“Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum”

Serdar Demirel

Kürtaj üzerine daha önceden birkaç defa yazı yazmıştım. Bu konuyu birey ve toplum hayatını tehdit eden boyutlarıyla biraz incelediğim için çok önemsiyorum. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bu konuyu Türkiye gündemine sokması, sessizce işlenen bir cinayete dikkat çekmesi cesur bir çıkıştır. Bu çıkışın çok faydalı olduğuna inanıyorum.

Bu mesele burada bırakılmamalı, ilmî zeminlerde hukukî ve ahlâkî perspektiflerden ele alınmalı ve toplumda konuya dair bir duyarlılık oluşturulmalıdır. Kitle iletişim araçlarının, kanaat önderlerinin konuya sahip çıkması, yerel ve küresel ölçekte konuyla ilgili konferanslar tertip edilmesi bir başlangıç olarak gereklidir. Bir anlamda Başbakan’ın sesine ses verilmelidir.

Çünkü dünya çapında kürtajla hayatı sonlandırılan ana rahmindeki canlıların sayısı inanılmaz boyutlarda seyretmektedir. Ana rahmindeki bir bebeği zaruret olmadan tercihe bağlı olarak özel kesicilerle parça parça kesip yok etmek gözardı edilebilecek bir mesele olamaz. Neticede “yaşama hakkı”, sadece ana rahminin dışında yaşayan insanlara özgü bir şey değildir.

İnsanların kahir ekseriyetinin kürtaj cinayetini umursamamaları evvelemirde gözlerden ırak sessizce işlenen bir cinayet olmasındandır. Malum, toplumların akılları ve vicdanları gözlerinde; göz görmedikçe harekete geçmiyorlar. Bunun ne tür bir cinayet olduğunu illâ da göstermek gerek.

İnternete girip kürtajın nasıl yapıldığına dair bir video izlese insanlar, yahut kürtaj cinayeti görüntüleri televizyonlarda yayımlansa, insanların vicdanlarının nasıl harekete geçeceğini, nasıl tepkiler vereceklerini göreceksiniz.

İşin içinde büyük paralar dönünce, medya alakasız bir şekilde bunu moderniteyle kazanılmış annenin seçme hakkı olarak gösterince cinayetin üstü de kolayca örtülüyor.

Bu konuyu neden çok önemsediğimi anlatmak için kürtaj uygulamasının bazı yıllara dair ulaştığı boyutları rakamlarla dikkatlerinize sunayım:

Dünyanın önde gelen tıp dergilerinden “The Lancet”, 2007’de yayımladığı bir bilimsel çalışmada, dünya çapında kürtajla aldırılan bebek sayısının 1995’de 45.6 milyon, 2003’de ise 41.6 milyon olduğunu ortaya koymuş.

Bu çalışmaya göre güvenli olmayan yollarla yapılmış kürtaj oranı ise yüzde 48’lerde. Bunun sonucu olarak da yılda yaklaşık 68 bin anne hayatını kaybetmekte.

(http://en.wikipedia.org/wiki/Abortion#cite_note-Worldwide-0)

Büyük Dünya savaşlarında bile yıllık olarak 2003 yılında hayatına son verilen 41.6 milyon bebekten daha fazla insan ölmemiştir. Bu ürpertici rakamlar kürtaj cinayeti karşısında kahredici suskunluğumuzla, bir anlamda “bir günah”a sessizliğimizle nasıl ortak oluşumuzu gösteriyor. Aksi takdirde bu büyük rakamların gündemden düşmemesi gerekirdi. Çünkü bu rakamlar salt rakam değil, en korumasız canlılara dair gerçek verilerdir.

Türkiye’de ise 2008’de TÜİK’in yaptığı araştırmaya göre her 100 gebelikten 10.5’i doğal nedenlerle, 10’u ise ailenin isteğiyle (yani kürtajla) sona erdiriliyor. Ben bu oranın daha yüksek olduğunu sanıyorum. Zira Batı ülkelerinden farklı olarak bizim toplumun önemli bir kesimi kürtajı bir ayıp olarak kabul ettiklerinden bunu gizlice yapıyorlar.

Bunları bilip de Sayın Başbakan’ın şu sözlerine hak vermemek mümkün mü: “Ben, sezaryenle doğuma karşı olan bir başbakanım. Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Buna kimsenin müsaade etmeye hakkı olmamalı, ha anne karnında bir çocuğu öldürürsünüz, ha doğduktan sonra... Hiç farkı yok.”

YENİ AKİT