Terörün kaynağını oluşturan Kürt sorununun ana nüvesi olan Kürtçe sorunu bu süreçte artan oranda siyasallaşacak. Kürtçe sorunu ekseninde gelişen siyasallaşmanın işaretleri çok.
PKK'nın eylül sonu, ekim başına tekabül eden ve doğrudan Kürtçe üzerine yaptığı toplantı ve sonrasında yayımladığı bildiri, bu işaretlerden biri. Bildirinin ikinci maddesi, Kürtçe sorununun siyasal stratejinin gövde gösterisine dönüşen bir parçası olarak nasıl araçsallaştırıldığını gösteriyor: '... demokratik ve özerk Kürdistan'da tüm yaşam dilinin Kürtçe olması, konuşmak, okumak, yazmak, hutbe, dükkân ve işyerlerinin tabelaları, yine köy, şehir, mahalle, sokak ve Kürtlerin tüm yerleşim yerlerindeki ticarî ilişkiler, pazar dilinin Kürtçe olması; Kürdistan'a yabancı birisi geldiğinde Kürtlerin ülkesine geldiğini bu şekilde hissedinceye kadar bu çalışmaların sürdürülmesi...' Bu ifadeler, Karamanoğlu Mehmet Bey'in 1272'de Türkçe için yayımladığı fermana ne kadar çok benziyor değil mi?
Bu bildirinin izlerini, BDP milletvekilinin geçen hafta söylediklerinde takip etmek mümkün. Türkiye'de ilk defa Batman Milletvekili Bengi Yıldız, Kürtçenin Güneydoğu'da resmî dil olarak kabul edilmesini istiyor. Kürtçenin Türkiye'nin geri kalan kısmında ikinci dil olarak öğretilmesi önerisi ilginç. Ama 'birinci dil' yanında 'resmî dil' tabirinin kullanılması, galiba sorun çözmekten ziyade kavga çıkartmaya yönelik bir niyetin yansıması olmalı. Bu üslupta rahatsız edici bir zorlama ve şiddet çağrışımları var. Zaten ölçü insan onuru değil, yabancı biri geldiğinde 'Kürtlerin ülkesine geldiğini hissetmesi' gibi bir gösterişten ibaret.
PKK'nın ve BDP'nin Kürtçe sorunu için kullandıkları bu şiddet yüklü dil, sorunu çözme ehliyetine ve belki daha önemlisi niyetine sahip olmadıklarının bir delili. Öyle ya, Kürtçe sorunu çözülürse, şiddet sonrasında BDP neyin siyasetini yapacak?
En doğrusu Kürtçeye, anadili Kürtçe olanların insanlık onuru olarak yaklaşmak. Devletin ve devletin yetkilerini belirleyen ve sınırlayan anayasal kuralların yegane varlık sebebi insan onurunu korumaktır. Öyleyse anayasal düzeyde anadillerin bir insanlık onuru olarak korunması ve devletten himaye görmesi gerekir. Devlet anadilin istimalinin sınırlarını belirleyemez. Sınırı belirleyecek olan, bu anadili kullanan vatandaşların talepleri olmalıdır.
Kürtçenin kendi içinde sorunları var. Kurmanç Kürtçesinin, Botan, Hakkari ve Serhat lehçeleri için TRT 6 önemli bir referans haline geldi. Dilde birlik, ulus devletlerin eseri. Bugünün Fransızcası Fransız İhtilali öncesinde sadece Paris'te kullanılıyordu. Tıpkı bugünün Türkçesinin geçmişte sadece İstanbul'da konuşuluyor olması gibi. Merkezî devlet geleneğine sahip olmayan İtalyanlar dil birliğini, Dante'nin İlahî Komedisi'ni referans alarak çözdüler. Kürtçenin zengin bir birikimi var. Yaşayan Kürtçe, folklor ve Kürtçe klasik eserler Kürtçede dil birliği için uygun çerçeveyi veriyor. Devletin, kendi vatandaşlarının anadillerini, yani onurunu korumak adına Kürtçenin ortaklaşmasına ve gelişimine katkıda bulunması aslî görevlerinden biri olarak kabul edilmeli.
Asıl sorun, Kürtçe diyalektler arasındaki ilişki. Türkiye Kürtlerine özgü Kurmanç ile Kuzey Irak'a özgü Soran Kürtçeleri arasındaki fark, Kırgızca ile Anadolu Türkçesi kadar büyük. Goran ve Zaza dilleri de öyle. Kuzey Irak'ta Soran milliyetçiliği Kurmanç dilini resmî kurumlarda ve eğitimde yasaklama yoluna gidiyor.
Kürtçe sorunu nasıl çözülecek? Galiba ilk adım siyasete meydan vermeden işin ehli olanların öncülüğünde bu sorunu bir Türkiye sorunu olarak ele almak. Unutmayalım: Dil anlaşmak içindir, kavga etmek için değil.
ZAMAN