Daha şimdiden "İtibarlılar" ve "İtibarsızlar" ayrımı başladı ya, benim içimde de "Kurtarılacaklar" ve "Harcanacaklar" şeklinde bir tasnif sürecine girildiği kaygısı oluşmaya başladı.
Baykal, pimi çekti: -Memleketin yetiştirdiği saygın evlatlar, mafya mensupları ile aynı kareye sokulup kirletiliyor. Böylece Baykal, Ergekenon çerçevesinde kendisini "Herkesin avukatı" olmaktan çıkarıyor, mafyalaştığına hükmettiği bir kesimi kurban veriyor, ama kimilerine de kol kanat geriyordu.
Bu bir kurtarma - harcama denklemiydi. Bu arada Ergenekon'a hep mesafeli yaklaşmış bulunan medyada, gözaltına alınan statü sahiplerinin herbirine ilişkin kahramanlık hikayeleri oluşturulmaya başlandı.
-Bunlar nasıl soruşturma konusu yapılabilirdi? Bir yandan "Yargı bağımsızlığı" diye yer gök inletiliyor, diğer yandan Ergenekon davasında görevli savcı ve yargıçlara yönelik boğma hamleleri geliştiriliyordu.
Medya kampanyasında Baykal'ın geliştirdiği tema epeyce tuttu ve onlar da bir "Harcanacak" listesi oluşturmaya, buna karşılık "Kurtarılacaklar" listesine kol kanat germeye yöneldiler. Şu anda "Kurtarılacak ve harcanak" listesi netleşmiş değil. Ama içimden bir ses, bu işler böyle olur, deyip duruyor. 12 Eylül öncesine ve sonrasına gidiyorum.
Ülkücü gençlere "vatan kurtarma misyonu" ile solcu gençlerle vuruşma görevinin verildiği zamanları...
Tam o günlerde muhtemel ki, solcu gençlere de, "Türkiye'yi emperyalizmin etkisinden kurtarma" misyonu verilmiş olmalıdır. Bu arada birileri de "Ülkede kaos derinleşsin ve ihtilal ortamı oluşsun" hesapları içindedir. Tam o günlerde, sabah ülkücüyü vuran silah, öğleden sonra devrimcileri biçecektir.
Sonra ne oldu? 12 Eylül oldu. 5 General ülke yönetimine el koydu. Ülkücü ve solcu gençleri "Niye cinayet işlediniz?" diye topladı, cezaevlerinde aynı koğuşlarda topladı, işkence yaptı, yargıladı, kimini astı, kimini orada yaşlanmak üzere zindana koydu. Özellikle ülkücü gençler, şaşırdılar. Canları pahasına vatanı savunmanın karşılığı bu mu olmalıydı?
Darağacına gitmeyip de yıllar sonra saçları ağarmış olarak cezaevinden çıkabilenler, o yılların özeleştirisini yapacaklar ve sık sık "kullanılma" psikolojisini dile getireceklerdi. İtalya'da Gladio soruşturmasının ucu Cumhurbaşkanı ve Başbakan'a, P-2 Mason Locasına kadar uzanmış. "İtibarlı - İtibarsız" demeden 622 kişi mahkum edilmiş.
Bugün bizde ne olacak? Mustafa Muğlalı'nın bir sorumluluğu olduğu kesin. Ama ya onu o göreve getirenler? Hep sütten çıkmış ak kaşık muamelesi mi görecekler?
Mesela günün adamı İbrahim Şahin, yeni zamanların Mustafa Muğlalı'sı ise, ötekiler kim? Şu anda neredeler?
Hangi "itibarlı" dünyada yaşıyorlar? Türkiye'dekinin, aslında Gladio'dan öte bir yapılanma olduğu anlaşılıyor...
"Özel harp" diye yola çıkıp büyük yanlışlıklar içine girenler olabilir. Geçen on yıllar içinde kimin kuyruğu kiminle dolaştı, kim hangi oyun için kimi kullandı, kim kimin canına okudu, bu trafiği ortaya çıkarmak zorun zoru bir iş. "Tetikçilik" son merhale işidir.
Oraya gelinceye kadar uzunca bir karar halkası vardır. Ve "karanlık olaylar dizisi"ne bakıldığında, on yıllar içinde çok geniş bir alanın, kanunsuzluklar alanı haline geldiği görülecektir. Böyle bir yapı, ancak "devlet kararı" ile tasfiye edilebilir. Ergenekon yargı heyeti, kelle koltukta bir görev yapıyor, doğru.
Ama bu görevin altından nasıl kalkacak sorusu, ciddi bir soru. Öyle göz gözü görmez bir süreç söz konusu ki, gözler kör olmasa da, muhtemelen filin elle tutulan organlarına göre tarif edilmesi gibi bir iş yapılmış olacak. Oysa Türkiye, büyük bir arınma harekatına muhtaç.
En azından "Ben Türkiye ile kolayca oynarım" diye düşünebilen odakların zihni bir arınma içine girmesini sağlayacak kararlılığın ortaya çıkması gerekiyor. Yargının en bağımsız şartlarda çalışması, soruşturmayı ve kararları oluşturması Türkiye için hayati değerdedir.
Şu anda bütün üniteleri ile devlet, özellikle hükümet ve askeri cenah büyük bir sınav veriyor. Keşke ana muhalefet ve ona eklemlenmiş olan medya grupları da, kimi odaklar üzerine kol - kanat germese ve koruma - kollama işi yürütmese...
BUGÜN