta işsizliğin de gündeme geldiğini; hepsini bir anda halletmeye çalıştığımızı düşünebiliyor musunuz?
Her neyse, bu "topyekun çözüm" meselesine söyleyenler de inanmadığına göre daha fazla üzerinde durmaya gerek yok.
Üzerinde durmamız gereken şey, şu sözü edilen "tarihi fırsat"ın kaçırılıp kaçırılmayacağı...
X x x
Pakette neler olacağını henüz öğrenemedik.
Ama neler olmayacağını öğrendik.
Çeşitli açıklamalarda anayasa değişikliğinin, affın ve Kürtçe eğitimin söz konusu olmadığı belirtildi.
Anayasa değişikliğinin birinci aşamada gündeme getirilmemesini, işe kolayından başlanmasını; herhangi bir yasal düzenleme gerektirmeyen, hükümetin inisiyatifinde olan konuların öne alınması anlayabiliriz.
Ama af öyle mi?
Eğer hükümetin (tıpkı Kürt açılımını, adına Kürt açılımı demeden yapmaya çalışması gibi) affı da af demeden çıkarmak gibi bir niyeti yoksa, yani gerçekten af gündem dışı tutulacaksa, biz de bu işi unutalım ve "tatlı bir hayal görmüşüz" deyip geçelim.
PKK silahlı gücünü Türkiye dışına çekip kalıcı çözüm için beklemeye geçmeden; devlet de PKK'nın yönetim kadrosu dışındaki ana gövdesini bir formülle affedip Türkiye'ye dönmelerini sağlamadan ve dönenlere siyaset yapma imkanları tanınmadan; bütün bunlar da eş zamanlı olarak gerçekleştirilmeden, herhangi bir açılımdan bahsetmek abesle iştigaldir.
Şiddet bitmezse hiçbir şey başlayamaz. Şiddet de ancak PKK kadroları sınır ötesine geçer ve kendilerine şiddet dışında yaşama alanı tanındığını görürse biter.
Daha önce de yazdım: Kimilerinin "PKK'nın siyasallaşması" demeyi tercih ettiği bu olayı korkutucu bir kâbus gibi algılamamak lazım.
Silahlar bırakıldıktan sonra siyaset arenasında yerini alacak olan Kürt siyasi hareketi içinde muhtemeldir ki geçmişte PKK'lı olan birçok insan bulunacaktır. Hatta bu kişiler PKK'nın öteden beri savunduğu kimi siyasi projeleri de savunacaktır. Ama bu hiçbir şeyi değiştirmez; bu durum "PKK'nın siyasallaşması" anlamına gelmez. Çünkü PKK'yı PKK yapan şey savunduğu fikirler değil, hedefine ulaşmak için seçtiği yoldur; yani şiddettir. PKK'nın temel karakteristiği budur. Şiddet ortadan kalktığında PKK da ortadan kalkmış, yeni bir durum doğmuştur. Bu yeni durumda aynı fikirlerle karşı karşıya kaldığımızda siyasetin aşırılıkları törpüleyici, uzlaştırıcı, sorun çözücü gücüne güvenmek gerekir.
Peki bütün bunlar olmazsa; hükümet ipe un serer ve açılım daha açılmadan kapanırsa ne olur?
İşte asıl kâbus budur.
Söylenen her şey unutulur, Türkiye'nin en köklü sorunu ne idüğü belirsiz bir "Milli Birlik Projesi" içine sıkıştırılmış birkaç göstermelik reformla geçiştirilmeye çalışılırsa, başlangıçta bulunduğumuz noktaya geri dönemeyiz. Korkarım ki o noktanın çok daha gerisine döneriz.
Böyle büyük bir hayal kırıklığının nelere yol açacağını hayal etmek bile kolay değil...
Kürt halkı bir kez daha kandırılırsa Türkiye bunun altından nasıl kalkar bilemiyorum.
BUGÜN