Kürt sorununda iyimser olmak

Oral Çalışlar

‘Kürt Çalıştayı’na katılmak amacıyla Ankara yollarındayız. Günlerdir, aylardır, belki de yıllardır “Bu sorun Ankara’dan Diyarbakır’a bakarak çözülmez” diyen birisinin Kürt sorununun çözümü amacıyla Ankara’daki toplantıya katılması bir paradoks sayılabilir mi? Bir bakıma evet. Tabii işin bir başka boyutu ise, sorunun çözümü yönündeki iradenin öncelikle Ankara’da oluşması gerekiyor. Bu nedenle Ankara’ya gitmek de, Ankara’da tartışmak da bu söylediklerime ters sayılmaz.

Bizim gazete bugün erken baskıya girdiği için Çalıştay’da ne izlenimler edindiğimizi ne yazık ki bugün sizlerle paylaşmak olanağına sahip değiliz. ‘Kürt Çalıştayı’ haberi çıktığından bu yana karşılaştığım soruların başında, “Daha önceleri de benzer girişimler oldu, hükümetler bu soruna çözüm amacıyla çabalar içine girdiler. Hiçbiri sonuç vermedi. Bu girişimi nasıl buluyorsunuz. Umutlu musunuz?” Yerinde bir soru. Gerçekten de son 25 yıldır her işbaşına gelen hükümet ve o hükümetlerin başbakanları soruna çözüm üretebileceklerini düşündüler ve bölgeye çarpıcı seferlerde bulundular. Sözler verdiler, umutlar yarattılar. Sonuç sıfır ne yazık ki.

Tabii, o zamanlar neler söylendiğini, olaya nasıl yaklaşıldığını da gözden geçirmekte yarar bulunuyor. Süleyman Demirel “Kürt realitesini tanıyoruz” diyerek kapıyı açmıştı. Bu “realite” bir kez onun tarafından dile getirildi ve sonrası gelmedi. Demirel, Kürt gerçeğinin arkasındaki “devlet gerçeği”yle karşılaşınca yelkenleri indirdi. Geçmişte olduğu gibi sorunu askere havale etti.

Mesut Yılmaz, Tansu Çiller de benzer süreçlerden geçtiler. Korktular, geri çekildiler. Bu cesaretsizlik ve çaresizlik ülkemize çok pahalıya mal oldu. Dönüp dönüp aynı yere geldik. Sorun her seferinde bir asayiş sorununa indirgendi ve çözümsüzlüğe mahkûm edildi.

AK Parti hükümeti de başlangıçta benzer bir sürecin içine girdi. Başbakan Tayyip Erdoğan, diğer başbakanları da aşan bir ataklıkla sorunun çözümü için toplantılar düzenledi, Diyarbakır’a bu amaçla özel bir gezi yaptı. Geçmişe göre ‘özeleştiri’ anlamına gelen değerlendirmelerde de bulundu. Onun da sonrası gelmedi. Nedense bu sorunun zorluğu onu da geri durmaya itti. Halbuki ilk çıkışları Kürtlerde umut yaratmıştı. Bu nedenle partisine büyük destek sağladılar. Sonrasında ise ‘militer’ üslup egemenliği yeniden ele aldı.

* * *

Türkiye bu çözümsüzlüğün acısını çekerken ve içten içe artık “bitsin bu dert” fikri topluma egemen olurken bölgede de büyük değişiklikler yaşandı. ABD, işgal ettiği Irak’tan çekilmeyi planlarken, geride de mümkün olduğu kadar az sorun bırakmaya niyetli olduğunu gösteriyor. Kürt sorunu bölgedeki ilişkiler açısından en çok baş ağrıtan ve bölgeyi bir anda karıştırabilecek nitelikte bir sorun olarak, bu çekiliş öncesi ‘bir şeyler yapılmalı’ düşüncesini güçlendiriyor.

Obama’nın ABD’nin başkanlığına seçilmesi ve bölgeye yönelik politikaların toptan bir değişime uğraması da Kürt sorununun yeni baştan ve değişik bir yaklaşımla ele alınmasını zorunlu hale getiriyor. Bu bölgede istikrarın sağlanmasının temel unsurlarından birisi Kürt sorununun bir sorun olmaktan çıkarılması, normalleşmesi, çözülebilir hale gelmesi.

ABD bu konuda geçmişten daha inisiyatifli bir tutum içinde. Benzer bir gayretin Kuzey Irak’taki Kürdistan yönetiminde ve Irak yönetiminde olduğu da söylenebilir. Açıkçası bölgesel ve küresel dengeler sorunun barışçı çözümünü olumlu yönde etkileyecek unsurlar içeriyor.

İçerideki koşullara da baktığımızda benzer bir yorum yapabiliriz. Bugüne kadar sorunun siyasi çözümüne karşı tavır alan askerin, geçmişteki kadar iddialı bir tutum içinde olmadığı bir gerçek. Çünkü 25 yıllık çatışma dönemi bu sorunun asayiş sorununa indirgenmesini savunanları haksız çıkardı. Benzer şekilde PKK de artık şiddetin burada zamanın geçtiğini fark etti.

İç ve dış objektif koşulların uygun olduğu bir ortam içinde bulunduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. Sorun sübjektif yani öznel koşullarda. Bu sorunu çözebilecek, çözülmesine katkıda bulunabilecek kesimlerin, çevrelerin, siyasi güçlerin, toplumsal grupların sürece katılmasında. Ortak bir çözüm iradesinin oluşması amacıyla yeni bir iklim yaratılmasında.

Bu tabloya baktığımız zaman iyimser olmak mümkün. Tabii bugüne kadar yaşadığımız hayalı kırıklıklarını da unutmadan ‘ihtiyatlı iyimserlik’ten söz edebiliriz. Binlerce insanımızı yitirdiğimiz, milyarlarca dolara mal olan, ülkeyi altüst eden bu kadar köklü bir sorunun bugünden yarına çözüme ulaştırılabileceğini öne sürmek hayalcilik olur.

Cevabın nedir diye sorarsanız: Bu kez diğerlerinden daha elverişli imkanlara sahibiz. Umarız bu imkânı boş yere heba etmeyiz.

Herkese görev düşüyor.

RADİKAL