KCK’ya yönelik son operasyonda tutuklanan 44 kişi arasında Prof. Büşra Ersanlı’nın da olması soruşturma ve davanın kontrolden çıkma işaretine yönelik tartışmaları daha bir artırdı.
KCK’ya yönelik operasyonlar ateşkes sürecinde bir dönem askıya alınmıştı. Fakat özellikle son dönemde KCK bağlamında giderek artan operasyon ve tutuklamalara şahit oluyoruz. Bu süreçte KCK’ya yönelik devlet tarafından izlenen siyaset PKK’nın giderek artan saldırılarına paralel seyrediyor. Çukurca’daki saldırıların akabinde ise TSK, Kazan Vadisi başta olmak üzere sınır bölgelerinde operasyonlarını yoğunlaştırdı. Polis de başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerde gerçekleştirdiği operasyonlarla KCK’nın sadece merkezî yapısına değil çevre ve ilişki ağlarına da yöneldi.
Büşra Ersanlı’nın da dâhil olduğu BDP’nin Siyaset Akademisi’ne katılanlara nasıl bir siyasal örgütlülük ve eylemlilik mantığı kazandırıldığını bilemiyorum. Ancak güvenlik birimleri tarafından elde edilen ve basın kuruluşlarına da geçilen bazı bilgiler Siyaset Akademisi’nde işleyen mantığın silah ve şiddet merkezli olduğunu gösteriyor. Ersanlı’nın bu zeminde telaffuz ettiği ve tutuklanmasına sebep olan sözlere henüz vakıf değiliz.
Ersanlı veya beraberinde tutuklananların suçlu mu suçsuz mu olduklarını anlamak için önümüzde fazla uzun bir zaman yok. Ancak Ersanlı’nın aile bağları dolayısıyla suçlu olarak lanse edilmesi kanaatimce önemli bir yanlıştır. Ersanlı’yı biraz olsun okuyanlar Aydınlıkçı kökenini, tutuklanma ve cezaevi sürecini zaten bilirler. Ne kendisi bunu saklıyor ne de yaşadığı bu süreci inkâr ediyor. Ablasının Doğu Perinçek’in ilk eşi olması, eski kocası Cem Behar’ın Yahudi kökenli oluşu, Helsinki Yurttaşlar Cemiyetine üye oluşu vs. hemen hiçbirisi suç veya ayıp değildir. Ayrıca bu sayılanlar Ersanlı’nın KCK operasyonu bağlamında tutuklanmış olmasını meşrulaştırmak gibi bir delil olma özelliği de taşımıyor.
Ersanlı’yı ve beraberinde tutuklananlar ancak hukuken ‘suç’ olma vasfı taşıyan eylem ve ilişkileri dolayısıyla yargılanabilir. Mesela BDP veya KCK örgütlenmeleri dolayımında siyaseti ve toplumu silahlı mücadeleyle veya ulusalcı kara propaganda teknikleriyle çatışmaya teşvik eden girişimler bu bağlamda değerlendirilebilir.
Silah ve kara propaganda merkezli girişim Türk ulusalcığı bağlamında veya devletle irtibatlı olarak işlense de suçtur. Bu tür bir örgütlenmenin bir tarafında KCK varsa diğer tarafında da Ergenekon vardır. Dolayısıyla Ergenekon bağlamında ‘devletin ve rejimin bekası’ adına gazeteci, bilim adamı, subay, siyasetçi vs. olmak ne anlama geliyorsa KCK bağlamında da ‘Kürt sorununda demokratik çözüm’ adına gazeteci, bilim adamı, siyasetçi vs. olmak da aynı anlama gelebilir. Gelebilir diyorum çünkü henüz ne iddianame ne de savunmalar hakkında ciddi bir bilgiye sahip değiliz.
Ergenekon ve KCK’yı birebir paralelleştirmek gibi bir çıkarıma gitmek niyetinde değilim. Sebep ve sonuçları bağlamında birçok farklılıklarının yanı sıra örgütlenme ve hedefleri bağlamında mantık açısından epeyce ortak noktalar taşıdıkları kanaatindeyim. Kemal Alemdaroğlu, Kemal Gürüz, Fatih Hilmioğlu gibi Balyoz’un akademik camiadaki gönüllü uzantılarıyla Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakolu, Ayşegül Berktay vd’ni eşitlemek gibi bir temenni veya önyargıyı yanlış buluyorum. Ama tersinden bakınca, ismi Ergenekon’da geçenlere ‘kefil’ olunması gibi ismi KCK’da geçenlere de ‘kefil’ olunma kampanyalarını doğru bulmuyorum.
Kürt sorunu bağlamında düşününce meseleyi silahlı çatışma boyutuna getirenler sadece askerî kanatta istihdam edilenlerden ibaret olamaz herhalde. Eğer böyle ise uzun yıllardan bu yana neden devletin Türkçü propaganda üzerinden silahlı çatışmaları teşvik eden Milli Güvenlik Siyaset Belgesi gibi gizli, Milli Güvenlik ders kitabı gibi açık metinleri paralelinde söz söyleyen, eğitim veren, örgütlenmeyi teşvik eden aktör ve kurumlara karşı mücadele veriyoruz?
Devletin Türkçü kimliğinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan Kürt sorununun çözümü Kemalizmi reddetmeksizin mümkün değildir. Benzer bir biçimde PKK-KCK konseptinin inşa ettiği Kürt ulusal kimliğinin ülke insanının başına bela ettiği musibetlerden kurtulabilmenin yolu da Öcalanizmin reddi ile mümkün olabilir.
Biri Kemalizmi diğeri Öcalanizmi merkeze alan ulusal kimlik siyasetleri bu topluma adalet, kardeşlik ve barış ortamlarını rüyasında bile çok görüyor. Allah’ın fıtraten kardeş kıldıklarını düşmanlaştırmaya ve birbirini kırmaya teşvik eden ‘Ulu Önder’ ve ‘Serok’ kültlerini birbirinden ayırmadan reddetmeliyiz.