Haksöz Haber
Kürt sorununa çözüm çabaları, uzun bir gerilim döneminden sonra tekrar yerini çatışmalı bir sürece bıraktı. Bu durumun müsebbibi ya da müsebbipleri konusunda tartışma sürmekte. Hükümet ve PKK çözüm sürecinin akamete uğratılmasından ötürü birbirlerini suçlamaktalar.
Çözüm sürecinde yaşanan tıkanıklığı ve daha geriden alarak Kürt sorununun gelişimini ele aldığı çalışmasında Almanya-Essen’den Ömer Baş sürecin yeniden ilerletilebilmesi için neler yapılması gerektiğine dair değerlendirmelerde bulunuyor.
Ömer Baş'ın "Kürt Sorunu, PKK ve Çözüm Süreci Üzerine Bir Değerlendirme" Başlıklı Yazısı:
Sorunun Nedeni ve Tanımı
100 yılı aşkın bir zamandır Kürdistan coğrafyasında değişik biçim ve boyutlarda, zaman zaman göreceli olarak yok gibi görünse de toplumsal bir sorun yaşanıyor. Bu sorun, devlet ve fikir yandaşları tarafından ekonomik sebepler, geri kalmışlık, eğitimsizlik, cehalet vb. tanımlamalarla izah edilmeye çalışılsa da, gerçekte (bütün bunlarla birlikte) Kürt sorunudur. Bu, bir halkın yok sayılması, inkar edilmesi ve asimilasyon politikalarının oluşturduğu ve derinleştirdiği ulusal bir sorundur. Her alandaki bölgesel geri kalmışlığın, Kürt sorununu derinleştiren sebepler olarak zikredilmesi yanlış değil, ancak sorunun sebebi olarak izah etmek doğru değildir.
100 yılı aşkın bir süredir sorun doğru tanımlanmadığından çözümü de imkansız hale gelmiştir. Sorun tek başına Kürtlerin eğitimsizliği ve ekonomik geri kalmışlığı sorunu değildir. Değişik dönemlerde devlet, sorunu bu sebeplerle “Doğu meselesi, Doğu sorunu, Güneydoğu sorunu, Terör sorunu, ”gibi adlandırmalarla izah etmeye çalışmışsa da, sorun bir halkın varlığının ve kimliğinin inkar edilmesi ve bunun sonucu ve sebebi olarak uygulanan asimilasyon politikalarıdır.
Elbette ekonomi, kalkınma, eğitim, manevi değerler ve kültürel gelişmişlik seviyeleri sorunu etkileyen önemli sebeplerdir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyet Devleti ve fikir yandaşlarının, sorunu sadece bu sebeplerle izah etmeye çalışması doğru ama ana neden unutulduğu için yetersizdir.
Kürt sorunun birincil sebebi Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş temelinde yer alan Türk milliyetçiliğidir. Türkiye Cumhuriyet devleti kuruluşunda; milli, tek tipçi ve inkarcı yasa ve politikalarıyla Türkiye sınırları içinde yaşayan herkesi Türk olarak tanımlamış ve bu tanımlamanın gereği olarak ta bu coğrafyada yaşayan herkesi Türk olmaya zorlamıştır.
Cumhuriyet hükümetlerinde İktisat Vekili olarak görev almış olan Mahmut Esat Bozkurt'un "Türk soyundan olmayanların bu memlekette bir tek hakları vardır, Türklere hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı." sözleri bu Kürt sorununun kaynağı politikaların en somut göstergesidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti farklı etnik kimlikleri yasaklamış ve ısrarla Türklüğü dayatmış; eğitim, kültürel, siyasal ve politik programlarını da bunu gerçekleştirmek üzerine kurmuştur. Asimilasyon ve inkar politikalarına karşı direnenleri tek tek ve/veya topluca öldürmüş, sürgün etmiş ve yine faşist İtalya’dan aldığı ceza yasalarıyla mahkum etmiştir. Türk nüfusunun yoğunluklu yaşadığı bölgeleri, Anadolu’yu değil aksine Kürdistan’ın dağlarını ve şehir girişlerini; “Ne mutlu türküm diyene, Türk öğün, çalış, güven.” vb. sloganlarla donatmıştır. On yıllarca sürdürülen bu politikalarla Kemalist devlet Kürdistan’da Kürt varlığını inkar etmiş, Kürt dilini yasaklamış ve Kürtçe konuşanları idama varacak düzeyde cezalandırmıştır. Bununla da yetinmemiş Kürtçe yer ve kişi isimlerini yasaklamış, var olanları da değiştirmiştir. Devlet, tüm bu baskı ve politikalarına rağmen muvaffak olamamış, etki-tepki kuralınca Kürtlerde farklı tepkilere yol açmış, o güne kadar Kürtlerde olmayan milliyetçilik duygusunu geliştirmiştir.
(...)