Kürt Sorununun Çözümü İçin Atılabilecek Adımlar

Yıldıray Oğur, Kürt sorununun çözümünü tıkayan bir süreç olarak PKK şiddetini ve çözüm umudunu yazdı.

Bugün barış için yapılması gereken en hayırlı şey “şiddet nereden gelirse gelsin” gibi ruhsuz lafları, amaları, politik hesapları bir kenara bırakmak olduğunu belirten Yıldıray Oğur, yedi adımda Kürt sorununda çözümü yazdı:

Yedi adımda Kürt sorununa çözüm

Yıldıray Oğur/ Taraf

Belki yeni baba olduğum için daha da iyi anlıyorum o sözlerin değerini. Dünyada bir insanın yaşayabileceği en büyük acıyı yaşarken hâlâ toplumun iyiliğini düşünen Sırrı Sakık’ın sesi o yüzden barış, kardeşlik, çözüm, diyalog kakofonisinden daha gür çıkıyor:

“Her ülkenin azizleri vardır. Siz de bu ülkenin azizi olabilirsiniz. Bu sorunu çözün.” 

Başbakan’ın cevabı ise uzun süredir Kürt meselesiyle ilgili yaşadığı hayal kırıklığını yansıtıyordu yine: “Ben elimden geleni yaptım, ancak karşılık bulmadı.”

Bugün barış ve çözüm için yapılacak en cesur ve hakkaniyetli şey ne, biliyor musunuz. Hiçbir şeyden yüksünmeden şunu söyleyebilmek:

Başbakan bu kez haklı.

Erdoğan Kürt meselesinde Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en ilerici adımlarını atan, en büyük risklerini alan başbakanı.

Başta Kürt siyasetçiler, yıllardır Kürt meselesinde barış sözünü tekeline almış olanlar, açılıma “Dağ fare doğurdu” demek için yarışırken, liberal, sol aydınlar her gün hükümete “MHP’nin oyları için milliyetçiliğe teslim oldu” diye puan verirken, Başbakan’ın direktifiyle devletin en üst düzey yetkilileri üç yıldır PKK’nın liderleriyle müzakereler yürütmekteydi.

Esasen açılım, Orhan Gencebay’la kahvaltılar değil, 2005’te Ankara Gölbaşı’nda Kürt siyasetçilerle başlayan ve ardından Oslo süreci adı altında arabulucularla devam eden müzakerelerdi.

Devletin içinden gelen her türlü çelme takmalara rağmen hükümet bu süreci Habur’a kadar taşıdı.

Yetmedi, Habur’a hukuki olarak açıklanması zor özel mahkeme kurdu. Dört yılın emeği olan bu büyük fırsat Kürt siyasetinin kutlama hovardalığı ve Türk medyasının milliyetçiliğine kurban gitti. Ama hükümet PKK’dan Reşadiye baskını ve devletin içinden kelepçeli KCK tutuklamaları gollerine rağmen müzakere masasından kalkmadı.

O duyduğumuz ses kaydında Başbakan yine büyük bir risk almış, az kalsın bu yüzden tutuklanacak özel temsilcisini müzakerelere göndermişti. Genel bilinenin aksine Oslo süreci 2010 mayısında, bu görüşmelerin kendisine yönelik komplo olduğunu, bunun arkasında kontra güçler olduğunu söyleyerek yeniden savaş kararı alan Öcalan tarafından bitirildi.

Peki, hükümet ne yaptı? Bu kez doğrudan Öcalan’la görüşmeye başladı. Hem de referanduma giderken bu görüşmelerin alenileştirdi, varlığını da kabul etti.

Hükümet böylesine bir risk alırken, bir taraftan Kürt siyaseti ve liberal sol çevreler “Başbakan referandumda milliyetçiliğe oynuyor, açılım bitti” diye parmak sallamaktaydı, bir taraftan da milliyetçiler onu tefe koyup çalmaktaydı.

Kimse ucundan tutmadı çözümün. Ama buna rağmen başarılı oldu. 2011’in haziranında Öcalan’dan “Devletle anlaştık, barış konseyini 20 güne kuracağız, Devrimci Halk Savaşı’nı erteliyorum, demokratik özerklik bir yıl daha tartışılsın” açıklaması geldi.

Bundan bir hafta kadar sonra Silvan saldırısının neden olduğunu, aynı gün demokratik özerkliğin niye ilan edildiğini merak edenler KCK iddianamelerindeki İmralı-Kandil arasındaki mektuplaşmalara bakabilir.

Gerçeğe karşı dürüst olanlar biliyor: Bu anlaşmayı Öcalan’ın “Şantaj” dediği mektupta Kandil’in protokollere eklediği devletin kabul etmediği rötuşlar ve Öcalan’a yönelik “Masadan kalk, Devrimci Halk Savaşı’na hazırız” baskıları bitirdi.

PKK, bu altı yıllık müzakere süreci boyunca örgütsel çıkarlarını çözümün önünde tuttu. Devlet jest için yollardaki güvenlik kontrollerini kaldırdı, PKK bu demokratik adımı şehirlere bomba sevkiyatı yapmak için kullandı. Son olarak da Suriye’deki gelişmelerde yeni fırsatlar görünce Atalay’ın silah bırakacak açıklamasıyla bilinen son olarak ABD Büyükelçisi Riccardone’nin de teyit ettiği Haziran 2012 takvimli görüşmelerden de çekildi.

