Kürt sorunu neden çözülmüyor?

Ali Bulaç

Kürt sorunu neden çözülmüyor? Tabiatı gereği mi çözülemiyor, yoksa çözümü mümkün de birtakım arızi sebepler yüzünden mi çözülmeyen, belki de çözülmesi istenmeyen bir sorun halini alıyor?

Geçen yüzyıldan devraldığımız ve bugün de yaklaşım tarzımızı değiştirmediğimiz takdirde daha uzun yıllar devam edeceği anlaşılan Kürt sorununu ele aldığımızda, ilk şık tartışma dışıdır. Çünkü mümkün varlıkta (âlem-i imkân) yaşıyoruz ve bu varlık mertebesinde aslolan imkânların bize çözüm fırsatlarını sunmasıdır. Şu halde asıl ikinci şık üzerinde durmalıyız. Hakikat-i halde bu sorun çözülebilir, fakat birtakım arızi sebepler dolayısıyla çözülmemektedir.

Bu konuda üç arızi sebep sayabiliriz:

1) Metodik hatalar: Metodik hata bakış açısıyla ilgilidir: İlk büyük yaklaşım hatası, sorunu tümüyle "teröre, ülkeyi bölmek isteyenlerin hain ve yıkıcı faaliyetlerine" indirgeyenlerin ısrarından kaynaklanmaktadır. Diğer hata, sorunun ekonomiye indirgenmesi, daha avami ifadeyle "Kürtlerin karnını doyurursak sorun biter" düşüncesinin geniş bir çevrede kabul görmesi. Bununla bağlantılı olarak feodalite-aşiret yapısı, otoriter modernleşme vb. politikalardan medet umanlar konu üzerinde ağır bir blokaj kurmuş bulunmaktadırlar.

2) İdeolojik ısrar ve bölünme fobisi: Bu, geçen yüzyılın ilk çeyreğinde tasarlanmış bulunan monolitik ulus kimliğiyle ilgilidir. Kemalist devlet ve modern ulus ideolojisi, resmi kimliği "millet" kavramının etimolojik, dinî ve tarihî içeriğini değiştirerek "Türk kimliği"ne indirgedi, özellikle kitlesel göçlerle Balkanlardan ve Kafkaslardan gelen Türk olmayan Müslüman kavimlerin kendilerini ifade edebilecekleri "Türklük"e dönüştürdü. Bu süreçte Osmanlı'daki "İslam milleti" şemsiyesi "Türk milleti"ne çevrilmişti ki, söz konusu tanımlama iki açıdan muhteva değişikliğine uğraması anlamına geliyordu: Hakiki manasında İslam; Türklük, Araplık, Kürtlük veya başka bir etnik fenomenden daha fazla ve kapsayıcıdır. Dolayısıyla üst kimlik "Müslümanlık" olunca, her ırk grubunu içine alır. Diğeri hakiki manası ve Osmanlı'daki kullanımı itibarıyla "millet" sayısal insan topluluğunu değil, Müslüman kavimlerin bağlı oldukları inançları, yaşama biçimini ifade ediyordu. Yani İslam dinine mensup olan her ırk ve kavim aynı zamanda "İslam milleti"nin tabii üyesiydi. Üst kimlik İslam olunca, farklı topluluklar, kendi dillerini ve geleneklerini yaşayıp ifade edebiliyor, ama "Türklük" üst kimlik olunca herkes kendi dilinden ve geleneklerinden vazgeçmeye zorlanıyor. İslam-Osmanlı modeli ile modern Türkiye arasındaki fark bu fikrin deneysel kanıtıdır.

"İslam" yerine "Türklüğün", "millet" tanımında "din ve yaşam biçimi" yerine "sayısal insan topluluğu"nun konulup böylelikle bir Türk ulusu inşa etme projesi, Balkanlardan ve Kafkaslardan gelen kavimler -bittabi çoğunluk etnik grup olan Türkler ve Türkiye'deki Araplar tarafından- kabul edildi, fakat ikinci büyük etnik çoğunluk olan Kürtler tarafından kabul edilmedi. Gelinen noktada şiddet veya demokrasi yanlısı olsun, neredeyse bütün Kürtlerin ortak talebi "Kürt kimliğinin tanınması"dır; buna "Kürtlerin icmaı" diyebiliriz. İşte bu ortak talebin kabul edilmesi, bürokratik merkez ve onun toplumdaki izdüşümü çevreler tarafından Kemalizm'den ciddi bir taviz, üniter devlete bir tehdit olarak görülmekte; dolayısıyla sorunun inkar yoluyla bastırılması cihetine gidilmektedir.

3) Kürt sorunu üzerinden siyasete, sisteme ve bölgesel olaylara müdahalede bulunanların adeta her çözüm ihtimalini tıkamaları ve bundan çeşitli ekonomik rantlar ve politik-stratejik çıkarlar istihsal etmeleridir. Otoriter, antidemokratik rejim arayışında olanlar için Kürt sorunu bulunmaz bir fırsattır. Demokratikleşme ihtimalinin gündeme geldiği her defasında, bir anda baş gösteren terör, hemen reform paketlerinin geri çekilmesine yol açmaktadır. Zira güvenlik sorununun olduğu yerde özgürlük olmaz denmekte, hatta demokrasi ile güvenliğin bir arada olamayacağı propaganda edilmektedir ki, bu sayede statüko ömrünü uzatma yoluna bakmaktadır.

ZAMAN