Kürtlerin devlete karşı tüm taleplerinde yüzde yüz haklı olduğunu, devletin yüzde yüz haksız olduğunu düşünen biri olarak PKK’nın silahı üzerine yazıyorum bu yüzden aylardır. Bugün barış için yapılması gereken en hayırlı şey “şiddet nereden gelirse gelsin” gibi ruhsuz lafları, amaları, politik hesapları bir kenara bırakıp PKK’ya silahlı mücadeleden vazgeçmesi için motive etmek, tavsiyede bulunmak, baskı yapmaktır.

Dün Başbakan “PKK silahı bırakırsa, operasyonlar durur” dedi yine. Bu sözün değerini politik hesabı kitabı olmayanlar, bugüne kadar başbakanların dillerinden düşürmedikleri “Tek bir terörist kalmayana kadar”, “Pişman olun, devletin şefkatli kollarına teslim olun” doktrinlerini hatırlayanlar gayet iyi anlamıştır.

Daha bir yıl öncesine kadar Kürt sorunu PKK sorunundan ayrılamaz diyenlerin, bugün Kürt sorunu, PKK sorunu ayrı ayrı çözülmeli demeye başlamasına aldırmayın. Kürt sorununun Kürtlerin hayatını derinden etkileyen en acil çözülmesi gereken kısmı, süren şiddet ortamıdır. Yani Kürt sorununun birinci maddesi hâlâ PKK sorunudur.

Peki çözüm? Çözüm hayal değil. PKK, 1999’da Öcalan’ı yakalayan, Kürt bile diyemeyen bir devletle anlaşıp silahlı mücadeleyi sona erdirmiş bir örgüt. Gerillaları sınır dışına çekip, örgütün kötü itibarlı adını bile değiştirirken Öcalan’ın söylediği şu sözler 13 yıl sonra bugün için de geçerli:

“Türkiye’de çatışma ve şiddet ortamı insan hakları ve demokratik gelişmenin önünde engel teşkil etmektedir. Ağırlıklı olarak Kürt sorununda yaşanan şiddet bunda temel rol oynamaktadır. Çıkmazı aşmak ve sorunların çözüm yolu şiddete son vermeyi gerektirmektedir.”

İşte, 1998-2004 arasındaki bu barış dönemini getiren ateşkesin arabulucularından olan İlhami Işık’ın bugün için de yedi maddelik bir çözüm takvimi var. Belki hayal diyeceksiniz. Ama önce bir okuyun derim (Açıklamalar bana ait):

1) 15 kasım 2012 Meclis’te grubu bulunan partiler yeni anayasada vatandaşlık tanımı konusunda tam mutabakat sağlandığıyla ilgili ortak deklarasyon yayınladı.

Bu hiç zor değil. Anayasa’nın vatandaşlığı düzenleyen 66. maddesinde Türklük kelimesi yerine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kelimesinin geçmesi konusunda zaten AK Parti, BDP ve son dönemde CHP hemfikir. MHP dışındaki partiler bu garantiyi yüksek sesle verebilir.

2) 20 Kasım 2012 Hükümet, şiddete bulaşmışlar dışındaki tutuklular için Ceza Kanunu’nda değişiklik yapılacağını ilan etti.

Yeni anayasa temiz bir sayfa demek.. Eski anayasa yürürlükten kalkarken, onu yıkmak suçundan içeride olanlara kısmi bir af getirilmesi pek çok ülkede örneği olan bir uygulama. Neden olmasın? 

3) 1 Aralık 2012 Hükümet, Avrupa Yerel Yönetimler Şartı’ndaki çekincenin kaldırıldığını duyurdu.

Yerel Yönetim Reformu Sezer’e takılan, AB’ye girmek isteyen, “Valileri halk seçsin” diyen Başbakan için bu adımı atmak zor olmamalı. Bu adım entelektüel bir fantezi, korkutucu bir faşizan heyula olan Kürt siyasetinin demokratik özerklik talebini de karşılayacaktır.

4) 15 Aralık 2012 PKK, amasız ve şartsız olarak silahlı mücadeleyi bitirdiğini açıkladı.

13 yıl önce yapmıştı, bugün neden yapmasın? Burada istenen silahları teslim etmek, teslim olmak da değil, siyasi olarak silahlı mücadeleden vazgeçtiğini açıklamak. 

5) Hükümet, anadilde eğitimin 2018 yılında yürürlülüğe gireceğini ilan etti.

Seçmeli ders için bile hoca bulanamazken daha erken bir tarih mümkün değil. Yeni açılan Kürt dili bölümleri de bu tarihe kadar mezunlar verecektir.

6) 1 Mayıs 2013 PKK, tüm güçlerini sınırdışına çekmeye karar verdi.

Daha erken olamaz. Çükü bunun için kışın geçmesini beklemekten başka çare yok.

7) 15 Kasım 2013 Öcalan’ın ev hapsine çıkarıldı.

Bütün bu adımlarda sonra herhalde buna kimse bir şey demez artık.

O kadar da zor değilmiş değil mi? Güzel bir hayaldi, neden gerçek olmasın?
 

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!